Her türden şiddet ve terör, hiç bir kutsalı ve sınırı olmaksızın hayatımıza her geçen gün daha çok dahil oluyor. Sadece can almıyor, hayatı da terörize ediyor. Kutsal adına kutsal sınırlara tecavüz ediliyor... Adeta din ilk kez kendilerine inmiş, sadece kendileri dini anlamış gibi “dini kibir” kokan bir acımasızlıkla kan dökülüyor. Özgürlük, hak alma adına halkın hayatı zehir ediliyor. Şiddet şiddeti doğuruyor...
Görünür manzaranın sahici olduğunu düşünecek olursak geleceğimiz hayli karanlık ve bir çıkış bulmak da imkansız gibi. Şimdiden nice kalem erbabı, siyasetçi, analist gelecek yılların değil yüzyılın bile terörle şekilleneceği kehanetinde bulunuyor. Teröre karşı uyarmak, tehlikeye dikkat çekmek adına gelecek tasavvurumuzu terörize eden bir dil her alanı kuşatıyor. Tam da bu noktada asıl terörün hedefine su taşıdığımızı fark etmiyoruz bile.
Eğer terör kitleleri yıldırmak, korkutmak amaçlı sembolik şiddetse amacına ulaşmış demektir. Gelecek ufkunu terörize eden,inançları, hak ve adalet arayışını kin ve intikamın kirli sularında sulayan bir ortamın oluşmasının farklı tasarımların amacına hizmet edeceği aşikar.
Bölgemizde din, özgürlük, nizam adına terörle bu toprakların umudu, ufku, gelecek tasavvuru karartılmak isteniyorsa yüksek analiz, entelektüel bakış adına buna ikna edilmişlerin bu dile yaslanmaları yeter de artar bile.
Aidiyetimizi şekillendiren tarihe, coğrafyaya ihanet edercesine bir terör salgını gittikçe yaygınlaşıyor. En azından bölgenin hiç bir köşesinin şu veya bu dava uğruna gerçekleşen terörden azade olmadığı hissine kapılıyoruz. Adeta soluduğumuz hava gibi coğrafyamızı korku ve şiddet rehin alıyor. Korku ve teröre teslim olmak da bu havayı teneffüs etmekle, içselleştirmekle mümkün olabilir. Ancak o zaman umutlar tükenir, çıkış yolu bulamaz ve korkunun faillerine değil de onunardındaki tasarıma taş taşımaya başlarsınız.
Küresel egemenlerin en büyük beklentisi gelecek ufkumuzu karartmak, gelecek tasavvurumuzu terörize etmektir. Bir muştu gibi yüreklere serpileceği anı gözleyen, diriltici soluk olarak yarınlara dair umudu sürekli besleyen inanç erlerinin direnci, hatta imanı test ediliyor. Yüreklerimizde yeşerttiğimiz, gözyaşlarını ab-ı hayata dönüştürdüğümüz kin, öfke, çıkarcılık, materyalist dünya tasarımlarına karşı sürdürülen, yeniden kurulan kutlu bir direnişin terörize edilmesidir yaşadıklarımız.
Bu yalancı gerçeklik iddialarına, sahte hakikatlere ve kör şiddetin kirli sularına teslim olmak her şeyden önce imani zaaftır. Hiçbir şey olmamış gibi mutluluk tebessümleri dağıtmak nasıl gerçekler karşısında bir basiret bağlanması ise karartıcı mesajlara teslim olmak da gelecek umudunu yitirmek demektir.
Müslüman inandığı sürece bizzat umudun mücessem halidir. Zihni, fikri, cehdi ile inanmışlığın özgürlüğüne teslim olandır. Umudun bittiği yerde iman olamaz, iman yoksa insan da yoktur.
Görünür planda tecrübe ettiğimiz sürekli teslim oluş ve kötümserlik telkin eden ortamın aslî olmadığının idrakine varmadan geleceğe dair umudumuzu korumak ne mümkün! O halde küresel ölçekten başlayıp metafizik şartları zorlayan konjonktürel tasarımları geçersiz kılmanın yolu, bu bilinci sürekli diri tutmaktan geçer. İdraklerimize terör gömleği giydirenlerin gelecek tasavvuru olamaz.
Gelecek ufku kararmış olanların satranç tahtasının ötesini görmeleri de mümkün değil.
Unutmayalım, yarınlara dair umudumuzu şekillendirecek olan ne daha çok tahrip edici bombalara sahip olmamız ne de daha zengin bankalarımızın olmasıdır.
Kin ve intikam duygusunun kararttığı ruhların estirdiği teröre teslim olmak, yarınları ona teslim etmek; modern ideolojilerin anlamayacağı, modern paradigmaların kavrayamayacağı Müslüman bilincinin kuşattığı dilden vazgeçmek demektir. “Bir arada olmalıyız, çünkü biz Müslümanlığa çağırıyoruz; bir arada farklılıkla yaşayabiliriz, çünkü Müslümanca bir dünya istiyoruz” diyebilme iradesini yitirmek demektir.
Akif Emre- Yeni Şafak