İran ve ortadoğu üzerine araştırmalarıyla bilinen yazar Adem Yılmaz'dan değerli bir yazı daha...
İran, Kasım Süleymani’ye yönelik gerçekleştirilen suikaste misilleme olarak 8 Ocak tarihinde ABD’nin Irak’taki üslerini vurduğunu duyurdu. İranlı yetkililer bu saldırıda 80 ABD askerinin öldürüldüğünü iddia ederken ABD’li kaynaklar herhangi bir can kaybının olmadığını belirtti.
Söz konusu füze saldırısı dünya gündemini meşgul ederken İran’dan başka bir sarsıcı haber geldi. Ukrayna Uluslararası Havayollarına ait Boeing 737 tipi yolcu uçağının İran’ın başkenti Tahran’da havalimanından kalktıktan kısa bir süre sonra düştüğü duyuruldu. Uçakta bulunan 168 yolcu ve 9 mürettebattan kurtulan olmadı. Uçak kazasının İran’ın Irak’taki ABD üslerine saldırı yaptığını duyurduğu aynı gece yaşanmış olması füzeyle vurulmuş olabileceği iddialarını gündeme getirdi. Bu iddialar İranlı makamlarca kısa sürede yalanlandı.
İran Ulaştırma ve Şehircilik Bakanlığı Bilgi ve İletişim Merkezi Başkanı Kasım Biniyaz, İran resmi haber ajansı IRNA’da yer alan açıklamasında, Ukrayna Havayollarına ait Boeing 737 tipi yolcu uçağının motorda çıkan yangın nedeniyle düştüğünü söylemişti. Biniyaz, “Uçak, füzeyle vurulmuş olsaydı havada patlardı ancak kaza motorun ateş alması ve pilotun kontrolü sağlamada başarısız olması nedeniyle yaşandı” ifadelerini kullandı.
İran Havacılık Kurumu Başkanı Ali Abidzade ise, düşen uçağın kara kutusunun Boeing firmasına teslim edilmeyeceğini duyurdu. İran Hükümet Sözcüsü Ali Rebii, Ukrayna Havayolları’na ait yolcu uçağının füzeyle vurulduğu yönündeki iddiaların ABD’nin algı operasyonu olduğunu savundu.
İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin danışmanı Hüsameddin Aşina, Twitter hesabından yaptığı paylaşımda uçağın füzeyle vurulma ihtimalinde duran İranlı gazetecileri hedef alarak, “Yurtdışındaki Farsça basın kuruluşlarında çalışan İran uyruklu gazetecileri uyarıyoruz, Ukrayna uçağıyla ilgili psikolojik savaştan ve İran düşmanlarıyla işbirliği yapmaktan geri dursunlar” ifadelerini kullanmıştı.
İranlı yetkililer durumu inkâr etse de uçağın füzeyle vurulduğunu gösteren birçok video sosyal medyada paylaşıldı. Dünyaca ünlü haber ajansları bu konuyu gündemlerinden düşürmedi.
11 Kasım sabahına geldiğimizde İran Genelkurmay Başkanlığı, Ukrayna Havayollarına ait yolcu uçağının “hassas askeri bir noktanın” üzerinden geçerken “insani hata” sonucu yanlışlıkla düşürüldüğüne dair açıklama yaparak uçağın füzeyle düşürüldüğünü itiraf etti.
Bu itiraf kısa sürede dünya gündemine düştü. İran’ın füze saldırısıyla askeri bir operasyon başlattığı bir gece başkent Tahran’ın hava sahasını sivil uçuşlara kapatmamasının bedelini siviller canları ile ödemişti. Gerek bu durum gerekse İranlı yetkililerin gerçeği gizleme gayretleri kabul edilemez bir sorumsuzluk örneğiydi. Düşürülen uçakta ayrıca 82 İran vatandaşı hayatını kaybetmişti. Yaşanılan trajik olayın öfkesini sindiremeyen birçok İranlı, Tahran, İsfahan ve Hamedan gibi kentlerde sokaklara çıkarak yetkililerin istifasını talep ediyorlardı.
Endonezya’dan gelir imdat
Dünya gündemi İran ile ilgili bu habere odaklanmışken Facebook’ta gördüğüm bir paylaşım dikkatimi çekti. Türkiye’nin Endonezya Büyükelçisi Mahmut Erol Kılıç, Yenişafak gazetesindeki 6 Kasım 2016 tarihli “Yekvücûd olabilmek mümkün mü?” başlıklı yazısını tekrar paylaşma gereği duymuştu.
Yazının ana teması dönemin İngiltere Tahran elçiliğinin Şii — Sünni ihtilafına sebep olduğu ve birlik olup İngiliz oyunlarına karşı mücadele etmemiz gerektiği üzerineydi.
Öncelikle 4 yıl önceye ait bu yazının İran’ın füzeyle yolcu uçağı düşürmesini itiraf etmesinin üzerinden yaklaşık 3 saat geçtikten sonra paylaşılmasına anlam veremedim. 176 masum sivilin hayatını kaybetmesine sebep olan füze Devrim Muhafızları Ordusu tarafından ateşlendi. Bu ordu doğrudan Ayetullah Hamaney’in sorumluluk ve kontrolünde. Hamaney “başkomutan” konumunda. Hamaney’in sorumluluğundaki bu cinayetin dünya gündemine düştüğü saatlerde Cakarta elçimiz “Hamaney’in verdiği bir fetva ile Hazreti Ömer’e beddua edilen merasim yasaklandı” ifadesini yeniden paylaşma gereği duyuyor.
Bu, Cemal Kaşıkçı cinayetini unutturmak için Prens Selman’ın reform hareketlerini nazara vermekle eşdeğer bir tutum açıkçası. Mahmut Erol Kılıç elinde asa sırtında hırkasıyla dünyadan soyutlanmış bir derviş olmadığı için düşürülen uçak mevzusundan habersizdi diyemeyiz. Kendisi bir diplomat, Türkiye Cumhuriyeti’nin Cakarta Büyükelçisi.
Fakat yine de habersiz kalmış olabilir! Zira geçtiğimiz yıllarda Mısır’ın Sina bölgesindeki sufilere ait bir mescide bombalı intihar saldırısı gerçekleşmiş ve hemen aynı saatte Mahmud Erol Kılıç şu ifadeleri kullanmıştı:
“İşin bir diğer düşündürücü tarafı bu olayı pek çok ülke ve kuruluş şiddetle tel’in ederlerken İhvanü’l-Müslimin’in resmi sitesinde hiç bir sözün geçmemesidir. Şehidlere Allah rahmet eylesin. Cümle sufiyan ve dervişana duyurulur…”
Kılıç’ın Sisi darbesi sonrası İhvan’ın hemen hemen tüm üyelerinin hapsedildiğinden, birçok İhvan mensubunun da mahkeme ve zindanda hayatını kaybettiğinden ötürü resmi açıklama yapamamalarından habersiz olması da mümkündür!
Bizim için de işin düşündürücü tarafı uçağın düşürülme konusu pek çok ülke gündemindeyken görevdeki resmi diplomatımızın arşiv karıştırıp yekvücûd olmaya dair çalışmasını yeniden paylaşma refleksidir.
Hakikati eksik anlatmak
Mahmut Erol Kılıç’ın yekvücûd olmak konulu yazısında Türk okuyucuları için İran’daki Şii teokratik rejim ile alakalı farklı bir imaj çizmesi de dikkatimden kaçmış değil.
Örneğin Kılıç Şii — Sünni ihtilafında problemin merkezi olarak İngilizleri işaret ederek ‘Abdulvehhab versus Şirazi kıskacından kurtulmamız’ gerektiğinden dem vuruyor. Bu konuda İran yönetiminin sahabeye söven Londra merkezli bazı gulât-ı şii tv kanallarının Tahran bürolarını kapattığını söyleyip ifrat bir Şii grup olan Şirazilerin Hazreti Fatıma’nın Hazreti Ömer tarafından şehit edildiğine ilişkin merasimlerinin de yasaklandığını belirtiyor.
Zihinde oluşan İran tablosu şu: Ümmete zarar veren İngiliz Şiileri (Şiraziler) ve İngiliz Sünnileri var, İran sorumluluk örneği göstererek Şirazilerin faaliyetlerini yasaklıyor.
Ama gerçek bu değil. Şirazilerin İran’da faal birçok okul ve medreseleri mevcut. Şirazilerin lideri Sadık Şirazi İran’da serbest bir şekilde vaaz verebiliyor. Çok eskilere gitmeye gerek yok. 3 gün önce, 9 Ocak 2020 tarihinde düzenlenen Şirazilerin lideri Sadık Şirazi’nin de katıldığı İran’ın Kum kentindeki “Hazreti Fatıma’nın şehadet anması konulu merasimin görselleri için şu linke bakabilirsiniz:
Şirazilerin lideri Sadık Şirazi’nin yakın zamanda İran’ın Kum kentindeki Hazreti Masume türbesine düzenlediği ziyaretin linki de burada:
Şiraziler mademki ihtilafımıza sebep olan İngiliz projesi bir grup ve mademki Şirazilerin kıskacından kurtulmamız gerekiyor, Kılıç’ın anlatması gereken şey “Hamaney’in fetvasıyla tv kanalları yayın yapmıyor” ifadesiyle İran’ın bu grubu yasakladığına dair zihnimizde algı oluşturması değildir. Kılıç yekvücûd olmakta samimiyse eğer İranlı vahdet elçilerine dönüp “Şirazilerin faaliyetlerine neden hala son vermiyorsunuz” diye seslenmelidir.
Hülasa yerine
Vahdet kelimesinin yaklaşık 40 yıldır ne tür habis planlar için istimal edildiğini son dönemde anlamış olduk. Sanırım kirlenen vahdet yerine yekvücûd olmaktır yeni propaganda silahı. Rus ve İran emperyalizminin sebep olduğu 2016 Halep katliamı ya da Suriye ordusu ile Lübnan Hizbullahı tarafından iki yıl boyunca kuşatılan Madaya ve Zabadani kasabalarındaki hazin hikâyeler 80’li 90’lı yılların romantizminden uyanmak için birer yeterli sebep. Velev ki “Dâî”ler artık Anadolu’da değil, Anadoluluların devletinin imkânlarıyla tüm gezegende varlık gösterse de.
Kaynak: medium.com/ Fikir Zemini