Bugün 28 Şubat 1997 Postmodern darbesinin yıldönümüdür.
İnsanları inançlarından dolayı ötekileştiren, baskılayan, toplumda mümkünse hayat hakkı tanımak istemeyen Kemalist zihniyetin son darbesinin adıdır 28 Şubat Postmodern darbesi.
Medyanın, İş dünyası denilen sömürgenlerin ve mebzul miktarda siyasetçilerin Askerle iş tuttuğu, darbe şartlarını oluşturmak amacıyla birlikte hareket ettiği bir darbe dönemiydi söz konusu olan. İslam’a karşıt olmanın irtica kılıfıyla örtülerek İslam’a ve Müslümanlara saldırıların meşrulaştırıldığı bir dönemdi söz konusu olan.
Post-modern darbeyi elbette hatırda tutmak unutmamak ve mağdurlarına haklarının iadesini, yargılanmalarının yenilenmesini talep etmek noktasında olunmalıdır. Darbeye katılan askerlerle beraber, açık desteklerini esirgemeyen medya mensupları, iş adamları, oda-sendika yöneticilerinin yargılanması gereklidir zorunludur. 28 Şubat darbecilerinin yargılanmadığı bir hukuk sisteminden ve adaletten söz etmek incitici olur. Aslında 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül darbecilerinden hayatta kalanlara da hesap sorulmalı ve yargılanmaları sağlanmalı ve Adalet yerini bulmalıdır.
Ancak bu darbeyi hatırlarken, darbenin zihin dünyalarında oluşturduğu tahribatı, dindar insanlarda gerçekleştirdiği sekülerleşmeyi, dünyevi çıkarlara göre şekil almaya başlama hastalığını, ihlas, adalet, dürüstlük, merhamet, emin olmak, sözünde durmak, hakka riayet v.s, hasletlerinde meydana getirdiği tahribat ve erozyonu görmezden gelmek, gündeme almamak özü itibariyle postmodern darbenin başardığı bir alana işaret etmiş olacaktır.
Bu Ülkenin mütedeyyin insanları İslam’ı hayatlarına taşımak, İslam’ın ahlakıyla ahlaklanmak gayretlerini, dünyevi makam, şan-şöhret, güç ve çıkarları uğruna ötelemiş bir görüntü ve haldedirler. İslam’ın ahlaki ilkelerini hayatlarına taşıyamayan her grup-cemaat-tarikat-STK etrafında toplandığını sandığı insanları kendi düşüncesine, yaklaşım tarzına inanan kişiler olarak algılamaktadır ki, bu doğruya karşılık gelmemektedir.
Çünkü, bu toplulukların etrafında ki kümelenmeler doğrudan toplanan kişilerin dünyevi hesap ve beklentilerinden kaynaklanmaktadır. Bu kişiler o topluluğun iktidar ve güç ile olan ilişkilerinden kendi payınca yararlanma derdindedir aslında.
Samimiyetin, ihlasın olmadığı, gücün devşirilme arzusunun ilişkileri biçimlendirdiği ortamlarda adı ne olursa olsun İslam’a uygun bir yapıdan söz etmek çok da doğru olmamaktadır.
Cemaat-tarikat-STK duruş ve ilişkilerini, dünyevi güç-hırs-çıkarlar belirlemeye başlamışsa, -ki şu anda görünen durum budur maalesef- devlet erkleriyle ilişkiler de bu doğrultuda şekillenmeye başlamış demektir. İşte bu da ciddi bir çürüme ve çözülmenin gerçekleştiği yerdir.
Halka bakıldığında insanların artık mütedeyyin yapılara güvenmediğini (eminlik) görmek gerekmektedir. Ancak insanlar çıkarları uğruna ilişkilerini kuruyor ve sürdürüyor. Özü itibariyle samimiyetle yanında yer almıyor.
Din adına orta yerde olan yapıların 28 Şubat postmodern darbesinden korunmak adına geliştirdiği savunma reflekslerinin yerini kaybedilecek dünyevi güç ve menfaatleri almış durumdadır.
Müslüman fertler açısından, yeni yetişen kuşaklara İslam; anlatılabilen, yaşanılarak örnek kılınabilen bir hal olmaktan uzaktır.
Postmodern darbe döneminde savrulanlar, hayat tarzlarını değiştirenler, dökülenler oldu. Kimisi süreç içerisinde toparlandı kimi de savrulduğu yerlerde yol almaya devam etti.
Ancak bu savrulan ve dökülenler kemiyet olarak az sayıdaydı. Şimdi bakıldığında aslında savrulma-çözülme-çürüme öyle ekseriyet bir boyuta gelmiştir ki toparlanmaya çalışılsa belki samimi ihlaslı gayretlerle bu halkın otuz yılını alır.
FETÖ ifsad ve nifakının bir de Müslüman halka yansıyan ve insanların dini hassasiyetlerine, dine bakışlarına olan bir tahribatı vardır ki bunun toplumsal yansımalarını kimse dile getirmek istemiyor ancak ciddi bir boyuttadır. Halk Dindar yapılara artık kuşkuyla bakmakta ve fakat kimisi menfaati icabı, kimisi de hele bir bakalım temkinli tutumu ile yaklaşmaktadır.
İslam adına ortada olan yapılardan, bir de insanların zihin dünyalarını iğdiş etmeye, İslam’ın içini boşaltmaya, İslam’ı protestanlaştırmak, İslam’ın insana, hayat ve kainata dair geçekleştirmek istediklerinden kopartılmış bir hal ile insanların zihin dünyasında yerleşik kılmak arzusunda olan Batılılar ile yerli uzantıları olan etki ajanlarının artan faaliyetlerine de bir bakmak gerekir.
FETÖ cani örgütünün Din adına samimiyet adına olan hususlarda meydana getirdiği tahribata ilaveten bir de tarikat görüntüsü veya Kuran İslam’ı görüntüsü adıyla yapılan tahribatlara bakıldığında; tarihin hiçbir döneminde İslam’ın, kendi mensubu olanlarca bu kadar yoğun bir saldırıya maruz kalmadığını görmek gerekmektedir.
Arakandan Libya’ya, Yemen’den Mısır’a, Suriye’den Irak’a Müslüman coğrafyanın kan revan içinde olduğu böyle kritik bir süreçte Türkiye Müslümanlarının içinde bulundukları halin hiç de iç açıcı olmadığını tespit etmek ve söylemek gerekir.
Yukarıda değinilmeye çalışıldığı gibi dünyevileşme, güç devşirme ve güçlü olma, çıkarlara göre şekil alma hırs ve hastalığı etkili olmuş durumda. Öte yandan İslam’ın içini boşaltmaya, protestanlaştırmaya yönelik zihinleri bulandırıcı, iğdiş edici saldırılar sürmektedir. Aklı selim devre dışı maalesef.
Eğer insanlık aleminin ciddi anlamda ihtiyaç duyduğu; adalet, hakça paylaşım, hakka riayet, farklılıklarla birlikte yaşanılan, merhamet ve sevgiyle hamuru yoğrulu bir medeniyet inşa etmek için gayret sarf edilmesi her kişiye düşen bir sorumluluk ise ki, böyle olduğunu görmek kabullenmek kaçınılmaz bir hal almış bulunmaktadır.
Öyleyse, Kişi başkasını suçlamadan-yargılamadan önce; kendine dönüp bakmalı, hatayı nerede yaptığını sorgulamalı, kendisini düzeltmeli, kendisini emin, dürüst, adil, merhametli, Hakka riayetkar, sevgi dolu ve vadinde duran kılmalı ki, toplum dönüşsün ve bağlantılı olarak idare de dönüştürülebilsin.
Wesselam.