erotik shop
Bugun...
Cemaat Kültürünün Toplumsal ve Siyasal Yapıya Etkisi ve Gülen Cemaati


Yusuf Yavuzyılmaz Fikir Zemini
 
 
facebook-paylas
Tarih: 10-10-2015 04:27

Bir partiye gruba cemaate angaje olanlar hayata o aidiyet içinde bakıyorlar. Kişiliklerini aidiyet kurdukları yapıyla özdeşleştiren kişiler, kendi grubuna yapılan her eleştiriyi yanlış, kendi grubunu öven her şeyi doğru sayıyorlar.Aidiyet insanı çoğu kez hak ve adaletten ayırıyor. Birey için grup çıkarları ve öğretisi ne pahasına olursa olsun savunulması gereken dogmaya dönüşüyor.Bu yüzden öncelikle cemaat kültürü eleştirel düşünceyi yok eden bir araca dönüşüyor ve bütün diğer yapı ve kurumları kendine benzetiyor. Acaba bu zihniyet dünyasının oluşumunu etkileyen tarihsel faktörler nelerdir? Kuşkusuz olayların tarihsel nedenlerini araştırırken,tarihin üzerimizdeki etkisini analiz etmek gerekir.

“Tarihin üzerimizde iki olumsuz etkisi var: Biri yanlış ve zararlı olmalarına rağmen geçmişten tevarüs ettiğimiz alışkanlıklardan kurtulmamızın önüne geçer, diğeri bununla bağlantılı olarak atalarımızın suç ve günahlarını meşrulaştırma çabası dolayısıyla bugün ve geleceğimiz üzerine blokaj kurulmasına sebep olur.(Ali Bulaç/ Zaman, 28 Ekim 2015)

Tarihsel geleneğimiz ne yazık ki, bugün siyasal ve sosyal tepkilerimizi olumsuz bir düzlemde etkilemeye devam etmektedir. Toplumların olaylar karşısında gösterdiği tepkilerin temeli, toplumun geçmişten devraldığı mirasın etkisi altındadır. Toplumun davranışlarını yönlendiren zihniyet dünyası birden ortaya çıkmaz ve değiştirilmesi de kolay değildir.

Türklerin İslam anlayışı büyük ölçüde Gazali- Yusuf Has Hacib çizgisinde belirlenen dini yoruma dayanmaktadır. İkinci anlayış ise Orta Asya’dan gelen otoriter devlet geleneğidir. Bu devlet geleneği, Emevilerin dini ideolojisiyle birleşerek bugünkü zihniyet dünyasını oluşturmuştur.

Hem insanların farklı düşünceleri savunmalarını istiyoruz, hem de farklı düşünce dile getirenlere yapmadığımızı bırakmıyoruz. Faşizm bizden farklı düşünenlere nasıl davrandığımızla ilgilidir. Bunun temelinde yatan etken, bütün özgürlük iddialarına karşın, zihinsel anlayışın derinliklerinde yuvalanan otoriter zemindir.

Bilindiği gibi tarihten devraldığımız otoriter ve itaatçi gelenek sadece dini yapıları değil,seküler cemaatleri de etkilemektedir. PKK’dan DHKP-C’ye, MHP’den CHP’ye ,HDP den Ak Partiye bu kültürün etkisi açıkça görülmektedir. Devlete karşı özgürlük talep eden hareketlerin mevcut yapılarının  da otoriter bir gelenekten beslenmesi sorunu daha da karmaşık hale getirmektedir.

Öyle görülüyor ki, özgürlük iddiasının test edileceği yer iktidardır. İktidar olmayan grup ve örgütlerin özgürlük anlayışlarına daima mesafeli yaklaşmak gerekir. Çünkü muhalif akımlar henüz baskı kuracak kurumlara sahip olmamışlardır. İktidar ele geçirilip baskı araçlarına hakim olunduğunda nasıl davranacakları samimiyetlerinin test edileceği dönemler olacaktır.

Binlerce yılın birikimini birden değiştirip dönüştürmek zor gözüküyor. Üstelik bunu dönüştürmek için uğraşanların iktidara geldiğinde adil davranacaklarını dair hiçbir garantimiz yok. İslam’ın özgürlüğe en yatkın ve adaleti temel değer olarak kabul eden mezhebi Mutezile iktidar olduğunda muhalif düşüncelere karşı son derece acımasız davrandığını ve iktidar imkanını kullanarak baskı yaptığını biliyoruz.

            Öyle görülüyor ki, mücadele aslında özgürlük mücadelesi olmaktan çok iktidarı ele geçirmek mücadelesidir. Sivil toplumun güçlü olmadığı durumlarda devletin devasa gücünü arkasına almak , ideolojik dönüşüm için büyük önem taşımaktadır. Türkiye’de iktidar savaşlarının sert geçmesinin altında ,devletin devasa gücünü arkasına alma mücadelesi vardır.

            Devleti ele geçirmek yerine topluma yönelmek daha başarılı sonuç verebilirdi. Said Nursi "ikinci Said " dediği dönemde ana düşünce olarak bunu belirlemişti. Bu yöntem Türkiye'deki en başarılı sonucu doğurdu. 
Siyasal İslamcılar toplumdan çok devleti amaç edindikleri ve bu süreçte toplumu ihmal ettikleri sürece başarısız olacaklardır. Türkiye'deki İslamcıların Said Nursi kadar başarılı olamamalarının altında devleti ele geçirme ve imkanlarından yararlanma ideali yatmaktadır.Devlet eliyle dönüşüm projesi başarılı olsaydı, Kemalizm’in bütün devlete hakim olduğu ve 27 yıl süren bir dönemde ülkenin Kemalist olması gerekirdi. Kemalizm devleti dönüştürerek başarılı olacağını düşündü ve toplumu unuttu. İslamcılık da benzer bir yolu izliyor.

            Cemaatinde ana sorunu bu oldu. Devletle görece mesafeli olduğu dönemde elde ettiği birikimi devlete eklemleyerek trajik bir şekilde bitirdi. Son tahlilde iktidar karşısında aldığı konum muhalif olmak ve sivil toplum refleksi göstermekten değil, devlete hakim olmasının engellenmesinden dolayıdır. Bu Cemaatten yüzden sivil toplum örgütü çıkması bu yapıyla imkansızdır.

Sosyolojik olarak Türkiye'deki bütün örgütlenmeler aslında cemaat örgütlenmesinin bir benzeri olarak tezahür eder. Cemaatte cemaat liderine olan bağlılık diğer alanlarda ulu önder,şef,lider,önderlik şeklinde devam eder.

Cemaat tek başına yenmek imkanı olmayan iktidarı,iktidara muhalif olan her kanalı kullanarak yenmek veya en azından kendine zarar vermeyecek bir şekilde etkisizleştirmek istiyor. Bunun için kendilerinin de muhalif oldukları herkesle işbirliği yapmaya hazırlar.Yürüttükleri mücadelenin  İlkeli,ahlaki , irfani olmaması sürdürdükleri mücadelenin pragmatizmini göstermektedir.

Cemaat ve iktidarı bir araya getiren etken, değişik gerekçelerle de olsa ortak hedefleriydi. Şurası açık ki, Cemaate karşı en etkili muhalefeti ve takibi yapan,laiklik ve Kemalizm hassasiyeti dolayısıyla askeri bürokrasi idi. Ak Parti açısından ise askeri bürokrasi demokrasinin önünü açabilmek için geriletilmesi ve denetim altına alınması gereken bir güçtü. Bu noktada iktidar ile Cemaatin yolları kesişti. Cemaat bağlısı polis ve yargı mensupları mevcut kanunların yeterli olmadığını savunarak kanun ve kurulların (HSYK) değiştirilmesi için iktidara öneri yaptılar. Bu süreçte bir Mazlum-Der avukatı bu yasalarla cemaat isterse iktidarı bile sorgusuz hapse atabilir,bu kadar kontrolsüz yetki sorunludur demişti. Bunun üzerine iktidar HSYK'nın yapısını değiştirerek cemaate bağlı yargıçları yargı güvencesi altına aldı.(Hani Gülen'in mezardakiler bile oy kullanmalı dediği anayasa değişikliği) İktidarla arası bozulunca cemaate bağlı yargıç ve polisler Balyoz,Ergenekon ve Şike davalarında kullandıkları yöntemleri 17-25 Aralıkta iktidarı denetim altına almak için kullandılar.
Hesaplayamadıkları Erdoğan'nın direnci ve inadıydı.

Cemaatlerin iktidarlarla olan ilişkisinde Gülen cemaatinin önemli bir farkı var. Gülen dışındaki cemaatleri siyasal partiler ve iktidarlar yönlendirirler, Gülen cemaati ise siyaseti yönlendiren ana aktör durumuna gelmişti. 1990’lı yıllarda başlayan süreç 2010’lu yıllara kadar bu şekilde devam etmiştir. Bu noktada cemaat elde ettiği birikim ve iktidarla iyi ilişkilerinden dolayı devlet içindeki örgütlenmesinin gücüne dayanarak kibre kapıldı ve iktidarı yıkabileceğine inandı. Devleti yönetmeye aday olunca devlet refleksini gösterdi.

Gülen cemaatinin serüveni siyaset –cemaat ilişkilerinin çarpıklığını gösteren en çarpıcı örneklerden biridir.  Bu mücadeleden çıkacak en önemli sonuçlardan biri, devlet kurumlarından birinin ve ya bir kaçının  bir cemaatin etkin olacağı bir biçimde dizayn etmenin yanlışlığıdır. Cemaat kültürünün ürettiği bağlılık diğer bağlılıkları aştığından, bir cemaat mensubu devlet ile cemaati arasında bir anlaşmazlık ortaya çıktığında cemaatini tercih edecektir. Çünkü yetişme tarzı bütünüyle bu refleksi göstermesi içindir. Cemaat mensubu için cemaatin üstünde hizmet edilecek hiçbir kurum yoktur. Devlet,din ve diğer kurumlar cemaate hizmet ettiği sürece anlamlıdır. Cemaatin kendi dışındaki dini yorumları kabul etmemesinin temelinde dini söylem üzerine kurduğu hegomonik anlayış vardır.

[email protected]



Bu yazı 2005 defa okunmuştur.

YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA
SON YORUMLANANLAR HABERLER
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
GÜNDEMDEN BAŞLIKLAR
YUKARI