Nobel gibi dünya çapında etkin bir ödül organizasyonunun tartışılması hatta tartışmalı olması bir bakıma doğal sayılabilir. Sorun sadece ödüle layık görülen isimlerde isabet edilip edilmediği ile sınırlı olsaydı bir yazı konusu bile olmayabilirdi. Jürinin ödüllendirmelerinde siyaset, kültür hatta bir uygarlık perspektifini yansıttığı göz önüne alındığında sorun daha da büyüyor elbette.
Nobel sadece dünya barışı, bilim, edebiyat gibi yüksek insanlık hedefleri için çabaları ödüllendirmek gibi ulvi bir gayeye hizmet etmekten öteye en azından sonuçları itibariyle farklı işlevleri üstlendiği söylenebilir. Batı merkezli bir ödüllendirmede seçilen kriterler doğal olarak o kültürün kodları, evrensel olduğu iddia edilen ilkelerine uygunluğu göz önüne alınacaktır. Her ne kadar ortak insanlık ideali gibi çok hamasi cümlelerin arkasına sığınsa da derin siyasi, stratejik bir bakışın gölgesi daima vardır. Sorun bu açık gerçeğin yok yok sayılması, hatta batı dışı ülkelerde farklı anlamlar yüklenmesi.
Tartışmalar, daha çok barış gibi muhtevası gereği son derece siyasi alanda verilen ödüllerde kendini gösterir. Fakat spekülatif alan sadece bununla sınırlı değildir; mesela edebiyat ödüllerinde verilecek ülkenin seçimi, ödül sahibinin edebiyatçılığından ziyade kimliği, siyasi, dini görüşü gibi etkenlerin etkili olduğunu bilmek için jüri üyesi olmaya gerek yok.
Nobel, Oscar, Eurovision gibi uluslararası ödüller sık sık bu tür sorgulamaların muhatabı olmuştur. Olmaya da devam edecektir. Mesele, Bir dünya görüşünün, egemen bir sistemin bakış açısını, sanatsal, insani değerlerini, stratejik tercihlerini, kültürel kodlarını yansıttığını farketmekte. Bu temel gerçekleri yok farzederek “yüksek insanlık idealleri” adına verilen ödülleri kutsamanın alemi olmadığı gibi beklentiye girmek de yersiz.
Tunus Ulusal Diyaloğ komitesini oluşturan dört farklı sivil toplum kuruluşunun Arap Baharı sonrasında üstelendiği rol nedeniyle Nobel Barış ödülüne layık görüldüğü açıklandı. Tunus Ulusal Diyalog Komitesine, Arap Baharı sonrası ülkenin iç savaşa sürüklenmesini önlediği ve uzlaşı hükümetinin kurulmasını sağladığı için ödüllendirilmiş.
Hatırlanacak olursa Arap Baharı denilen halk ayaklanması Tunus'ta başlamış, kısa süren gösteriler sonunda Bin Ali ülkeyi terketmiş, en güçlü siyasi aktör olarak Nahda Hareketi öne çıkmıştı. The Guardian'ın yazdığına göre, ödülün gerekçeleri arasında şu ifadeler yer alıyor: Eğer bu uzlaşı sağlanamasaydı ülke siyasi cinayetler, iç savaş gibi karışıklığa gidecekti. 2013'te demokratikleşme süreci ile beraber ülke tam bir iç savaşın eşiğinden dönmüş oldu...
Bu ifadeler tuhaf biçimde “bu kez silahsız kuvvetler halletsin” diyen postmodern darbe mantığını hatrlattı. Zira, eğer diye başlayan cümlelerde ima edilen tehlikeyi önlemek için Sisi darbesi örneğinde olduğu gibi gerektiğinde silahlı güçlerle bu demokratikleşmenin sağlanacağıdır.
Nahda'nın ülkede bir gerilime yol açmamak, uzlaşmaya daima açık olduğunu baştan beri açıklamasına rağmen Tunus'un laikçi seçkinleri, sistem içindeki ağırlıklarını koyarak geri adım atmaya zorladı. Burada sorun politik bir mücadeleden çok devrimin itici gücünün, tüm demokratik söylemlerine rağmen bir türlü inandırıcı bulunmayan Gannuşi liderliğindeki harekete bakış açısı. İslam ve İslami hareketlerin iktidara gelmesi gibi bir “kabusu” insanlık adına engellemeye koyulan Batılılılar ve yerli batıcıların ortak paydasının şifrelerini veriyor Nobel Barış Ödülü.
Görüntüde, iç savaş ve siyasi cinayetlerin engellenmesi, temel insan haklarına, kadın erkek eşitliğinin garantiye alınmasıyla sonuçlandığı için bu demokratik uzlaşma komitesi ödüllendiriliyor.
Bu gerekçe iki farklı düzlemden hareket ediyor. İslamcılar iktidar olsalardı vahim uygulamalar olacaktı. İkincisi bu uygulamaların sonucu olarak da gerekirse silahla engellenecekti.
Sisi'nin Batı nezdinde kabul görmesi Mısır'ın ve Mısırlıların nasıl bir yönetim altında yaşamak istedikleri ya da neye layık oldukları kaygısından çok verdiği garantilerdir. Ki bu garantiler de büyük ölçüde Arap Baharı'nın gerekçelerini oluşturduğu kadar geleceğini de belirledi.
Olaya bu açıdan bakıldığında barış ödülünün gerçekte bir tehdit ödülüne dönüştüğü rahatlıkla söylenebilir. Tunusluların ne istediği ve nasıl bedel ödediği değil Batılı kriterlere uygun insan ve toplum ve nihayetinde siyaset modelinde uygun ve yarayışlı olanlar bir kez daha ödüllendirilmiş oldu.
Akif Emre- Yeni Şafak