erotik shop
Bugun...


Yeni Anayasa ve Laiklik Tartışmaları
Bir metin olarak anayasa ve hukuki bir süreç olarak anayasa yapımı, siyaset ile hukukun en net çakıştığı alanlardır. Anayasa, hukuki olmanın ötesinde, özü itibariyle siyasi bir metindir ve siyasi olan her şey gibi, kaçınılmaz olarak, iktidarın/iktidar ilişkilerinin bir ürünüdür. Çünkü siyasetin merkezinde yer alan temel kavram, bazen iddia edildiği gibi toplumsal sözleşme/uzlaşma/konsensüs/ortaklaşma değil, iktidardır.

facebook-paylas
Tarih: 28-04-2016 09:47
Yeni Anayasa ve Laiklik Tartışmaları
+ -

Siyasal bir metin olarak Anayasa da bir toplumdaki konsensüsün sonucu değil, belli bir dönemde egemen olan iktidar ilişkilerinin sonucudur.

Özellikle Türkiye'deki anayasal gelişmelerin tarihi de tanıktır ki; ancak gerçekten iktidar/egemen olanlar anayasa yapabilirler. Anayasa yapmak muktedirlerin imtiyazıdır. Nitekim anayasacılık tarihimizin atası kabul edilen Sened-i İttifak, iktidarın kimde kalacağının belli olmadığı bir fetret döneminde hazırlanmış, ancak ayanların çoğunluğu tarafından imzalanmadığı gibi, Sultan tarafından da onaylanmamış ve II. Mahmut, iktidarın iplerini eline alır almaz bu antlaşmayı yok saymıştır.

İlk gerçek anayasamız olan 1876 Kanun-i Esasi de benzer bir fetret döneminde, bürokrasinin baskısı ile ilan edilmiş, ancak kısa süre içinde devlete hakim olan Sultan Abdülhamid, anayasayı yaklaşık otuz yıl tatil etmiştir. Bu anayasanın Sultan aleyhine bazı değişikliklerle yeniden yürürlüğe girmesi bürokrasisinin 1908 yılında bir ihtilal ile yeniden iktidarı ele geçirmesiyle ancak mümkün olabilmiştir. Olağanüstü koşulların ürünü olan ve anayasal niteliği net olmayan 1921 Anayasası istisna tutulursa, bu ülkedeki tüm anayasalar askeri darbelerin meyvesi olmuştur. Birkaç anayasa değişikliği reformu dışında halkın anayasal süreçlere katılımı, en iyi ihtimalle, sembolik düzeyde kalmıştır.

1876 Anayasası'nın üzerinden tam yüz kırk yıl geçtikten sonra, Türkiye ilk defa halkın katılımıyla ve meşru meclis eliyle bir anayasa hazırlama imkanına kavuşmuştur. Türkiye toplumu için önemli imkanlar içeren bu yeni durum, yaklaşık on dört yıldır ülkeyi yöneten parti içinde önemli bir sınavdır. Bu sınavdan başarıyla çıkmak, AK Parti'nin bugüne kadar başardıklarını anlamlandıracağı gibi, iktidar/muktedir olma iddiasının da tescili olacaktır. Finalde yenilmek ise bugüne kadar kazanılanların da heba olması riskini taşımaktadır.

Ancak başarının tek kıstası yeni bir anayasa yapmak değildir. Kamil bir başarı için bu anayasanın gerçekten “yeni” olması, olmazsa olmaz koşuldur. Eski Türkiye'nin “değiştirilmesi dahi teklif edilemez” tabularını olduğu gibi bırakan bir anayasa, yeni bir anayasa olmayacağı gibi, Yeni Türkiye'nin ve AK Parti'nin anayasası da olmayacaktır.

Dokunulması farz olan ilk tabu ise devletin laik olma karakteri ve laikliğin mevcut hukuk sistemimizdeki içeriği ve işlevidir. Laiklik, hem mevcut Anayasa'ya hem de bundan öncekilere toplumsal mutabakat ile eklenmemiştir. Toplumun laiklik üzerinde uzlaştığı söylemi, Eski Türkiye'nin en gerçek-dışı ezberidir. Laiklik, anayasal bir norm ve bir devlet politikası olarak mevcut haliyle kaldıkça, ne Ak Parti ne de başka bir siyasal oluşum gerçek anlamıyla iktidar olabilir. Çünkü laiklik, Eski Türkiye adlı canavarın, ağzında kalan son birkaç dişten biri, belki de son diştir. Aynı zamanda CHP'nin informal, örtük, gayrimeşru ve haksız iktidar ortaklığının temel kaynağı ve bahanesidir. CHP, halktan onay almadığı halde, laiklik üzerinden bazen iktidar ortağı olmanın da ötesine geçerek, siyasal ve özellikle de kültürel alanda hegemonik güç olabilmektedir. Bunu başaramadığı zamanlarda ise, yine muğlak ve militarist laiklik normunun sağladığı avantajlarla birçok gelişmeyi sabote edebilmektedir.

Öte yandan laiklik üzerinden yapılacak bir tartışma, Yeni Anayasa ve başkanlık sistemine geçiş sürecinde hükümetin lehine işleyecektir. Meclis Başkanı, belki bunu arzulamamış olmakla birlikte, bu tartışmayı başlatarak hükümete önemli bir katkı sağlamıştır. Bütün Türkiye'yi kendi mahallesinden ibaret sayan muhalefet ise Başkan'ın söylemine gösterdiği refleks ile fabrika ayarlarına dönmüş ve hem laiklik yanlısı kesimleri teyakkuza geçirmiş hem de anayasanın halka sunulması sürecinde hükümetin tezlerini destekleyecek olan muhafazakar kitlenin genişlemesine ve konsolide olmasına katkıda bulunmuştur. Bu bağlamada iktidar partisinin temsilcileri, bu tartışmadan kaçınmamalı, hatta kontrolü bir şekilde gündemde tutmalıdırlar.

Muhalefetin anayasanın laiklik ilkesine yüklediği anlamlar ise abartılı, manipülatif ve gerçek dışıdır. Laiklik, bu ülkede hiçbir zaman din ve inanç hürriyetinin teminatı olarak işlememiştir. Bilakis, bu madde devletin din üzerindeki haksız ve gayrimeşru kontrolünün ve dindarlar üzerindeki baskının temel gerekçesidir. İki asırlık laikleşme serüvenimiz, toplumun geniş kesimleri tarafından antipatik bulunan bu kavramın, lafız olarak anayasadan çıkarılmasını gerekli kılmaktadır. “Devletin tüm inançlar karşısında tarafsız olduğuna” dair bir cümle, din ve inanç hürriyetinin sağlanmasına daha olumlu katkılar sağlayacağı gibi, devletin din üzerindeki kontrolüne/baskısına da son vermek için olumlu bir başlangıç olacaktır. Buna benzer bir ifade, egemen dini anlayışın dışında kalan ve kendilerini koruyacağı beklentisi ile laikliğe abartılı anlamlar yükleyen birey ve toplulukların endişelerini de giderecektir.

Nihat KarademirHaber10 ve Fikir Zemini yazarı

28 Nisan 2016, Perşembe/ Zaman 




Bu haber 1518 defa okunmuştur.

YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
YUKARI