Öyle görülüyor ki, Kürt sorununda geldiğimiz aşama denenmemiş bir paradigma ve yeni bir siyasal dilin zorunluluğuna işaret ediyor. Bu siyasal dili oluşturmayı başaramayan toplumsal yapılar kuşkusuz tasfiye olacaklardır.
Dil bir olayı anlamlandıran, tanımlayan ve insanların anlaşmalarını sağlayan en etkili araçtır. Bu yüzden sorunun çözümünde siyasal dil son derece belirleyicidir. Kendisine bağlanılan ideolojilerin siyasal dili toplumsal zeminle uyumsuzluk gösteriyorsa sorunu anlamlandırmak imkansızdır.
Kuşkusuz sözün gücü her şeyin üstündedir. Sözün gücüyle desteklenmeyen ,ahlaki ve vicdani duygulara hitap etmeyen ve sadece silah ve şiddete dayalı hareketlerin başarısı imkansızdır.
Öyle görülüyor ki ne PKK ne de devlet alışılmış davranış tiplerinden başka siyasal çözüm arayışı içinde değil. Aslında çözüm süreci Kürt sorunu konusunda devletin geleneksel istikrar ve güvenlik politikaları dışında , yeni bir siyasal dilin eşiğini haber veriyordu. Ama süreç çeşitli nedenlerle heba edildi.
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş paradigmasını yansıtan Kürtleri ve Müslümanları dışlayan laik, milliyetçi ve pozitivist dili; İslamcılığın çoğu zaman milliyetçiliğe ve devlete yaslanan otoriter siyasal dili; milliyetçiliğin dışlayıcı ve ötekileştirici dili, Solun Atatürk milliyetçiliğine yaslanan dışlayıcı dili ve nihayet PKK-HDP çizgisinin sorunu sol-sosyalist paradigma içinde anlamlandırmaya çalışan siyasal dili ile sorunu anlamlandırmak mümkün değildir.
Sorunu anlamlandıracak bir siyasal,kültürel,dini dil üretmeyince ,mevcut diller sorunun daha da karmaşıklaştırılmasına neden olmaktadır. Bu durum sorunun çözümü için yeni bir bakış açısına ihtiyaç duyulduğu döneme işaret etmektedir.
Eğer mevcut siyasal diller sorunun çözümüne katkı yapmıyorsa ,yapılacak olan kuşkusuz yeni ve kuşatıcı bir siyasal dil oluşturmaktır. Bu yeni dil evrensel hukuk normlarını temel alan,milliyetçiliğin dar kalıplarını aşan, İslam’ın evrensel ahlak normlarına yaslanan, inkar ve asimilasyonu dışlayan bir arka plana yaslanmalıdır.
Bunca deneyimden sonra neyin yapılamayacağını anlamış olmamız gerekir. Kuşkusuz bu olumsuz süreçlerin belki de tek olumlu tarafıdır. Neyin yapılamayacağını anlamış olmak,insanı doğruya yaklaştırabilir.
Öyle görülüyor ki, Kürt sorunu toplumsal değil,siyasal bir sorundur. Toplumsal bir sorun olsaydı, Türkiye’nin büyük metropollerinde Kürtlerin yaşadığı bölgelerden daha çok Kürdün yaşamasını açıklamak mümkün olmazdı. Sorun siyasal olduğuna göre ,çözümü de siyasal düzlemde tartışılmalıdır.
Siyasal sistemler ve kullandıkları dil değişmez,katı ve evrensel değildir. Bir dönem için ürettiğiniz siyasal dil ve davranış biçimi yeni bir tarihsel dönemde yetersiz kalabilir. Bu durumda yapılacak olan eski ve artık sorun yaratan paradigmaya sıkı sıkı bağlanmak değil,yeni bir paradigma arayışıdır.
Thomas Kuhn’un bilim felsefesindeki en önemli kavram “paradigma “kavramıdır. Örnek ,model ,bakış açısı gibi anlamlara gelen paradigma bilimsel anlamda, belli bir dönemde yaşayan bilim adamları topluluğunun ortak zihniyet dünyasına işaret eder.
Paradigmalar sorun çözmeye devam ettikleri sürece yaşamaya devam eder, sorunları çözmekte yetersiz kaldığında ise bunalıma girer. Bu aşama artık devrimsel bir dönüşümle yerini sorunları çözen daha güçlü bir paradigmaya bırakır.
Kuşkusuz Cumhuriyetin kurucu paradigması topluma bir paradigma sunmuştu. Başlangıçta bile sorunlu olan paradigma zaman içinde karşılaştığı sorunlara cevap veremediği için bunalıma girdi. Askeri darbeler bunalıma giren paradigmayı kurtarma amacıyla yapılmıştır. Ancak gücünü kaybeden, sorun çözmeyen paradigmanın ayakta kalabilmesi mümkün değildir. Çünkü kendisi bir sorun haline gelmiştir.
Cumhuriyetin kurucu paradigmasını ,toplumdaki dini ve etnik çeşitliliği kabul eder bir noktada yeniden tanımlamak gerekir. Tercih ülke bütünlüğü ve toplumsal barış ile kurucu paradigma arasındadır.
Thomas Kuhn’un bize gösterdiği gibi, sorun çözemeyen bir paradigmada ısrar, sorunların çözümüne katkı yapmadığı gibi daha da derinleştirmektedir.