Suriye’de meydana gelen son gelişmeler birkaç hususu açığa çıkartan bir turnusol kağıdı görevi görmüştür.
1-) ABD, AB ve NATO’nun Türkiye’ye dair bir işbirlikleri ve destekleri bulunmamaktadır. İttifak şemsiyesi sadece Batının ve özellikle de ABD!’nin menfaatlerine hizmet etmektedir. Türkiye NATO için katkı sunması gereken ve fakat katkı sunulmaması gereken bir Müttefik hükmünde. Bu açıkça söylenmiyor ancak uygulama ve tavırlar bunu serahaten ortaya koyuyor.
Bir diğer husus da ABDve AB için Türkiye, kendilerinin istek ve arzularına uygun davrandığı sürece bir mana ifade etmektedir. Kendilerinin her dediğini yapan ve kendisi için bir talebi olmayan Türkiye’dir istedikleri. Avami bir tabir ile boyun eğen, bir tür emir eri.
Kendisi için talepleri olan, yerine göre farklı duruş sergileyen, yer yer dik duran bir Türkiye işlerine gelmez.
Son Suriye gelişmeleri bu hususları çok açık bir şekilde ortaya koymuş bulunmaktadır.
2-) Rusya için Türkiye ticaret yaptığı, ticaretin de kendi kontrolünde olmasını istediği, bölge coğrafyasında kendi menfaatlerine uygun davranan bir Türkiye. Tarihsel geçmiş itibariyle Rusya hep ikircikli, iki yüzlü politikalar gütmüş, güç kullanma noktasında tereddüt göstermemiş bir Ülke.
Ancak Rusya, Batı blokuna karşı güç kullanma denemelerine girmeyen bir Ülke Suriye sahasında meydana gelen gelişmeler de bunu gösteriyor.
ABD ve NATO’nun Türkiye’ye desteklerini Suriye sahasında test eden Rusya, bundan sonra Türkiye’ye karşı daha dayatmacı ve agresif bir politika izleyebilir. Son Moskova görüşmeleri sonrası ortaya çıkan metne bir de bu gözle bakmakta yarar var.
3-) Suriye coğrafyası ABD ve Rusya arasında perde gerisinde paylaşılmış ve bu paylaşım sahaya da yansımış durumdadır.
ABD ve Rusya birbirlerinin alanlarına karışmamaktadırlar. Perde gerisi anlaşmalarının bir diğer yansıması da kendi alanlarında seküler yapılara ön açmaları ve destek vermeleridir.
Türkiye, sahada yalnızlaştırılmış durumdadır. Sahanın zayıf halkasını oluşturmaktadır.
4-) İran, Suriye’de Rusya ve Esed rejimi ile müttefiktir. İran, ABD alanlarına yönelik hiçbir girişimde bulunmamaktadır. Rusya’sız İran ve Esedin Suriye sahasında varlıkları ciddi bir anlam taşımamaktadır.
İran, Mezhep temelli yaklaşımlarına bir coğrafyayı peşkeş çekerek tarumar olmasının ciddi manada sebeb olmuştur. Bunu yaparken Müslümanlara da Bölge ve Dünya bağlamında ciddi zararlar vermiştir.
5-) Suriye sahası, Esed, İran ve Rusya açısından kontrol edilebilir bir nüfus sahibi olması istenmektedir. Bu itibarla mültecileşmeyi sağlayacak her türlü pervasızlığı, kendi alanlarında uygulamaktadırlar. Bu husus ciddi manada başarılmış durumdadır.
İdlip sahası eğer bu blokun eline geçer ise yaklaşık 2-2.5 milyon insan daha Suriye’yi terk edecek ve mülteci olacaktır. Bu da Suriye’de yaşayan nüfusu daha da küçültecek ve Esed rejiminin hem seçimlerde hem de sahada kontrol edebileceği bir imkan sunacaktır. Halen Rsusya-İran Rejim etkinliğinde olan alan seküler ağırlıklı bir nüfustan oluşması sağlanmış olacaktır; Nusyariler, Baasçı Sunniler.
ABD, kendi kontrol alanlarında bu nüfus azaltmalarını zaten epeyce sağlanmış durumdadır. ABD bu alanı Esede vermeye pek niyetli görünmüyor. Bu alanda seküler Kürt, Arap ve Türkmenlerden oluşan kendisine bağlı bir yapı oluşturmayı hedeflediği görülmektedir.
6-) Suriye coğrafyasının durulmaya başlaması için henüz zaman erkendir. Çünkü, hesap ve planları olan hegemonik güçlerin istedikleri kıvama gelmediğini görmek gerekir. Dolayısıyla kan dökülmeye ve insanlar tehcir edilmeye devam edecek gibi görünüyor.
7-) Sahada etkiyi oluşturan en ciddi husus, GÜÇTÜR. Güçlü olanlar güçleriyle orantılı olarak sahada etki oluşturmakta ve planlarını uygulayabilmektedirler.
8-) Sınırların açılması ve Mültecilerin Avrupa sınırlarına dayanması da şunu tartışmasız şekilde göstermiştir. Avrupa ve Batı için (Rusya ve Çin de dahil) İnsan hakları, insanın kıymeti kendi sınırlarına kadardır. Sınırlarının dışı ise romantizmdir, ego tatminidir, siyaset enstrümanıdır.
Batı için insan, menfaatlerine yaradığı kadardır. Mülteciler zaman zaman dillerine dolayabilecekleri bir husustur ve kapılarına dayanmamalıdır. Dayanmaya kalkışırlarsa insanlık da insan hakları da sona erer.
Batı dünyası zihinsel kodları itibariyle; kendisini üstün gören, sömürgeci ve barbardır. Rahmetli Bilge Aliya’nın dediği gibi; “Batı hiçbir zaman MEDENİ OLMAMIŞTIR.”
9-) Türkiye’nin entelektüel dünyasının zihinsel işgal altında olduğu, kendi toplumunu da Bölge toplumlarını da tanımadığı, Batının zihinsel ezberleriyle düşündüğü, farklı çareler çözümler, yollar üretmediği bir kere daha ortaya çıkmıştır.
Çünkü, yaklaşık 150 yıldır bu coğrafyanın entelijansiyasını ve akademyasını belirleyen Batının zihinsel kodlarından üremiş düşüncelerdir. Bu düşünceler ile şekillenmiş bir zihin dünyasının egemen olmasıdır. Jön Türkler, ittihatçılar ve Cumhuriyet dönemi entelektüel ve akademisyenlerini böyle görmek gerekir. Aynı durumu, Suriye, Irak, Mısır, Cezayir ve diğer coğrafyalarda da görülmektedir.
Cumhuriyet döneminde tarihsel birikim ve tecrübe hafızası sıfırlanmış ve yerine eğitim yoluyla Batının zihinsel üretimleri boca edilerek ezberletilmiş bir entelektüel ve akademik dünyanın varlığı unutulduğunda hata yapılmış olur.
Suriye meselesi aynı zamanda bu zihinsel işgalin ciddi yansımalarının da görünür olma imkanını sunmuştur.
Hafızası resetlenmiş bir okur yazar dünyasından; kendi toplumundan ziyade, ezberleriyle düşündüğü dünyanın menfaatlerine uygun davranış ve etkileme beklenir ki bu durum kendini göstermiştir maalesef.
10-) Bir Ülkenin gücü; toplumsal aidiyetin yükseklik ve etkinliği, adaletin güvenilir ve yaygın kabulü, konvansiyonel silahlarının kahir ekseriyetini üretebiliyor olması, ekonomide aidiyetle paralel üretkenliğin olması ve bunların sağladığı yekpare hareket edebilme tutum ve davranışlarıyla ölçülür.
Suriye meselesi bu hususlarda daha alınması gereken çok mesafe olduğunu göstermiştir ki bu ders alınır ve gerekleri ifa edilirse güçlü olunma imkanlarını da sunar.
Aslında her mesele ve olay eğer dersler çıkarılır ve doğruyu arama ve bulma aracı kılınırsa; toplumlara ve insanlara fayda ve hayr getirici olur.
Bölge coğrafyasına; bir Selahaddin ve bir Yavuz mantığıyla ve düşüncesiyle bakmak, tarihe mal olmuş tecrübelerinden dersler çıkararak siyasetler üretmek ve adımlar atmak gerekliliği kendini yeniden dayatmaktadır.
Wesselam.