Bir ülkede siyasal ve sosyal bir sorun oluştuğunda ilk gözlerin çevrileceği yer siyasal iktidardır; çünkü ülkenin yönetimi siyasal iktidarın elindedir, bundan dolayı oluşan olumlu ya da olumsuz olayların iktidara fatura edilmesinde şaşırtıcı bir şey yok. Kürt sorununda da ilk planda gözlerin siyasal iktidara çevrilmesinde eleştirilecek bir yön yok. Kuşkusuz siyasal iktidarlar aldıkları ,alamadıkları,almakta geciktikleri önlemler dolayısıyla eleştirilecektir. Ancak sadece iktidar üzerinden yürüyerek anlamlandırılacak bir olay değildir Kürt sorunu. Sorunun diğer tarafında yer alan siyasal aktörlerin tutumları ,siyasal söylemleri,karşılaştıkları olayların yükümlülüğünü üstlenecek yerde PKK ve KCK yi, dahası Kandil’i referans göstermeleri, sivil siyasetin önünü tıkayan önemli yanlışlardı.
Kürt sorununu anlama ve anlamlandırma konusunda en büyük teorik engellerden biri, özelde politik aktörlerin genelde insanın seçmeci bir zihinsel tutuma sahip olmasıdır. Olaylara genel bakmak yerine, indirgemeci bir zihinsel tutumla bakmak aslında bu tür bakış rahatlatıcı , ideolojik,mezhepçi zihinsel tutuma işaret eder. Kendini asla başkasının yerine koyup,empati yaparak düşünmeyi denemez. Olayları tek faktöre bağlayan indirgemeci bakış, olaylara etki eden diğer faktörlerin görülmesini engellediği gibi zihinsel bir körlüğe de neden olur.
Her sosyal oluşuma baktığım pencereden bakıyorum Kürt sorununa. Kürtlerin geleceğinin belirleyici faktörü iç bileşenlerin konumu, iç çelişki ve çatışmalarıdır. Dış sebepler belirleyici değil etkileyicidir. Barzani etrafında dönen tartışmalar aslında Kürtlerin gelecek tasarımıyla ilgili derin görüş farklılıklarının bir yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır. Kürt entelektüelleri iç dinamiklere yoğunlaşmak zorundadır. Sadece dış dinamiklere yönelmek içteki sorunları çözmekte yetersiz kalacağı açıktır.
Barzani'ye HDP içinden karşı olusun altında,Barzani'nin Erdoğan ve Türkiye ile olan bağlantıları gelmektedir. Bu durum Kuzey Irak veya Güney Kurdistan’a giden herkesin gözlemleyeceği bir durumdur. Galiba HDP çevrelerinde Barzani'nin bu tutumunun davaya zarar verdiği düşünülüyor. Benim gördüğüm Barzani'nin siyasal ufku ile HDP'nin siyasal ufkunun farklı olduğu dahası çeliştiğidir.
Kürtlerin haklarını dile getiren ve bu yakıcı sorunu gündem yapan entelektüelleri hemen bölücü diye yaftalamamak gerekmektedir. Neden bunu talep ettiklerini ve sizin bunda bir hatanız olup olmadığı üzerine düşünmek gerekir.
Kürt sorununu ve çıkış yolunu gösteren analitik bakış maalesef yok Kürt aydınları arasında. Çoğunlukla sorunlara duygusal yaklaşıyorlar; Kürt tarihini ve kültürünü içinde barındırdığı bir çok soruna karşı yüceltiyorlar,daha da vahimi "faşist TC " söylemine sığınarak içteki asıl gerçeklikle yüzleşmekten uzaklaşıyorlar. Bu onların sorunun en önemli yanı olan Kürtlerin iç çatışmaları ve anlaşmazlıkları üzerine yoğunlaşmalarını engelliyor.
Öyle görülüyor ki, Ülkemizin en çok araçsallaştırılan sorunlarından birisi de Kürt sorunudur. Kimisi ona karşı durarak kimi de ondan beslenerek siyaset yapıyor. Kürt sorunu bu soruna samimi yaklaşacak Gandi,Mandela ve İzzetbegovic gibi aktörleri bekliyor. Ne yazık ki, Kürt sorunu siyasal kariyer elde etmenin ve iktidar hesaplarının gölgesi altında araçsallaştırmaya kurban gidiyor.
Samimiyet her şeyin başıdır.HDP’nin takındığı ikircikli tavır ve seçim öncesinden başlayan ve iktidar tarafından savunulan kırıcı dil kuşku doğurmaktadır.
Konu üzerinde düşünen aydın ve entelektüellerin, başka bir çözüm,yeni bir imkanı konusunda İktidarı ve HDP’yi uyarmaları gerekiyor.
Sanıyorum Türkiye özelinde Türkler ve Kürtlerin birbirinden ayrılmaları için birbirinden nefret etmeleri gerekir. İnsanlığın önüne Türklük ya da Kürtlük konulursa çözüm olmayacak. Edinilmiş kimliklerin baskısından vatandaşlık bağına yükselmek gerekir. Bundan dolayı hukuk ve demokrasi temelinde yeni bir paradigmaya ihtiyaç var.
Diğer önemli bir sorunda bu tür terör eylemlerini herkes siyasal hedefleri ve ideolojik konumuna göre değerlendiriyor olmasıdır.
İşin bir başka yanı da bizim terör eylemi dediğimiz vahşete o grup cihat ve özgürlük eylemi olarak bakıyor.
Bir diğer önemli konuda HDP sözcülerinin kullandıkları ve genelde sol literatürden tevarüs edilen kavramlardır.Örneğin “Eş başkanlık” kavramsallaştırması. Seçimle gelen belediye başkanlarının yanına birde eş başkan koymak, bir başka gücün halkın oylarıyla seçilen başkanlara ortak olması ve denetlemesinden başka ne anlama gelebilir? Galiba PKK HDP yi kendi başına bırakmak istemiyor. Nihayetinde yaşanan bir iktidar kavgasıdır.
Kürt sorununda diğer önemli bir sorunda, çözüm sürecini başlatan aktör olan Erdoğan’ın süreç anında şeytanlaştırılması projesidir. Kabul etmek gerekir ki,Erdoğan seçim sırasında milliyetçi bir dil kullanırken, Selahattin Demirtaş’ta seçim sonucunu solun zaferi olarak yorumlamıştır. Erdoğan’ın tavrında elbette önemli sorunlar bulunabilir. Ancak bu noktada birbiriyle çelişkili iki önerme öne sürülmektedir. Birinci Önerme : Erdoğan seçimi kazanmak için ülkeyi savaşın esiğine getirdi.İkinci Önerme: Erdoğan karşıtları Erdoğan’ın kaybetmesi için ülkeyi savaş yerine dönüştürmeyi göze aldı. Son dönemdeki ittifaklar bunu gösteriyor büyük ölçüde ikinci önermenin doğru olduğunu gösteriyor.
Oysa tartışmayı Türk siyasetinin geçirdiği değişim üzerine oturtmak gerekir. Daha verimli ve anlamlı bir analiz yapabilmek için,Türk siyasetindeki nitelik değişiminin nereye evrildiği, siyaseti yönlendiren dinamiklerin ne olduğu üzerine düşünmek gerekir.
Cumhuriyet modernleşmesi sürecinde Kürt ve İslam sorunu da dahil, "Türkiye nedir?"sorusu üzerinde toplum kesimleri anlaşabilmiş değildir. Toplum kesimlerinden her birinin Türkiye tasavvuru farklı. Buna bağlı olarak gelecek tasavvurlarımız da değişiyor. Devlet eliyle toplumu dizayn etme fikrini önceleyen ve bunu radikal bir biçimde uygulamaya koyan Cumhuriyet modernleşmesi artık yeni bir toplumsal sözleşmenin temelini oluşturamaz. Atatürk adamı boyunca laik, pozitivist, dinden olabildiğince arındırılmış,etnik bakımdan Türk öncelikli bir ulus yaratmak istemişti. Doğrusu toplumsal gerçekliğe bakıldığında bu proje mümkün değildi. Laiklik politikalarıyla dindarlar ,Türkçü politikalarla Kürtler entegre edilmeye çalışıldı.
Tek Parti dönemi politikaları tek tipçiydi, otoriterdi, asimilayoncuydu, türediydi ve bu milletin kadim değerlerine aykırıydı.
Çeşitli tepkilerle ve binlerce kişinin ölümüyle sonuçlanan süreçte, ne Müslümanlar laikleşti, ne de Kürtler Türkleşti .
Kuşkusuz HDP’nin demokratik meşruiyeti asla tartışılamaz. Tartışılacak olan partinin kendisiyle PKK arasına sıkışması ve sivil siyasetin silaha teslim olma ihtimalidir.
Türkiye özelinde atılan demokratik adımlar, silahlı mücadeleyi meşru olmaktan çıkarmıştır. Bu aşamadan sonra yürütülecek mücadele demokratik sivil itaatsızlık olmalıdır. Sivil İtaatsizlik, yapılan eylemin bedelini üstlenmekten kaçınmamayı, sivil halka asla zarar vermemeyi, kendini gizlememeyi, ahlaki sınırları aşmamayı gerektirir .
Şiddet değil, sözün ve haklılığının gücüyle mücadele edilmelidir. Bu noktada Mandela,Gandi ve İzzetbegovic’i gibi,mücadeleleri bütün dünyada saygı uyandıran liderlerin mücadelesini örnek almak gerekir. Bu liderler anlayışlarını sözün gücüne dayandırdı ve bütün dünyanın saygısını kazandılar.
Etnik sorunların çözümünde bir diğer önemli faktör de edinilmiş aidiyetlerin sorunun anlaşılması önünde engel oluşturmasıdır. Kimlik bireyi o yapan şeydir ve asla pazarlık konusu değildir. Kürt sorununa farklı pencerelerden bakabiliriz,ama iş Kürtlere ve taşıdıkları kültürel değerleri tartışmaya açmaya gelince orada durmak gerekir . Bir halkın durumunu inancını, kültürünü, dilini kimse tartışmaya açamaz.
Savaşın veya çatışmanın kaçınılmaz olduğu durumlarda savaş hukuku devreye girer. Evrensel ilkeler sivillere, sivil hedeflere, mabetlere , din adamlarına,bahçesinde çalışanlara, çocuklara, savaşla doğrudan ilgisi olmayanlara dokunulamaz. Savaş hukuku sadece savaşan aktif kişiler arasındadır. Peygamberin Sünneti de buna işaret etmektedir. Sivil hedeflere yönelik her faaliyet terördür. Barajlara, yollara, ambulanslara ,petrol boru hatlarına yapılan saldırılar ve intihar eylemleri terördür.
Bütün entelektüeller kardeş kavgasını derinleştirecek söylemden uzak durmalı, çatışmayı değil, elleri tetikte olanların eylemlerini değil,çözüm için çaba harcayanların yanında olmalıdır
Öyle görülüyor ki, son süreçte tarih HDP ye büyük bir imkan sundu. Ama onlar uyguladıkları tutarsız politikalarla bunu heba ettiler. Ben silahı bırakıyorum diyerek operasyonları işlevsiz kalabilirdi. HDP bunu yapmadı,silaha sarılarak hem sivil siyaseti olumsuzladı ,hem de bir büyük imkanı heba etti.
Süreç sırasında PKK’nın bazı ilçeler de kurduğu "alan hâkimiyeti" ve uygulamaları , Tek parti faşizmini gölgede bırakacak mahiyette uygulamalar olarak ortaya çıktı. Bu da PKK içinde derin bir ittihatçı geleneğin izlerini ortaya çıkardı.
Kürt aydınlarının Türk siyasi anlayışına yönelttikleri her eleştiri aynıyla Kürtler’de de var. Sanıldığının aksine Türk ve Kürt siyasal akılları arasında fazla fark yok. Siyasal açıdan büyük ölçüde örtüşüyorlar,çünkü zihniyetler,siyasal tavırlar günlük oluşmazlar .
Çatışmanın başlama sürecinin bir diğer önemli özelliği Öcalan’ın sessizliğidir. Öyle görülüyor ki, süreçten ve süreç sırasında ortaya çıkan uygulamalardan oldukça rahatsızdır. Ayrıca HDP yöneticilerinin dillendirdikleri “öz yönetim”, “alan hakimiyeti” kavramlarının sol nostaljiden başka bir anlamı yoktur. Hiç kuşku yok ki, çözüm sürecinin aktörü olarak Öcalan ve PKK yi önemsemek gerekmektedir. Ancak görülen o ki, Öcalan in pasifize edilmesi tehlikesi önümüzde durmaktadır . Gerçek şu ki, Baştan biri devletin içinde olduğu gibi PKK nin içinde de barış süreci karşıtları vardır ve bunlar sürecin sekteye uğramasını dört gözle beklemektedir. Kandil,PKK ile HDP arasındaki ilişkinin kesilmesi talebi ne anlamlı ne de gerçekçidir. İstenecek olan demokratik siyaset kanallarının açılmasından sonra HDP'nin Kandile öncülük etmesini talep etmektir. Bu açıdan Türk siyaseti önemli bir fırsat yakalamıştır. HDP'nin Kandile teslim olması veya Kandil'in HDP'ye öncülük etmesi ise tam bir felakettir. Kürt siyasal hareketine HDP kadroları öncülük etmelidir. Kandil ve genel anlamda dağın HDP'ye öncülük etmesi mümkün değildir. Çünkü Dağ modern katılımcı siyasetten çok Harici anlayışla beslenir.
Türkiye'nin yaptığı operasyonlar dünyada eskisine göre çok daha az tepki alıyor. Geleneksel olarak Kürt politikalarını eleştiren Almanya ve Fransa dahil. Peki bu durum nasıl anlaşılmalı? Kuşkusuz destek daha çok PKK’nın pozisyonundan kaynaklanıyor. PKK’nın baraj inşaatını engellemek ,ambulanslara ateş etmek, polis lojmanda uyuyan polisleri infaz etmek gibi eylemleri HDP’nin barış söylemini iyice zayıflatıyor. Ne yazık ki, milliyetçiliğin yarattığı körlük savaştan başka mücadele biçimi tanımıyor . Ne yapıp edip sorunu milliyetçiliğin dışlayıcı paradigmasının dışına taşımak gerekir.
Sorunun bir diğer önemli yönü sorunun etnik temelde ele alınıyor olmasıdır. Oysa etnisiteye mahkum dil,kuşatıcı,insani ve demokratik değerler üretemez. Milliyetçilik doğası gereği dile,tarihe,kültüre etnisite içinden bakar; dolayısıyla kendini sınırlar ve içe hapsederek değişimi engeller.İnsanlar birbirleriyle etnisite üzerinden değil insanlık ve evrensel değerler üzerinden iletişim kurmalıdır . Etnisite üzerinden dışa dönük değerler üretilemez ve diğer insanlara konuşulmaz. Zorunlu olarak içe yani kendi etnisitenize dönerek siyaset üretirsiniz. Buradan milliyetçi bir dilin üremesi kaçınılmazdır. İçe dönük milliyetçi bir dilin üretilmesi, sorunun daha da derinleşmesine yol açacaktır.
Benim siyasal tercihim Türkler ve Kürtlerin yeni bir anayasal konsensüs içinde bir arada yaşamalarıdır. Öcalan/HDP çizgisinin evrildiği yer de burası. Bu eğilimin önü kesilmemelidir. Türkler ve Kürtler, 1071'de Yavuz Sultan Selim döneminde, Kurtuluş Savaşı döneminde yaptıkları uzlaşmayı, günümüzde yeni bir anayasal konsensüs içinde tekrar yapmalıdır. Öyle görülüyor ki, Cumhuriyetin kuruluş paradigması barış içinde birlikte yaşamaya imkan vermemektedir.
Sosyolojik olarak test edilecek bir konu da Kürt siyasal hareketi laik ve sol siyasal elitlerin dindar kitleyle hangi dil üzerinden iletişim kurabileceklerini de deneylenmesi olacaktır. Sol geçmişi olan siyasal elitlerin dinle buluşması hem kendilerini dönüştürme hem de toplumu dönüştürme yönünde ilginç veriler sunacak bize. Sorun HDP siyasal elitlerinin bunu siyasal bir manevra olarak mı yoksa toplumsal bir dönüşümün adımı olarak mı yaptıklarını test etmektir.
Kürt toplumundaki siyasal değişim sosyolojik olarak, o toplumdaki değişimle doğru orantılıdır. Ak Partinin son süreçte izlediği politikalara karşı bir tepki ve bir arayıştır HDP ye yönelme. Bundan sonra kim Kürt toplumundaki sosyolojik değişimi ve gerçekliği anlarsa ona yanıt verecektir. Öcalan ın Bağımsız Kürdistan idealinden , demokratik özerkliğe evrilmesi sosyoloji ile ilgilidir. HDP ye kayan oyun ana faktörü bağımsızlık isteği değil, Ak Partinin çözüm süreci konusundaki dilidir. Öyle görülüyor ki, Kürt toplumunda bir koalisyon oluşturan HDP nin durumu da hiç kolay değildir.
Ak Partiden Kopan Kürt dindarların HDP'ye kaymasında ne yolsuzluk iddiaları,ne başkanlık tartışmaları, ne 17 -25 aralık iddiaları ve ne de Berkin Elvan gibi olayların etkisi var. Bana göre en büyük etken Ak Partinin Kürtlere karşı yürüttüğü dışlayıcı dil ve yükselen Kürt milli şuuru. Çünkü diğer tüm etkenler Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı seçiminde de vardı ve bu kitle ona oy verdi. Sosyoloji bize seçmen davranışlarını anlama konusunda yeteri imkan sunuyor.'
İçinde bulundukları toplumun siyasal Önderliğini yapanlar iki kayıtla sınırlanırlar:
1- ideal siyasi hedefler
2-Dünyanın ve toplumlarının mevcut siyasal ve kültürel durumları.
Bu iki durumdan birini tercih etmeye zorlar siyasi önderleri tarih. Kuşkusuz dünyanın değişen tarihsel şartlarını dikkate almayan insanların başarı şansı yoktur. Sürgit sosyalizm ve İslam devrimi üzerine toprağa düştü milyonlarca insan. İdeali temel alan insanlar hayali davranmakla ve dünya gerçeklerini ıskalamakla suçlanır. Büsbütün realiteye teslim olanlar da , ideali gözden kaçırmakla suçlamaktan kurtulamazlar. Öyle görülüyor ki, ideal ile realite arasında anlamlı ve tutarlı bir ilişki kurulmalıdır.
Şurası açık ki, Kürt siyasetinde Barzani bilgeliği gerçekliği temsil ederken Kandil, PKK’ın bir bölümü ve Kürt gençleri gerçeklikten kopuk bir idealizmi temsil ediyor. Bu noktada Öcalan’ın geçirdiği değişimi izlemek ve idealizmden realizme dönüşün izlerini iyi okumak gerekir. Kürt siyasetçileri ve aydınları şunu bilmeli ki, süreçten birinci derecede belirleyici aktör kendileridir. Sorunun nedenini sürekli dış faktörlere aktararak açıklamak hem sorunun tüm boyutlarının görülmesini engeller ,hem de iç eleştiriyi büyük ölçüde ortadan kaldırır.