Bugünün olaylarını anlamak için sık sık geçmişe dönüp bakmak alışkanlığını edinmek gerekiyor. Çünkü uzun bir zamandır, bu ülkenin ve bu ümmetin tarihi bir tekrardan, kusursuz bir tekrardan, ibarettir.
Ve geçmişe dönüp baktığımızda görüyoruz ki; neredeyse üç asırdır coğrafyamızın siyasi, kültürel, etnik, ekonomik, hatta itikadi sınırlarını belirleyen, ellerimize silahlar vermekle yetinmeyip, zihinlerimize yeni kavramlar, dillerimize yabancı kelimeler yerleştirerek bizi birbirimize ve kendi özümüze yabancılaştıran ve ümmetin çocuklarını, yani bizi bize kırdıran Batının, içimizden kendisiyle işbirliği yapacak gönüllü müttefikler bulamasaydı bu kadar başarılı olması imkânsızdı.
Türk, Arap, Kürt, Arnavut, Ermeni, Müslüman veya gayrimüslim birçok aydınımız, bürokratımız, devlet adamımız ve gazetecimiz, değişik saiklerle kendi devletinin ve milletinin aleyhine Batı ile iş tuttu. Ancak bunlardan hiçbiri, Avlonyalı İsmail Kemal kadar iz bırakmadı. Öyle ki İsmail, kendisinden sonra Batı ile iş tutan ardıllarını değerlendirmek için örnek alınacak bir fenomen olarak tarihteki tartışılmaz yerini aldı. Hizmetleri ile efendilerinin damağında öylesine güzel bir tat bıraktı ki Batı, sonraki dönemlerde de bu coğrafyada İsmail'in ruhunu taşıyan bedenler aradı.
Bizler, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nde, hem de Türkçenin ilk defa resmen kullanıldığı bir oturumda, Başbakan'ımıza İngilizce seslenen Kürkçü'yü, TBMM kürsüsünde Bursa'daki intihar bombacısına rahmet dileyen Erdem'i veya ülkelerini her gün yeni bir yalan ile Batı'ya ihbar eden mankurtları her izlediğimizde Avlonyalı İsmail'leri hatırlayıp dehşete kapılırken, Batı, aynı oyunların hala işe yaradığının keyfini yaşıyor olmalıdır.
Avlonyalı, konumu, siyaset yapma yöntemleri ve Batı ile kurduğu ilişkilerle bugünkü haleflerine ne kadar da benziyordu. O yüzden, bugünkülerin niyetlerini anlamak ve akıbetlerini tahmin etmek için Avlonyalı'nın hayatına ve akıbetine bakmak yeterli olacaktır. İsmail, bir yandan aralarında Beyrut, Girit ve Trablus'un da bulunduğu birçok önemli vilayette valilik ve zaman zaman da Padişahlara danışmanlık yaparken, diğer yandan devletinin ve ülkesinin kuyusunu kazıyordu. Bektaşi, laik ve masondu. Mücadelesinin merkezine ise Arnavutluk'un özerkliğini koymuştu.
Bu hedefine varmak için işbirliği yapmadığı hiçbir yabancı güç kalmadı. Siyonistlerden, İtalyanlardan, İngilizlerden, Yunan Kralı'ndan, Mısır Hidivi'nden, hatta jurnalcilik yaparak hasmı Sultan Abdülhamid'den bile para aldı. Ama en çok Abdülhamid'den nefret ediyor ve en çok İngilizleri seviyordu. İngilizlere olan sevgisi, Arnavutlara olan sevgisinden daha fazlaydı. İngilizler de onu çok seviyorlardı. Onların gönlündeki Jön Türk lideri oydu. Çünkü onun kraliçenin ölümüne İngilizlerden daha çok üzüldüğüne inanıyorlardı. Abdülhamid'in “İngilizlerin alet-i fesadı” dediği İsmail, Paris'teki saldırılara üzülüp, Ankara, İstanbul ve Bursa'daki saldırılara sevinip canlı bombalara rahmet dileyen torunlarına çok benziyordu.
Bugün Müslümanlar haricinde herkesle ittifak yapmaya hazır olanlar gibi, onun da en büyük ideali, Osmanlı'ya karşı bir Yunan-Arnavut ittifakı kurmaktı. Arnavut ve Yunanların doğal kardeşler olduğunu savunuyordu. Müslüman ve milliyetçi Arnavutların tepkilerine rağmen bu iddiasından vazgeçmiyor ve papazlar ile işbirliği yapacak kadar ileri gidiyordu.
İdeolojik çocukları, PKK'dan medet beklerken, İsmail, Ermeni komitacılarını yardıma çağırmıştı. Komitacıları, İngiliz müdahalesini kolaylaştırmak için daha çok eylem yapmaya davet ediyordu. Ermenilerle yetinmiyor ve Prens Sebahattin takımı ile birlikte Arnavut ve Rum komiteleri ile de işbirliği yapıyorlardı. Ancak en sıkı müttefikleri PKK'nın ideolojik atası, Ermeni terör örgütü Taşnak'tı. Büyük devletleri ise Ermenilere zulüm yapıldığı gerekçesi ile Osmanlı Devleti ile siyasi ve diplomatik ilişkilerini kesmeye davet ediyordu. Bu devletlerin hükümetlerine gönderdiği mektuplarda, Osmanlı'ya yapılacak her türlü yabancı müdahaleyi desteklemeye hazır olduğunun teminatını veriyordu. Yabancı müdahalesinin gerekliliğini 1902 ve 1907 yıllarında Paris'te yapılan Jön Türk kongrelerinde de savunmuştu. Bugünlerde, NATO'yu ve Rusya'yı müdahaleye davet edenleri hatırladınız, değil mi?
Darbecilik konusunda da en az bugünküler kadar hevesli ve gayretliydi. Prens Sebahattin ile bir askeri darbe örgütlemiş, İngilizlerin desteğini almış ancak başarısız olmuştu. Fakat ardılları ile başka ilginç benzerlikleri de vardı. Mesela, Paris'teki Jön Türk kongresinde, kongrenin müzakere dilinin Fransızca olmasını savunan tarafta yer almıştı. Fransızcayı teklif edenler ise çoğunluğu Kafkas kökenli Rus vatandaşları olan Ermeni Taşnak temsilcileriydi. Kürkçü de bu kongreden tam 110 yıl sonra, hem de Türkçenin ilk defa resmi dil olarak kabul edildiği gün, üstelik de bir terör örgütünü savunmak için, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nde kendi ülkesinin başbakanı ile ısrarla İngilizce konuşmaya çalışarak Avlonyalı İsmail'in ruhunun hala bu coğrafyadan kovulamadığını bizlere bir kez daha gösterdi.