Medyascope Genel Yayın Yönetmeni Ruşen Çakır yorumladı:
Merhaba, iyi günler. Bugün, milliyetçilik ve muhafazakârlığın Türkiye’de siyasete etkisi üzerine ve bunların kendi aralarındaki ilişkiler üzerine konuşmak istiyorum. Bu aslında çok eski bir husus. Yusuf Akçura, Türkçülüğün babası olarak kabul edilir. 1904 yılında kaleme aldığı, sonradan kitap olan “Üç Tarz-ı Siyaset” isimli makalesinde, bunları Osmanlıcılık, Türkçülük ve İslamcılık olarak tanımlamıştı. Osmanlıcılık kısmını bir kenara bırakalım, özellikle çokpartili hayata geçişten itibaren Türkiye’de İslamcılık ve Türkçülük ya da daha yumuşatılmış haliyle milliyetçilik arasındaki ilişkinin kimi zaman işbirliği, kimi zaman rekabet, kimi zaman çatışma halinin Türk siyasî hayatında çok ciddi bir etkisi olduğunu kabul etmek lâzım.
Daha ilk andan, Demokrat Parti’den itibaren sağ hareketin içerisindeki bu iki damar hep birlikte var oldular. Sonra, özellikle 1970’li yıllarda Mili Selamet Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi Türkiye’ye damga vurdu. Ardından, 12 Eylül’ün peşinden bu hareketlerin devamları uzun bir süre gecikti. Çünkü bunları, dört eğilimi bir araya getirdiğini iddia eden Turgut Özal’ın ANAP’ı büyük ölçüde yanına çekmişti. Ama gerek MHP’nin devamı olan Milliyetçi Çalışma Partisi –ki sonra tekrar adı MHP oldu– ve Milli Selamet Partisi’nin devamı olan Refah Partisi bir süre eski güçlerinden uzak kaldılar, ama daha sonra tekrardan güçlerini toparlamayı bildiler.
Bu Türk siyasî hayatında milliyetçilik ve muhafazakârlık olarak adlandırılır. Özellikle ANAP’lı yıllarda, ANAP’ın içerisinde hem milliyetçi hem muhafazakâr kanadın ayrı ayrı varlığı, kimi durumlarda liberal olduğu varsayılan kesimlere karşı birlikte hareket ettikleri söylenirdi. Daha sonra ANAP’ın etkisinin kaybolmasıyla beraber kendi başlarına siyasete damga vurdular. Burada en önemli hususlardan birisi, Türkiye’de milliyetçi hareketlerin içerisinde hep bir muhafazakârlık, muhafazakâr hareketlerin içerisinde de bir milliyetçiliğin içkin olmasıdır; ama bunu şöyle söyleyebiliriz: Öne çıkan yön milliyetçilik olduğu zaman MHP, öne çıkan yön İslamcılık ya da muhafazakârlık olduğu zaman MSP ya da Refah Partisi şeklinde seyrediyordu ve kimi durumlarda bunlar aslında Anadolu’da ortak tabanlara hitap ettiler ve hitap etmeye devam ediyorlar. Seçmen de konjonktüre göre partileri ayrı ayrı değerlendirerek çok kolay bir şekilde bir partiden diğerine, yani milliyetçiliği öne çıkan MHP’den İslamcılığı öne çıkaran MSP’ye, ya da Refah Partisi’ne veya tersi kayışlar olabiliyordu.
Bunlar çok birbirleriyle iç içe hareketler gibiydi, ama ayrı hareketlerdi tabii ki. Yani hep iç içe gözükmelerine rağmen aslında birbirleriyle çok ciddi sorunları olan hareketlerdi — ki ideolojik olarak baktığımız zaman bu çok anlaşılır bir şey. Çünkü İslamcılığın pür halinde “ümmet” kavramı her şeyin önüne geçer ve bu anlamda Türk milliyetçilikleri ile uyuşmaları çok mümkün olmayabilir. Zaten milliyetçi hareketlerin Türkiye’de İslamcılık eleştirilerinde hep bu vurgu öne çıkmıştır. Her neyse, sonuçta bu hareketler birbirleriyle hep böyle bir aşk ve nefret ilişkisi gibi, kimi zaman kavga ederek kimi zaman barışarak beraber gittiler; ama hep kendi ayakları üzerinde durdular.
Ben gazeteciliğin ilk yıllarında İslâmî hareketi çalışmaya başladım ve daha sonra milliyetçi hareketi de çalıştım. Zaten birinden diğerine çalışmak çok da zor olmuyordu; ama esas olarak İslâmî hareket üzerine çalışan birisiyim. İslâmî hareketin içerisindeki milliyetçi yönleri de gözleyen birisiyim; ama özellikle benim çalışmaya başladığım 1980 sonları ve 1990’lı yıllarda baskın olan ve dünyada da yükselişte olan İslamcı bir söylemdi; milliyetçilik alabildiğine geriye atılmıştı. Ama hâlâ içinde vardı, özellikle Milli Görüş hareketi, Refah Partisi 1990’lı yıllarda bunu çok iyi başarıyordu ve burada da bence anahtar rol Necmettin Erbakan’ın kendisiydi. Çok gazetecilik anım vardır Türkiye’nin değişik yerlerinde, özellikle Güneydoğu’da; Milli Görüş hareketinin içerisindeki bu milliyetçilik ve İslamcılığın kimi zaman çok iyi uyuşup, kimi zaman da birbirleriyle aslında kavgalı olabildiğini de gördüğüm çok olay yaşadım.
Örneğin Diyarbakır’da Yozgatlı bir polis memuru kendini çekirdekten Milli Görüşçü olarak tanımlayan birisiydi ve Diyarbakır Lice’de Refah Partisi heyetiyle beraber gezerken bana, “Ya ben Milli Görüşçü değilim, ya bunlar değil” dediğini ve buradaki temel meselenin tabii ki Kürt sorunu olduğunu söylediğini hatırlıyorum. Onun gözünde oradaki Refah Partililerin bir kısmı Kürtçüydü. Ama burada Erbakan, gerçekten bütün bunları çok dengede tutabiliyordu. Tabii ki bunu yaparken Erbakan’ın hoca kimliği çok önemliydi. Hem makine mühendisi bir profesör aynı zamanda bir öğretmen ve bütün hepsine sahip çıkan birisi olarak. En önemlisi İslâmî konulara vâkıf olan bir tür âlim olarak kabul ediliyordu kendi tabanı tarafından. Bütün bu tür tereddütleri ve gerginlikleri kendi anlatısı içerisinde halledebiliyordu.
Milli Görüş hareketinin bence Türkiye’deki en önemli avantajlarından birisi, farklı etnik gruplardan olan kişileri bir İslamcı söylem etrafında bir araya getirebilmesiydi. Bu anlamda tüm sağ partilerden, özellikle de MHP gibi hareketlerden çok farklıydı. Çünkü Milli Selamet Partisi’nin, daha sonra Refah Partisi’nin ve Fazilet Partisi’nin ilk yıllarında, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin içerisinde çok güçlü bir şekilde tabanda ve tavanda Kürt varlığı vardı. Bunlar Kürt kimliğini ne derece alenen kabul ediyorlar ve bu konuda çalışma yapıyorlar, o ayrı bir tartışma konusu; ama bu vardı ve bunu özel olarak da bir avantaj olarak görüp bunu öne çıkartıyorlardı. Hiç unutmamak lâzım; Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmamasında en etkili olan hususlardan birisi, onun kapatılması durumunda Güneydoğu’nun, yani Kürt seçmenin sadece tek bir partiye kalacağı endişesiydi. Bu anlamda Kürtlerin varlığı, Kürt dindarların varlığı, bu hareketlerin ve genel olarak Türkiye’de İslâmî hareketin devletle pazarlık edebilmede de en önemli kozlarından birisiydi.
Bunun belli bir süreden itibaren ciddi bir şekilde aşındığını düşünüyorum. Erdoğan, özellikle Gezi ile başlayan süreçten itibaren ve daha sonra Fethullahçılardan gelen doğrudan saldırıların ardından, büyük ölçüde iktidarını koruma derdine düştüğü için yeni müttefikler ararken, başta MHP ve Devlet Bahçeli olmak üzere devletin içerisinden ya da devletle bir şekilde alâkalı bazı kesimlerle ittifak etmeyi ve dilini değiştirmeyi tercih etti. Burada bir pragmatizm var; ama bu pragmatizm gerçek anlamıyla Adalet ve Kalkınma Partisi’nin geçmişini ve bugününü de büyük ölçüde oluşturan zeminin çok ciddi bir şekilde aşınmasına yol açtı. Zaten birlikte giden milliyetçilik ve muhafazakârlıktan, milliyetçiliğin alabildiğine öne çıkmasına bir şekilde vesile oldu.
Bu arada tabii ki uluslararası konjonktürü de görmek lâzım. Nasıl 1980’li yıllarda tüm dünyada İslâmî hareketler ciddi bir yükseliş içerisindeyse ve Refah Partisi ve diğer hareketler de bununla beraber yükseldilerse, şimdi de Türkiye’de ve dünyada İslâmî hareketlerin çok ciddi bir gerilemesi söz konusu. İslamcılık denince akla El Kaide ve IŞİD gibi katı terörist örgütlerin dışında çok fazla bir şey gelmiyor. Onun dışında var olan İslâmî hareketlerin de, özellikle Arap dünyasındaki İhvan-ı Müslimin yani Müslüman Kardeşler Hareketi de birçok Batılı çevre tarafından neredeyse terörle eş tutuluyor. Buna karşılık tüm dünyada –Hindistan’da, ama aynı zamanda Brezilya’da ve Avrupa ülkelerinde– milliyetçiliğin popülizmle harmanlanmış bir şekilde tekrardan belli bir yükselişte olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla böyle bir uluslararası konjonktürü de hesaba kattığımız zaman, Türkiye’de İslâmî hareketin her geçen gün milliyetçilik karşısında mevzi kaybettiğini söylemek mümkün. Tabii ki gözlerini İslamcılıkla açmış ve hep İslâmî bir hayatı benimsemiş insanların bunu öyle kolay kolay bırakması söz konusu olmayacak. Ama onlarda da milliyetçi reflekslerin daha geliştiğini söylemek mümkün.
Ama esas olarak genç kuşaklara baktığımızda, genç kuşakların İslâmî Hareket’e yönelmesi, dindar ailelerin çocuklar içerisinde de bu İslami harekete yönelmesi, İslamcılığın şu ya da bu versiyonlara yönelmesi durumunun çok fazla baskın olduğu kanısında değilim. Buna karşılık milliyetçilik her zaman olduğu gibi bu sefer de –ama daha fazla bir şekilde– gençler için bir cazibe alanı oluyor.
Ama sadece milliyetçilik değil, daha önce birçok yayında söylediğim gibi onun dışında da bir tür İslamcılık’tan kopuş illâki milliyetçiliğe savrulmak anlamına gelmiyor. İslamcılık’tan kopup başka yerlerde, daha merkezde ya da daha solda yer alan kişiler de var. Şimdi bu söylediklerimi biraz daha temellendirmek için şunu söyleyeyim: Milli Görüş hareketinin içerisinden çıkmış çok sayıda parti var şu anda — birincisi Adalet ve Kalkınma Partisi tabii, diğeri Saadet Partisi, diğeri yeniden Refah Partisi, Fatih Erbakan’ın partisi ve Deva ve Gelecek partileri. Şimdi bunların içerisinde alenen İslamcılık iddiasında olanlar, Saadet Partisi ve Yeniden Refah Partisi, ikisi de ne kadar uğraşılarsa uğraşsınlar belli bir şeyin ötesine geçemiyorlar. Yani Adalet ve Kalkınma Partisi’nin İslamcılık’tan uzaklaşmasına –ki koptu aslında– rağmen, İslamcı iddialı partiler güçlenmiyor, çok ciddi bir güç kazanmıyor.
Öte yandan Deva ve Gelecek Partileri de İslamcılık iddiasıyla çok fazla çıkmıyorlar. Burada Deva, Babacan, daha merkezde, bu tür konularla çok fazla uğraşmayan, “dini siyasete alet etmeyen” diyelim, bir pozisyon takınmayı tercih ediyor gibi. Davutoğlu’nun yaptığı ise bana göre –kendisi de çevresindekiler de buna katılmayacaklardır ama–, Davutoğlu’nun yaptığı bana biraz Erdoğan’ın yaptığının alternatifini yaratmaya çalışmak gibi gözüküyor. O da nedir? Erdoğan, biliyorsunuz, ne milliyetçilik ne de İslamcılık kavramlarını kullanıyor. “Yerli ve milli” diye bir şey ortaya sürdü ve onun alâmet-i fârikası bu oldu. “Yerli ve milli” aslında İslamcılık’tan çıkıp milliyetçiliğe evrilen Erdoğan’ın ve Adalet ve Kalkınma Partisi’nin yörüngesi.
Bu anlamda Davutoğlu’nun da büyük ölçüde buna benzer bir pozisyon aldığını, Islâmîliği de milliyetçiliği de bir şekilde muhafaza eden –ki bu noktada Osmanlı kavramı gündeme gelebilir– bir pozisyon aldığı kanısındayım. Dolayısıyla bakıldığı zaman, şu anda Türkiye’de iddialı bir İslamcı duruş yok, İslamcı iddialı partilerin gücü zayıf, Erdoğan’ın İslamcılığı dine tabii ki başvuruyor ve din üzerinden birtakım spekülatif şeyler yapıyor. Gezi’den beri var olan, işte cami meselesinde hâlâ gösteremediği videolar vs. ile hep bunu kullanıyor, kullanabildiği zaman popülist anlamda kullanmaya çalışıyor; ama baskın olanın esas olarak milliyetçi bir din olduğu ortada.
Zaten orada Erdoğan’a atfedilen sıfat da biliyorsunuz, ona söylenen: “Reis”. Erbakan’la Erdoğan arasındaki en önemli farklardan birisi de aslında bu — “hoca”lıktan “reis”liğe geçmek. “Reis” dinîden ziyade, daha askerî, yeraltı dünyasının da çok kullandığı, ama ülkücü harekette de çok kullanılan bir kavramdır; dinî bir çağrışımı olan bir kavram değildir. Erkekler topluluğu ve onun başı gibi bir konumda da, en azından, İslâmî olmaktan ziyade seküler diyelim. Erdoğan bu anlamda, İslâmî bir hareketten gelmesine rağmen, bütün varlığını o harekete borçlu olmasına rağmen, şu ya da bu şekilde o hareketten çok ciddi bir şekilde kopup, o hareketi –ki kökleri daha Osmanlı’nın son yıllarına dayanan bir hareket–, hareketin en büyük rakiplerinden birisine kurban etmek biraz sert kaçabilir; ama onun rakiplerinden en büyüğünün lehine gerilemesine ve etkisizleşmesine katkıda bulunduğu kanısındayım — bunun özellikle altını çizmek istiyorum.
Artık Türkiye’de İslamcılık bu yaşanan deneyimin ardından da uzun bir süre Türkiye’de milliyetçilik karşısında etkili bir çıkış yapma şansını kaybediyor. Zaten son seçimlerde oy hareketlerini uzmanlar anlattıkları zaman, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin özellikle Anadolu’da kaybettiği oyların daha çok MHP’ye gittiğini bize aktarıyorlar, öyle yorumluyorlar. Zaten tek başına iktidar kalmadı, mâlûm, parlamenter sistemde değiliz; ama her zaman için MHP’nin belli bir gücü ya da Türk milliyetçilerin değişik partilerde belli bir gücünün olacağını kesinlikle öngörebiliriz. Türkiye’de sadece İslamcı iddialı bir hareketin uzun süre güçlü bir şekilde etkili olabileceğini çok fazla sanmıyorum. İslamcılık’tan geldiği belli olan hareketler, kişiler, kendilerini İslamcılık’tan uzaklaşma çabalarına sokuyorlar. Bu bir zamanlar Erdoğan ve arkadaşlarının söylediği Milli Görüş gömleğini çıkartma önermesinin de ötesinde bir duruş.
Belki de aslında bunun çok daha önceden olması gerekiyordu; Türkiye’de siyasî alandaki İslamcılık defterinin kapatılması için belki de böyle bir şey gerekiyordu. Bilemiyorum, ama sonuç olarak Erdoğan’ın iktidarı Türkiye’de İslamcılığın gerilemesine ve milliyetçiliğin yükselmesine neden oldu. Burada ilginç olan bir başka husus da şu: Türkiye’de kendini milliyetçi olarak tanımlayan kişiler ve partiler, örneğin Bahçeli ve MHP’nin çok fazla bir rolü yok, onlar sadece durdukları yerde durdular, kendilerine birileri geldi, yani o birilerini yanlarına çekmek için bir gayret sarfettiklerini açıkçası sanmıyorum, etkili birtakım politikalar geliştirdiklerini sanmıyorum. Milliyetçiler bir yerde durdu, ama İslamcılık’tan gelen kişiler, hareketler, partiler belli bir yerde öyle bir savruldular ve kendilerini toparlayamadılar ki, bir kısmı milliyetçiliğe doğru savruldu.
Bitirmeden dünkü yayında sözünü ettiğim bir konuda bir düzeltme yapmak istiyorum: İstanbul’da Adalet ve Kalkınma Partisi İl Başkanlığı için ilkinde aday olup son anda vazgeçen, ama daha sonra aday olup kaybeden Metin Külünk’ten bahsettiğimde, onun Marmaray’la ilgili videosunu kaldırdığını söylemiştim, kaldırmamış, kendisinden özür diliyorum, video duruyor. Tabii ki bu Marmaray meselesi bambaşka bir olay, Marmaray İBB’ye bağlı değil, oradaki o tartışma hâlâ sürüyor, ama o video duruyor ve ilginç bir video. Bugün hükümet aleyhtarı bir video çekmek isteseniz, herhalde o videodan daha iyisini çekemezsiniz bu salgın günlerinde; çünkü Marmaray Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları’nın denetiminde, orada sosyal mesafeye vs.’ye uyulmuyor olmasının böyle belgeli bir şekilde gösterilmesi herhalde iktidarı ciddi bir şekilde rahatsız etmiştir. Her neyse tekrar videonun, Metin Külünk’ün sosyal medya hesabında durduğunu söyleyerek yanlışımı düzeltmek istiyorum, tekrar özür diliyorum.
Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.
( Yayına hazırlayan: Fehimcan Şimşek )
İZLEMEK için Linki TIKLAYIN: https://medyascope.tv/2020/05/26/turkiyede-milliyetcilik-islamciligi-neden-ve-nasil-yutuyor/