1923-50 arası diktatörlük dönemini öven, Dersimi Atatürk ve İnönü'nün dışına taşımak için göbeği çatlayan, Bir başbakan ve iki bakanın alçakça katledilmelerine neden olan 1960 darbesine devrim diyen, yaşı tutmayan çocuğun yaşı büyültülerek asılan 12 Eylül faşizmine ses çıkarmayan, yüzlerce başarılı insanın irtica ile suçlanarak ordudan ve üniversiteden atılmasına neden olan 28 şubat alçaklığına kayıtsız kalan, 50 yıldır Kürt sorununu tank ve barutla çözmek isteyen; Gezi,17 Aralık süreçlerini sivil itiraz olarak okuyup arkasındaki alçak düzeni hesaplayamayan ve bunu iktidara karşı seçim malzemesi olarak kullanan Kemalist- ulusalcı-milliyetçi-solcu- laikler demokrat ve özgürlükçü, Erdoğan darbeci ve otoriter öyle mi? Bu denklem asla tutarlı bir denklem değildir. Ne yazık ki, HDP uzun süre, sosyal ve siyasal zemini olmayan bu denklem üzerinden siyaset üretti.
Erdoğan'a yöneltilen diktatör suçlaması bir taraftan Türkiye'nin demokratikleşmesiyle eski rejimin sürmesinden ümidini kesen Kemalist-ulusalcı-solcu-milliyetçilerden; diğer yandan çözüm sürecinden ürken ve sivil siyasete müdahale etmek için en önemli argümanı elinden alınan demokrasi dışı aktörlerden kaynaklanıyor. Ayrıca Erdoğan'ı diktatörlükle suçlayan cephenin kendilerinin bu düşünceye ve onun doğal sonucu olan askeri darbelere daha yakın durdukları açık. 1960 darbesine devrim, 28 Şubata sivil itiraz diyen siyasal aklın Erdoğan'a diktatör deme hakkı yok. HDP’nin de bu siyasal cepheye benzer retoriklerle katılması siyasal anlamda tam bir akıl tutulması idi.
Erdoğan'ın siyaset tarzını beğenip beğenmeyebilirsiniz, ama bunu temellendirmek için "Hitler de seçimle gelmişti" önermesini kullanarak Hitler ile Erdoğan arasında bağlantı kurmak tümüyle bilimselliğe ve mantık ilkelerine aykırıdır.Bir diktatör seçimle gelebilir. Bu mümkündür. Ancak diktatör seçimle gelmesine göre değil, seçildikten sonra bir daha seçime izin vermemesi ile değerlendirilir. Ayrıca bir diktatörün seçimle gelmesi, seçilen diğer liderlerin diktatör olarak değerlendirmesi olsa olsa safsata olarak değerlendirilebilir."Bütün kuşlar nefes alır.Bütün insanlar nefes alır. O halde bütün insanlar kuştur." önermesi geçerli bir kıyas değil, safsatadır. Tıpkı,Hitler seçimle gelmiştir ve Hitler bir diktatördür. Erdoğan da seçimle gelmiştir, o halde o da bir diktatördür kıyasının batıllığı gibi.
Erdoğan’ı diktatörlükle suçlayan kesimler seçim konusunda tutarsız tahlil yapanlar çokça takındıkları şu tavır yüzünden hataya düşüyorlar: Zannediyorlar ki,herkes kendi izledikleri kanalı,gazeteyi,programı seyrediyor ve kendi anladıklarını anlıyor. Bu dar bakış toplumdaki çoğunluğun görüşünü anlamayı engellediği gibi, doğru tahmin yapmayı da imkansız hale getiriyor.
Son zamanlarda Erdoğan’a yönelik diktatörlük tartışmasına HDP de katıldı. Kuşkusuz bu tanımlama çözüm sürecinin sonlandırmanın Erdoğan üzerinden yürütülmesine dayanıyor. Oysa HDP üzerinde yoğunlaşan çok sayıda sorun var. Dahası HDP bu sorularla yüzleşmek ve iç dinamikleriyle hesaplaşmak yerine sadece Erdoğan karşıtlığı ile hareket ediyor.
1-Kemalist olmayan Türk solu ile HDP arasında sahici ve ayakları yere basan bir birliktelik olabilir mi?
2- Türk solu Kürtleri kullanarak politik arenada yer mi kapıyorlar.
3- Türk solu HDP’ nin ve Kürtlerin doğal müttefiki midir?
4-Kürt hareketinin Türk seçmenle ortaklığının sahici yolu Ertuğrul Kürkçü sol anlayışı mıdır?
5-Kürt hareketi bu birlikteliğin sağlayacağı sınırları aşmış değil midir?
6- HDP'nin Türk soluyla flörtü dindar Kürtleri nasıl etkileyecektir.
7-HDP'nin asıl sorunu Türk soluna açılmak mı,yoksa kendi bölgesinde hala en ciddi rakibinin Ak Parti olmasına yol açan yanlış okuma mı?
8- Devletin geleneksel politikasıyla Ak Parti politikalarını aynı paralelde görmek ne kadar gerçekçi?
9- HDP ile Türk solu arasındaki birliktelik Kürt seçmenin bir bölümünü ileride Ak Parti saflarına itmez mi
10- BDP ittihatçılaşıyor mu?
Nitekim bu sorular karşısında HDP çevrelerinin yanlış sosyolojik okumalar yaptığını anlamak için çok zaman geçmedi; 1 Kasım seçimleri HDP’nin yüzüne görmekten ısrarla kaçındığı gerçeği koydu.
Kürt sorunu konusunda özgün bir yaklaşım gerekiyor. İzlediğim kadarıyla çoğu Kürt siyasetçisi önceki dönemlerin ideolojik şablonlarının esiri olmuş ve Kürt halkını bu şablon üzerinden okuyor. Galiba sorun doğruluğundan asla kuşku duymadığımız paradigmalarımızı sorgulamanın vakti geldi. Klasik emperyalizm,sömürgecilik temelinde algı üreten sosyalizm ve geleneksel din algısı üzerinden soruna müdahil olmak imkansız görünüyor. Gerçek olan Kürt halkıdır. Bizim onu nasıl gördüğümüz veya görmek istediğimiz değil.
Şunu öncelikle belirlemek gerekir ki, Ak Partinin Kürt seçmenindeki karşılığının azalmasında yolsuzluk,saray veya 17-25 Aralık tartışmalarının çok büyük etkisi olmamıştır. Ak Partinin Kürtlere yönelik kullandığı dışlayıcı siyasal retorik Kürtlerin Ak partiye soğumasına yol açmıştır. Nitekim 1 Kasım seçimleri sonrası, HDP ve MHP’nin tutarsız politikalarıyla Ak Partiden kaçan seçmen tekrar geri döndü. Öyle görülüyor ki,sadece eleştiri üzerinden yürüyen bir siyasetin ancak kısa vadede bir karşılığı olabiliyor. 7 Haziran seçimlerinden sonra ortaya çıkan belirsizlik ortamı ve muhalefet partilerinin hükümet kurmadaki başarısızlığı, temel parametreleri “istikrar” ve “güvenlik” olan muhafazakar dindar seçmeni Ak Partiye kaydırdı.
HDP’nin bir diğer açmazı Barzani konusundaki tutarsızlığıdır. Barzani, PKK,PYD arasındaki görüş ayrılıkları ve tartışmalar belki de Kürt siyasetinde başka bir çözüm arayışının kapısını aralayacaktır. Toplumların yapısı dinamiktir,bu yüzden çözüm üretmeyen yapıların zamanla tartışılır hale gelmesi kaçınılmazdır. Sorunun dillendiren ve çözüm arayan grupların başarısızlığı bir süre sonra grup ve örgütleri sorundan beslenen ve varlığını ona borçlu olan yapılara dönüştürür. Bu durumda geçmişte sorunu taşıyan örgütler bir süre sonra çözümün önemde engele dönüşebilir.
Kürt siyaseti demokratikleştikçe, silah siyaseti belirleyen bir araç olmaktan çıkınca, Kürtler arasındaki düşünsel tartışmanın farklılaşıp derinleşeceği beklenebilir. Silahın bir siyaset aracı olarak kullanılmaktan çıkacağı tartışmaların verimli ve faydalı olduğunu düşünmek gerekir. Zaman kavga zamanı değil deyip farklılıkları bastırma aracı olarak kullanmak her şeyi açıkça konuşmaktan daha doğru sonuçlara yol açmıyor. HDP 7 Haziranda aldığı oyun nedenlerini doğru analiz edemedi ve halkın kendine verdiği krediyi son derece kötü kullandı.
Ak Parti dönemi, sosyolojik olarak dini değerleri dışlayan ve bu nedenle toplumla büyük gerilim yaşayan Türk modernleşmesinin yarattığı devlet-toplum gerilimini restorasyon dönemi olarak da okunabilir. Bu yüzden sistem içinde konumlarını kaybeden askeri ve bürokratik elit çevrelerden gelen diktatörlük suçlamaları anlaşılabilir. Altan Tan’ında belirttiği gibi siyasetin en güçlü aktörü olan Ak Partinin HDP tarafından,üstelik bürokrasi tarafından üretilen bir argümanla kategorik olarak dışlanması büyük bir siyasal basiretsizlik örneğidir.
HDP’nin görmek istemediği gerçek şu: geldiği bütün görevlere seçimle gelen bir siyasal liderin diktatörlükle suçlanması kuşkusuz ucuz bir siyasal retoriktir. Hele bütün siyasal göstergeler Türk siyasetinde Erdoğan’ın bir süre daha etkili olacağını gösterirken bütün siyasal retoriğini Erdoğan karşıtlığı üzerine kurmak siyasal basiretsizliğe en güzel örnektir.