erotik shop
Bugun...


Teolojik ve tarihsel haller
Dünyevîleşmenin toplumsal ve siyâsal düzeyde Tanrı-merkezli yürüdüğü bir iklimde sürecin önü, içerdiği bütün çelişkilerle birlikte açık. Yâni sonuçlarını bilmiyoruz. Bildiğimiz, bu sürecin, müdahalelere uğradığı nispette keskinleştiğidir. Üst akıl bakalım ne zaman bu durumu kendi içinde anlayacak ve içerdiği seçeneklerin en mâkul olanlarıyla müzâkereye oturacak…

facebook-paylas
Tarih: 07-02-2016 04:51
Teolojik ve tarihsel haller
+ -

İnsanlık durumları “teolojik” kürelerle “târihsel” küreler arasındaki “karşılaşmalara”; “uyum” ve “uyumsuzluk”lara oturuyor. Biraz daha açarak söyleyecek olursak, bütün mesele eylemelerimiz , yapıp etmelerimiz; kısaca “praksis” dünyâmız ile onu belirleme iddiasındaki “soyut”, “formel” değerler küresi arasındaki uyumdur. Bu aynı zamanda “a priori”; yâni tecrübe öncesi küre ile “a posteriori”; yâni tecrübe sonrası küre arasındaki uyumluluk ilişkisini ortaya koymaktadır. Bu meyânda bir başka meselenin de ıskalanmaması gerektiğinin farkındayım. Ama bir sınırlama yapmak gerekiyor. “Teolojik” kürenin, ister orijinal “dinsel” ister “seküler” karşılıklarıyla düşünülsün, ne kadarıyla “târihsel” olduğu da epistemolojik felsefe açısından tartışmalıdır. Bu tartışmaların ayrıntılarına girmek bu yazının niyeti îtibârıyla dışarıda bırakılmaktadır. Niyetim, “teolojik” kürenin kendi iddialarını veri alarak “târihsel” küre ile olan bağını tartışmaktır.


Başlangıç itibârıyla “târihsel” durumların ağırlığını teslim etmek gerekiyor. Her “teolojik” durum “tarihsel” küreye bir müdahaledir. Buna mukâbil her “târihsel” durum ise, ister beğenelim, ister beğenmeyelim, teolojk-formel sabitelerin boşa çıkarıldığı sapmaların birikimidir. Bu aynı zamanda insanlık durumlarının “trajik” taraflarını ortaya koyar. Veri bir tarihsel durumu “aşmak”, yeni bir teolojinin inşâsını veya yerleşik bir teolojinin yeniden yorumunu gerektiriyor. Dogmatik-muhafazakâr durum eski teolojide ısrar etmekten doğuyor.

Eğer teolojik küre ile târihsel küre arasında mutlak bir çakışma düşünülüyorsa bu, sonu çoğu defâ, hüsrân veya hayâl kırıklığı olan bir beklentidir. Albert Camus'nün 19.Yüzyıl'ın mutandan teolojilerinin insanlığa ödettiği hüsrânlı bedelleri düşünerek, târihsel olarak mümkün olabilecek biricik ahlâkın, şâir Hölderlin'in meşhûr dizelerinde olduğu üzere “mümküne sâdık”, “imkânsızı istemeyen”, “mümkünü tüketen” bir “görecelilik” ahlâkı olabileceğini ilân etmesi bundandır.

Modern teolojik yapıların başat niteliği kurgularını şûbeleştirme esnasında dinsel olanı, tıpkı püritanlıkta olduğu üzere alabildiğine şahsileştirmesi, diğer taraftan da siyasal-toplumsal teolojisini gayrı şahsî bir alana taşımasıdır. Yâni modern dünyâ ahkâmında Tanrı şahsîleştirilir. Aslında bu çelişik gözüken durum esasta birbirini tamamlar. Tanrı şahsileştirilmelidir ki, siyâsal ve toplumsal gayrı şahsîleştirilebilsin. Hukûk, işte tam da bu noktada dünyevîleşmeci modern teolojinin en esaslı unsuru olarak burada devreye girer.

Modern teolojinin yerküredeki dağılımına baktığımızda Merkez Kapital Dünyâ'nın “içinde” hayli oturmuş olduğunu görüyoruz. Tabii ki bunun birikimin ağırlığı üzerinden bir karşılığı mevcuttur. Yâni birikimin yoğunluğu bunu sağlamaktadır. Birikim yoğunlaştıkça dağılım ya da bölüşüm fırsatları artmaktadır. İşin garip tarafı Tanrı algısının da buna göre dönüşmesidir. Tanrı meta-fizik ile fizik dünyaları birleştiren kapsayıcı bir varlık olmaktan çıkıp fırsatlar sunan bir şans veya uğur tanrısı olarak algılanmaya başlar. Hâsılı paganlığa geri dönülür. Toplumsal düzlemde ise Yeni Teslis'in karşılığı olarak “haklar-özgürlükler-yükümlülükler” temelinde her türlü destek bireylere sunulur.

Yarı-Merkez Dünyalarda ise durum karışır. Birikim sınırlı olduğu için Tanrı şahsîleştirilmez. Şu ya da bu derecede toplumsal ve siyâsal meselelerin merkezine yerleştirilir. O kadar ki, alabildiğine aktüel hâle getirilerek metafizik derinliğini ve merkeziliğini kaybeder. Şöyle de koyabiliriz: Tanrı algısı dünyanın bir yerlerinde şahsîleştirilip dünyevîleşme süreçlerinin dışına itilirken; başka yerlerde toplumsallaştırılıp siyâsallaştırılarak dünyevîleşmeyi tamamlar. İslâmofobinin şekillenişinde modern teolojilerden beklenenlerin, kısm-ı âzâmı dünyânın Yarı-Merkez, hatta “Çeper” lerde yer alan İslâm Dünyâsı'nda boşa çıkmasının, Merkez-Dünyâ idrâkında yarattığı hayâl kırıklığı çok mühim bir rol oynuyor. Bu şaşkınlık Batılılaşmış; yâni zihin dünyâsını modern teolojiye göre kurgulamış “acenta” entelektüellerde zirve yapıyor ve derin bir toplum düşmanlığına dönüşüyor.

Dünyevîleşmenin toplumsal ve siyâsal düzeyde Tanrı-merkezli yürüdüğü bir iklimde sürecin önü, içerdiği bütün çelişkilerle birlikte açık. Yâni sonuçlarını bilmiyoruz. Bildiğimiz, bu sürecin, müdahalelere uğradığı nispette keskinleştiğidir. Üst akıl bakalım ne zaman bu durumu kendi içinde anlayacak ve içerdiği seçeneklerin en mâkul olanlarıyla müzâkereye oturacak…

Süleyman Seyfi Öğün - Yeni Şafak 




Bu haber 1080 defa okunmuştur.

YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
YUKARI