Srebrenista; BM gözetiminde yaşanan ve sömürgeci ve barbar Batının işlediği bir soykırımdır. Srebrenista; sömürgeci Batının hak, hukuk iddialarının sadece kendi çıkarları için var olduğunun son kanıtıdır. Müslümanın akan kanının Batı için, hiçbir değer ve anlamının olmadığının da açık bir göstergesidir.
Müslüman coğrafya, şu son 150 yılda, bir yandan sömürgecilerin elleriyle Cezayir’de, Libya’da, Irakta, Afganistan’da, Afrika’nın orta ve güney bölgelerinde, Filistin’de ve en son Bosna’da ciddi soykırım ve katliamlar yaşamıştır.
Öte yandan, adı Müslüman olan ancak sömürgecilerin aksi sedası olanlar eliyle Hama’da, Hocalı’da, Halepçe’de, Halep’te, Dersim’de, Zilan’da, Diyarbekir’de ve diğer yerlerde katliamlar yaşamış bir coğrafya.
Suriye, Irak, Arakan ve Filistin’de hala bu katliamlar devam ederken, yerli ve adı Müslüman olanlarca daha ne katliamlar yaşatılacağı da meçhul.
Müslüman coğrafya, sömürgeci hegemonlarla ilişkilerde, onlara benzemeye, kendi dünyevi hırs ve menfaatlerini sömürgecilerin menfaatlerinde görme hamakatını sürdürdükçe, daha nice soykırımlar ve katliamlarla yüz yüze gelecektir, kim bilir?
Batılılaşma ve modernleşme serüveninde modernleşen ve sömürgecilere benzeşme yarışına giren, kendi asli kimlikleri olan, “adalet, dürüstlük, eminlik, hakka-hukuka riayet, kardeşlik, dayanışma, yardımlaşma, merhamet ve sevgiyi” ıskalayan, hayatlarının dışına iten Müslümanlar; kendilerini fiili veya zihinsel olarak işgal eden sömürgeci düşmanlarına benzeyerek, yani “modernleşerek” parçalanma, bölünme, kavim, mezhep, ideoloji diye farklılıklarını ayrımcılık aracı kılarak gettolaşmaya yönelmeyi bir marifet sayar oldular.
Gündemleri olmadığı halde, dini tartışma konularını asıl meselelerinin önüne geçirdiler. Konu başlıkları çok… Oryantalistlerin oluşturmaya çalıştığı protestan İslam anlayışının, içeride ki taşıyıcısı ve savunucusu olanlar eliyle gittikçe daha bir parçalanmakta ve dini değer ve ahlaktan uzaklaşmaktadırlar.
Ne diyordu Bilge Aliya; “Savaşı, mağlup olduğumuzda değil, düşmana benzediğimizde kaybetmiş oluruz.”
Müslüman coğrafya; kendisini akbabalar gibi parçalayarak yemeye ahdetmiş sömürgeci Batıya benzeme ona benzedikçe şirinleşeceği, kabul göreceği zehabına kapılma yarışında adeta.
Modernleşme diye bir dokunulmaz ve tartışılmaz paradigmanın çarkları arasında un ufak olmakta, ancak bunun farkında bile değil maalesef.
Gündelik siyaset çekişmeleri, alan kapma yarışları, gücü kendi gettosuna taşıma histerileri, kendisinin dışında kalan herkes ve kesimi dışlama ve ötekileştirme tavırları sürgit devam ederken, sömürgeci Batı, hem hegemonik yapısıyla, hem desise ve hileleriyle düşmanlaştırma, birbiriyle uğraştırma algılarıyla; egemenliğini sürdürmektedir.
İçeride “modernleşme” adına geliştirilen tezler, uygulamalar ile Batının yerli aksi sedalarının farkında olarak veya olmayarak verdikleri mücadele;
Doğrudan doğruya bu mazlum coğrafyayı Batıya benzeyen-kendisi olmayan-iddia ve idealleri yok edilen bir konuma düşürmekte,
Öte yandan kötü kopyanın benzemeye çalıştığı nezdinde kıymet sahibi olamayacağı en basit gerçeğini ıskalamakta,
Bir diğer yandan da bu benzeşme çabalarıyla kendi asli, Dini değer ve ahlaki gerçeklerini imha etmekte ve çulsuz-çıplaklar olarak egemenlerin iştahına sunulan birer lokmaya dönüşmektedirler.
İnsan-hayat-kainata dair tasavvurlarını kaybedeli beri, savunma refleksleriyle hareket eden, zihin ve zeka enerji ve performansını savunmaya harcayan bir coğrafyadır Müslüman Coğrafya.
Modernleşme ile içiçe yaşanıldığından geliştirilen savunma dil ve tutumu, modernleşmenin hallerini yaşayarak sürdürülemeyeceğinden, savunma da kaybedildi maalesef.
Peki nedir Modernleşme?
Modernleşmenin insan, hayat ve kainata dair bir tasavvuru, bir paradigması var, bilim ve Teknolojide ki gelişmeleri sağlamanın üstünlüğünü elinde tutarak; “daha çok tüketen, daha fazla hız ve hazza tutkun olan, bu hususlara erişmek için her yol ve yöntemi meşrulaştıran bir paradigma.”
Bu paradigmanın tahakkuku için aile ve nesil güvenlik ve geleceğinin de bir anlamı yoktur. Hatta insanın fıtratı da önemli değildir. Yeter ki insanlar daha çok hız, daha çok haz ve daha çok tüketime tutkun ve vurgun olsunlar. Buna ulaştıracak yollar açılır, desteklenir, meşrulaştırılır.
Türkiye’de ki son yıllarda yaşanan feminizm, LGBTİ gibi hareket ve çıkışları, bu ülkenin bu hareketlere meşruiyet sağlayacak İstanbul Sözleşmesini kabul etmesi, 6284 sayılı Yasa ve toplumsal cinsiyet eşitliği projelerine Milli Eğitimin, YÖK’ün ve güçlü kapitalist holdinglerin destek vermesi bu kabilden okunması ve görülmesi gereken hususlardır.
Hal ve gidiş bu durumdadır canlar!
O zaman ne yapılmalı, neler yapılmalı? Sorusu daha bir anlam ve değer kazanmaktadır.
Öncelikle iki hususta anlaşmaya varılmalı;
Birincisi, Batıya benzemekle Batı nezdinde değer kazanılamayacağı, aksine kendi aslına-insanına ihanet edenin itibarsızlığı konumunda kalınacağı kabul görmelidir. Bu nedenle benzeme histerisinden behemehal kurtulma yolları aranmalı ve bu irade ortaya konulmalıdır.
İkincisi, Batının kavram dünyası ve egemen kültürel ve siyasal kodlarıyla düşünmek ve tavır geliştirmek yerine, kendimize ait yeni bir dil, tutum ve tasavvur inşa etmeye yönelmek zorundayız.
Bu iki hususu hayata geçirmek için de unuttuğumuz adalet, dürüstlük, eminlik ve kardeşlik vasıflarımızla farklılıklarımızı azaltmak, birbirimizi sevmek, hatalarımızla kabul etmeyi bilmek, güç ve menfaat hırslarından, dünyevileşmekten sıyrılmak ile yola koyulmak gerektir.
İnsana, hayata, kainata dair yeni bir dil, yeni bir söylem ve paradigma inşa edilmelidir. Bu amaçla savunmacı dil ve refleksler terk edilmeli zihin ve zeka performans ve enerjileri bu hususa yöneltilmeli ve yoğunlaştırılmalıdır.
Bir araya gelmeyi öğrenerek yürümeye başlamak gerektir. İfrat ve tefrit ile kendi gettolarında var olduğunu sandıkları güçlerini, dünyevi menfaatleri nedeniyle sürdürmek isteyenlere de doğruyu yaşayarak göstermek elzemdir.
Önce kendimizi düzeltmek, kavga etmeden, ötekileştirmeden, düşmanlaştırmadan “LEYYİN” bir kavil ve “HİKMET VE GÜZEL SÖZ” ile insanımıza yönelmek, “adaleti, dürüstlüğü, hak ve hukuka riayeti, eminliği, merhameti, sevgiyi, dayanışma içinde olmayı, birbirimizi eksiltmeyi değil tamamlamayı” yaşayarak tasavvur ve iddialarımızın temeli kılmak durumundayız.
İnsan-hayat ve kainata dair tasavvur ancak; fikretmekle, akletmekle, tarihi bugüne ayna tutacak şekilde okumakla, hikmet ile hareket etmekle, İslam’ın değer ve ideallerini hayata nakşetmekle oluşturulabilir.
Wesselam.