Müfid Yüksel - Yeni Şafak
Gerek bölgemiz/ülkemizde, gerekse Avrupa ve Amerika'da hadiseler artık alışılmışın dışında, öngörülmesi güç, bir seyir takip ediyor. ABD'de Obama döneminin sona ermesi, Donald Trump'ın başkanlığa gelmesi akabinde, bir yandan Obama döneminin sona ermesine ilişkin lehte ve aleyhte farklı yorumlar yapılırken diğer yandan yeni döneme ilişkin belirsizlik ve endişeler daha ağır basmaktadır. Rusya Federasyonu'nda Vladimir Putin'in salt bir devlet başkanı olarak değil, aynı zamanda bir lider olarak yükselişi, bu çerçevede Rusya'nın Ukrayna ve Gürcistan başta olmak üzere bölgesinde ciddi mevziler kazanması, Suriye ve Orta Doğu üzerindeki etkisinin artışı dünya dengelerinde sarsıntılara neden olacak yeni bir döneme işaret etmektedir.
ABD/USA Başkanı Donald Trump'ın, bir yandan Rusya ile yakınlaşmaya ve adeta uzlaşmaya ilişkin, gerek adaylığı, gerekse seçildikten sonraki söylemleri, diğer yandan genel anlamda sertlik yanlısı ve kriz bölgelerine yönelik doğrudan müdahaleye ilişkin söylemleri yeni dönem/siyasetteki belirsizliğe işaret etmektedir. Yeni Başkanın daha çok sermaye/ticaret çevrelerine yaslanması, hatta kadrosunun omurgasını teşkil etmesi, dahası ABD'ye sermaye çekimini/birikimini merkeze alan politik bir çizgi sergilemesi, diğer yandan kriz bölgelerine doğrudan müdahaleci, sertlik/kutuplaşmayı öngören bir dünya siyaseti sinyali, bir çelişkiler/belirsizlikler yumağı ortaya koymaktadır. Özellikle bir kısım İslam ülkelerine yönelik vize yasağı girişimi gibi ayağının tozuyla gerçekleştirilen uygulamalar bunun ivmesini artırmaktadır.
Avrupa birliğinde, Brexit sonrasında Kıt'a Avrupası'nda Almanya'nın yükselişe geçişi, buna karşın bir zamanlar büyük sömürge imparatorlukları olan, İngiltere, Fransa, İspanya gibi Batı Avrupa ülkelerinin Avrupa ölçeğinde duraklama dönemine girmiş olması, Avrupa'nın güney ve Doğu kanadının ekonomik kriz/çöküntüye girmesi ve tüm bunların yansımaları, çizgileri belirgin olmayan bir sisteme veya nizamsızlığa doğru yol almasına neden olmaktadır. Bir yönüyle, Birinci Cihan Harbi/Harb-i Umûmî öncesindeki belirsizliğin günümüz şartlarında çok daha dev boyutta taşınması şeklinde nitelendirilebilir. Çok bilinmeyenli, görünmeyen oyuncularının çoğunlukta olduğu bir oyun masası gibi. Tam da bu noktada uluslar arası dev güçlerin çatışma veya karşılaşma alanı/coğrafyası bizim bölgemiz/ülkemiz. 1980'li yıllarda belli bir seyir çizgisi izleyen olaylar zinciri. 1990 Körfez Krizi ve savaşı ile belirsizliğe adım atmış oldu. Özellikle, II. Körfez savaşı ve Irak'ın işgali ve son 5-6 yıldaki Suriye, Yemen, Libya hadiseleri bu belirsizliği bölgede kaos sarmalına dönüştürdü.
Sykes-Picot'un getirdiği, yüz yıldır bölgenin başına bela olan ulus-devletlere dayalı statükosunun 90 sonrasında bir değişime uğraması adeta mukadderdi. Daha, Körfez Krizi/savaşı sırasında bölgede harita değişikliklerinden söz eden senaryolar batılı gazete ve mecmua köşelerinde/makalelerinde yer almaktaydı. Ancak maalesef bölgemizde, ülkemizin tarihinde de olduğu gibi sancısız, krizsiz pek gerçekleşmiyor. Bunun sancısız ve kansız gerçekleşmesini sağlamak büyük bir mahareti gerektiriyor. Türkiye'nin ve bölgenin bu fırtınalı/sancılı dönemi en az hasarla atlatması da buna bağlı.
Ne var ki, Suriye ve Yemen olaylarının kanlı seyri ve 5-6 yıl zarfında bölgeye olan etkisi uzun zaman sürecek ciddi hasarlar verdi. Suriye ve Yemen konusunda bölgede oluşan kutuplaşma ve kutuplaşmaya dayalı kapışma, kriz yönetimini imkansız kıldığı gibi, krizi/kaosu neredeyse geri dönülemeyecek noktalara taşıdı. Mezhep farklılığına dayalı gerilim ve çatışmaların, etnik farklılığa dayalı gerilim ve çatışmalarla birbirine eklemlenmesi bölgeyi daha da zahmetli bir dönemecin eşiğine getirdi
Bu minvalde görüldü ki, süreç, sorunlarını kendi içinde çözemeyen, kriz yönetme kabiliyeti zaten iki asırdır zayıflatılmış olan bölgenin sorun ve krizlerinin uluslar arası dev güçlere havalesi ile neticelenmektedir. Suriye'deki gelişmeler içeride Kürt Sorunun seyrini çok daha güçleştirecek PYD koridoru sorununu üretip karşımıza bir duvar şeklinde çıkardığı gibi Rusya ve ABD'nin bölgeye yeniden doğrudan müdahalelerini artırıp, kesifleştirdi. Merhum Sultan III. Selim “Göğsümün üzerinde ecnebilerin ellerinin dolaştığını hissediyorum” dermiş. Merhum Sultan II. Abdülhamid de bu söze atfen “Ben ise ecnebilerin ellerini ciğerlerimin içinde hissediyorum” demiş. Biz ise yüz yılı aşkındır doğrudan ecnebi müdahalesinin yaşandığı bir coğrafyada/bölgede yaşayıp duruyoruz. Bugüne değin bu müdahalelerin daha da katmerleştiğini görüyoruz. Zira bölgesel aktörleri de büyük oranda ecnebiler belirliyor. Hasbelkader ortaya çıkan sıra dışı aktörler de bin bir türlü strateji ile absorbe edilip saha dışına atılıyor veya atılmaya çalışılıyor.
Maalesef, bölgemizde, bölgesel siyaset ve idarenin uzun vadeli stratejilere kapalı, aceleci/sabırsız karakteri yüksek stratejiyi öngören karşı hamlelerin önünü baştan kesmektedir. Son 50 yıldır bu konuda büyük zaman kaybı da yaşanmıştır.
Bölgemiz ve ülkemiz zorluklarla karşılaşacak olsa da bu tür kaos ve krizleri aşabilecek, üstesinden gelebilecek enerji/birikim ve potansiyele sahiptir. Enerji/birikim ve potansiyel bu manada her zaman umut vermektedir. Yeter ki, bu umudu gerçeğe dönüştürecek, potansiyel ve birikimi maceralarla tüketmeyecek, heba etmeyecek dirayet, basiret, feraset ve strateji ortaya konabilsin.