Hemen herkes mutabık: Sykes - Picot Anlaşması’nın yüzüncü senesinde Ortadoğu bu anlaşmanın arifesindekine benzer zamanlar yaşıyor. 1916’da olduğu gibi bugün de Ortadoğu büyük bir iktidar boşluğunun pençesine düşmüş durumda.
100 sene öncesiyle bugün arasındaki benzerlik açık olmakla beraber bugünkü iktidar boşluğu galiba daha büyük ve daha karmaşık. Bu hal Sykes - Picot Anlaşmasıyla temelleri atılan 1916 sonrası statükoya benzer bir statükonun bugünden yarına kurulmasını çok zor kılacağa benziyor.
Bugünkü durum 1916’dan daha zor çünkü, evvela, 1916’da olduğu gibi iki büyük emperyaliste karşı zayıf Osmanlı Devleti ve bölge halkları denklemi bugün mevcut değil. Bugünkü denklemde hem bölge harici büyük aktörler daha çok ve daha az uzlaşma içinde ama hem de bölgedeki devlet ve devlet-altı aktörler 1916’ya kıyasla daha kuvvetli. İran, Türkiye ve hatta görüldü ki Suriye bile güçlü altyapılara sahip devletler ve dolayısıyla da bunların rızasını almayan bir yeni statüko kurmak zor. Bunun yanında IŞİD, El Nusra, PKK ve Hizbullah gibi devlet altı aktörler de bölgeye dair planları geciktirecek, sekteye uğratacak askeri ve siyasi kapasiteye sahip görünüyorlar.
2016’da bölgeyi daha çetrefil yapan sadece aktör çeşitliliği ve kapasitesi değil. Aktörlerin niyetlerinin çeşitliliği ve bu niyetler arasındaki giderilemez ihtilaflar da bölgeyi 1916’dan daha zor kılıyor. Tek tek her aktörün niyetini saymaya lüzum yok ama bir tek ABD ve AB’nin bölgeye dair arzularının çeşitliliğini ve büyüklüğünü konuşmak bile işin zorluğu hakkında bir fikir vermeye yetebilir. Malum, ABD ve AB Ortadoğu’nun halen güvenilir bir enerji deposu olarak kalmasını, bölgede İran ve Türkiye (Suudi Arabistan) cephelerinin bir diğerine kesin üstünlük sağlamayacak bir denge içerisinde olmasını, Ortadoğu’nun küresel kapitalizme tam entegrasyonunu, Selefi agresyonunun kontrol edilebilir bir çizgide kalmasını ve bölgedeki insani trajedinin sınırlarının uzağında kalmasını istiyor. Ne var ki, bugünün Ortadoğu’su ABD - AB hattının bütün bu arzularını tatmin edebilecek bir statüko oluşturmaya müsait bir yere pek benzemiyor.
Üstelik, ABD ve AB kadar ihtiraslı olmasalar da büyüklü küçüklü diğer aktörlerin de kendi özel arzuları var. Bütün bu arzuları telif edecek bir program ya da güç de ortada görünmüyor. Bu da şu demek: Sykes - Picot’yla temelleri atılan ve yüz sene süren türden bir statükonun bugünlerde buralarda kurulması mümkün değil. Meali: Bölgede kan ve dehşet zamanları daha devam edecek.
Peki, bu durum, Sykes - Picot’un çökmüş, yenisinin de ufukta görünmüyor oluşu Kürdler için ne anlama geliyor? 1918’de gerçekleşmeyen büyük Kürdistan’ın bugün ihtimal dahiline girdiğini mi? Doğrusu hiç sanmıyorum. Belli ki, bölgeye dair plan, proje geliştirme kapasitesine sahip aktörlerin hiçbirinin bu türden bir niyeti de yok, kapasitesi de.
Üstelik, bölgede son birkaç ayda yaşananlar Kürdler için gidişatın büyük Kürdistan’dan ziyade bölünmek istikametinde olabileceğini gösteriyor. Bölgedeki büyük çekişmenin haricinde kalmak Kürdler için de imkansız görünüyor ve görünen o ki Kürdler bu çekişmenin farklı cephelerinde yer almaya adeta itiliyorlar. Halbuki, bu sarsıntı zamanlarını en az trajik biçimde atlatmak için Kürdlerin en çok ihtiyacı olan kendi aralarında ortaklaşmak ve tarih ve coğrafyayla uyumlu bir gelecek tahayyülü oluşturmak. Bu da Batı’yla ve Türkiye’yle birlikte bir ortak gelecek kurmanın imkanlarını büyütmek demek.
Mesut Yeğen/ Sosyolog - Basnews