Fransa'da 27 Haziran 2023'te Paris'in Nanterre banliyölerinde yaşayan 17 yaşındaki Cezayirli Nahel M. Polis kurşunuyla katledildi.
Ardından başta Paris olmak üzere, Lyon, Marsilya, Lille gibi Fransa'nın birçok şehirlerinde Mağripli ve siyahi Fransız vatandaşın öldürülmesiyle birlikte öfke, protesto ve tepkiler sokaklarda belirdi.
Biriken öfke ve protestolar bir süre sonra; araçların yakılmasına, kamu binalarının kundaklanmasına, karakol ve belediye binalarının ateşe verilmesine, mağazaların yağmalanmasına, binlerce kişinin tutuklanmasına yol açtı.
2005 yılı ve sonrasında da yaşanan yüzlerce polis şiddeti ve baskısı, daha çok Mağripli, siyahi ve göçmen Fransızlara yönelmiş ve beraberinde ırkçılık, güvenlik, polis şiddeti, kültürel ırkçılık, sömürgecilik, entegrasyon, mağrip ve Müslümanlara şiddet, ayrımcılık, kamu düzeni ve aşırı sağın yükselmesi gibi tartışmaları beraberinde getirdi.
Fransa Milli Futbol Takımı Kaptanı Kylian Mbappé'den Macron'a, Birleşmiş Milletler'den Recep Tayyip Erdoğan'a kadar bir dizi siyasal ve toplumsal elitler, yaşanan polis şiddetine ve uygulanan baskılara yönelik açıklamalarda bulundu.
Fransa'da uzun yıllar yaşanan polis şiddeti, sistematik ırkçılık ve ayrımcılık, entegrasyon, Mağripli, siyahi, Müslüman ve göçmenlere yönelik baskıları, ardından gelişen toplumsal tepki ve şiddetin nedenlerini, son protesto ve öfkenin seyrini, öfkenin isyana dönüşüp dönüşmediğini, banliyö ve gettolarda yaşanan trajediyi, Fransa'daki polis yetkilerinin sınırını, ateş açma yasasını ve Fransız hükümetinin tutumunu, aşağıda sorduğumuz tek soru ile; Bahçeşehir Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Nilüfer Narlı, Paris'teki Paris Advanced Research Center (PARC) Direktörü olan Sosyolog Prof. Dr. Nevzet Çelik, Paris Sosyal Bilimler Yüksekokulu (ECole des hautes études en sciences sociales-Paris) öğretim üyesi Prof. Dr. Hamit Bozarslan ve uzun yıllar Fransa'da yaşayan NTV Fransa temsilcisi gazeteci Kayhan Karaca'ya sorup, görüşlerini aldık:
Bildiğiniz gibi, Cezayir asıllı 17 yaşındaki Nahel'in polis tarafından öldürülmesi bir ilk değildi. Önceki yıllarda da yaşanan polis şiddetinde çoğunlukla Mağripli ve siyahi vatandaşlar hedefte.
Polis şiddetinin arkasında yatan bireysel, toplumsal, siyasal ve ırkçılık dinamiklerin ne kadar etkili olduğunu düşünüyorsunuz?
Devam eden protestolar 2005 yılı veya öncekilerden farklı bir seyir izliyor gibi? Fransız kamuoyunda şiddete yönelik hükümetin tutumu nasıl okunuyor?
Fransa Milli Futbol Takım kaptanı Kylian Mbappé'nin çağrısında geçtiği gibi, diyalog ve yeniden inşa Fransız siyasi, fikri ve medyadaki elitlerin gündeminde mi?
Fransa ve Avrupa'da yükselen ırkçılık ve göçmen karşıtlığı yerini ne tür politikalara bırakır sizce? Fransa'yı kısa ve orta vadede neler bekliyor?
Prof. Dr. Nilüfer Narlı: Fransa'nın adil hafızaya, diyalog ve uzlaşma masası çalışmalarına ihtiyaç var
Paris'in Nanterre banliyösünde vuku bulan hadisede, Cezayir asıllı 17 yaşındaki Nahel'in trafik kontrolü sırasında öldürülmesi Fransa'da büyük şiddet olaylarına yol açtı.
Bu olayın arka planını anlamak için 2017 yılında çıkarılan yasaya bakmamız önemli. Sürücü; yolcuları veya yoldan geçenleri riske atıyorsa, polisin trafik durağından kaçan bir araca ateş etmesine izin veren bir yasa çıkarıldı.
Nahel'in ölümü öncesi 2020, 2021 ve 2022 yıllarında polisin trafik kontrolünde durmayan başka sürücüleri öldürdüğü raporları Fransa'da tartışma yaratmıştı.
Fransa'da banliyö kaynaklı şiddet olaylarına bakıldığında, daha önceki yıllardaki lastik yakma eylemleri ve 2005 yılında yine polisin kovaladığı gençlerin elektrik telleri bulunan duvara tırmanırken can vermesi sonucu başlayan şiddet dalgasından çok farklı boyutlarda olduğu görülür. Bu şiddet olayları farklı bir seyir izliyor.
Nahel'in ölümü sonrası sosyal medyanın kullanılması ile hızla mobilize olan gençler, banliyölerdeki küçük grup ve çetelerin de önlerine kattığı binlerce genç sokakları yakıp yıkıp yağmalamalara başladı.
Kamu binaları, hatta eczane (Paris'de Montargis'deki eczane örneği) bile yakıp yıkılırken, büyük marketler yağmalanıyor. Daha önceki protestolardan ve şiddet olaylarından farklı olarak okul, karakol ve belediye binaları ve kamu binalarına saldırı var.
Paris'te başlayan şiddet olayları Fransa'nın tüm şehirlerine, hatta Brüksel'e bile sıçradı. Sokakları yakıp yıkan gençler arasında çok sayıda 18 yaş altı ergenler olduğu görülüyor. Macron, ailelere "çocuklarınızı evde tutun" çağrısı yaptı. Fakat bu ergenler mahalle baskısı ile büyük abileri tarafından yönlendiriliyor olabilir.
Öldürülen gencin annesi eylemlerin sembolüne dönüştü. Anne, kendisini bir araba ile dolaştıran Magrep ve Afrika kökenli gençleri eylem için coştururken, sadece gülümsüyor. Anne hiç gözyaşı döken bir görüntü vermedi. Oğlu için adalet çağrısı yapıyor.
"Fransa'nın banliyölerinde yetişen gençlerin, sistematik ayrımcılık ve kuşaktan kuşağa aktarılan travmaların yarattığı acı ve öfke ile yoğrulduklarını unutmayalım"
Fransa'daki şiddet olayları aşırı sağ politikacıları güçlendirebilir. Karşımıza çıkan nihilist bir şiddetin yarattığı yıkım ile karşı karşıya kalan Fransz toplumu büyük bir travma yaşayabilir. Bu süreçte Fransızlar, Mağrip ve Afrika kökenlilere karşı daha fazla bilenebilir.
Travmalardan söz ederken, Fransa'nın banliyölerinde yetişen çok sayıda gencin sistematik ayrımcılık ile karşılaşmanın getirdiği hüsran ve kuşaktan kuşağa aktarılan travmaların yarattığı acı ve öfke ile yoğrulduklarını unutmayalım.
Özellikle Cezayir savaşının travması, Cezayir bağımsızlık savaşı sırasında Fransa'ya bağlılığını bildiren, Cezayir'in bağımsızlığını istemeyen ve Fransız ordusunda yer alan "Harki"lerin savaş sonrası, 1961 yılında Fransa'ya getirilmeleri. Harkiler bugün Nahel'in vurulduğu Nanterre'de teneke mahallesini andıran evlere yerleştirildiler.
Bu hikâyelerin nesilden nesile aktarılıp travmalarla dolu bir toplumsal hafızaya sahip Cezayir kökenli gençler, büyük babalarının sessizliğe karşın çok öfkeli ve seslerini çıkaran bir grup.
Fransa'nın entegrasyon projesinin başarılı olması önünde bu tür psikolojik bariyerler olduğu kadar, banliyö gençlerinin iyi bir eğitim alıp kalifiye iş gücündeki oranlarının artması, okulu terk etmenin giderek yaygınlaştığı banliyölerde bu gençlerin eğitimden kopmaması için yeni politikalara ihtiyaç var.
Fransa'da diyalog ve yeni bir hikâyeye ihtiyaç var.
Devlet yeni tedbirler ve yasalar ile şiddetin önüne geçmeye çalışabilir. Fakat Fransa'nın adil hafızaya, diyalog ve uzlaşma masası çalışmalarına ihtiyaca var.
Geçmişte Magrep ve Afrikalı gençlerin şiddet olaylarını "Paris problemi" olarak gören Fransızlar, şimdi bu sorunun tüm ülkenin sorunu olduğu görüşüne doğru hızla ilerliyor.
Prof. Dr. Hamit Bozarslan: Avrupa toplumları "özgürlük" konusunda gelişme kaydettiler ama "eşitlik" talebini karşılamaktan son derece uzaktalar
Zaman açısından dar bir durumda olduğum için ve sorunuz da çok sorulu bir soruna işaret ettiği için çok kısa bir şekilde üç noktanın önemine değinerek, meramımı anlatmak isterim.
Birincisi, Avrupa toplumları son 20-30 yılda Tocqueville'in demokratik bir tutku olarak tanımladığı "özgürlük" konusunda büyük bir gelişme kaydettiler, ama ikinci demokratik tutku olan eşitlik talebini karşılamaktan son derece uzaktalar.
Neo-liberalizmin bir kader olarak algılanması, eşitsizliklerin daha da derinleşmesini kaçınılmaz kıldı. Demokrasiler, bu tutkuyu/talebi ele alarak kendilerini yeniden tanımlayabilecekler mi? Bu sorunun cevabı şimdilik yok.
İkincisi; sorun sadece ırk meselesi değil. Irk ve sınıf arasında bir ilişki var. "Sınıf atladığınızda" Fransa'da Milli Eğitim ya da Adalet Bakanı, Büyük Britanya'da Başbakan, İskoçya Başbakanı ya da Londra belediye Başkanı olabiliyorsunuz. Ama bu sınıf atlama olgusu gerçekleşmediğinde etnik/mezhebi kökeniniz, yasadığınız getto, her şeyi belirleyen faktörler haline geliyor.
"Konjonktürel başkaldırı, yapısal sorunları göstermekte ama bu soruların çözümüne yol açmadan tükenmekte"
Üçüncüsü, 2019'daki Sarı Yelekler kendilerini orta sınıf olarak tahayyül ediyorlardı. Günümüzdeki başkaldırı çok daha değişik bir sınıfsal niteliğe sahip, ama her ikisinde başkaldırı/şiddet "değiştirici"/"kurucu" bir nitelik kazanamamakta, şiddet sonrası bir kurumsallaşmaya yol açmamakta, "samanlık" küle indirgendiğinde sona ermekte. Konjonktürel başkaldırı yapısal sorunların vahametini göstermekte, ama bu soruların çözümüne yol açmadan tükenmekte.
Prof. Dr. Nevzet Çelik: Cumhuriyet vadettiğini vermiyor
Fransız polisi tarafından trajik bir şekilde öldürülen 17 yaşındaki Fransız vatandaşı Nahel M'nin durumu, sosyal medyada paylaşılan video ile polis iddialarını çürüttü ve Nahel'in polis tarafından vurulduğunu gösterdi. Bu olay, çeşitli şehirlerde protesto ve ayaklanmalara sebep oldu.
Hükümet, düzeni sağlamak için 50 bin polis memuru görevlendirdi ve 3000'den fazla kişi gözaltına alındı. Ayrıca, Pazar gecesinden Pazartesi'ye sosyal medya erişiminde, özellikle Twitter'da sorunlar yaşandı.
2020'de Fransız parlamentosu, sosyal medya şirketlerinin belirli içerikleri bir saat içinde kaldırmasını zorunlu kılan bir yasayı onayladı, bu durum hukukçular ve aktivistler tarafından hükümetin sansür yeteneğinin artacağı endişesiyle karşılandı.
Fransa Adalet Bakanı Dupond-Moretti, "Çocuklarıyla ilgilenmeyen ve onların gece nerede olduğunu bilmeyen ebeveynler, iki yıl hapis ve 30 bin euro para cezası ile karşı karşıya kalabilirler" şeklinde bir açıklama yaptı.
Nahel'in annesi Mounia'nın polis teşkilatının tümünü değil, oğlunun hayatını alan polisi suçladı ve buna benzer olayların sistematik ırkçılık sonucu olduğu düşüncesi dikkat çekiyor. Fransa'da, özellikle 2005'te ve 2016'da Adama Traoré'nin ölümünden sonra, polis şiddeti protestoları arttı.
İnsan hakları grupları ve BM'de çeşitli zamanlarda Fransa'da polis şiddetine yönelik endişeleri dile getirdi. 2022'de Fransız ulusal polis kayırlarına göre itaatsizlik veya durma emrime uyulmayan olayları sırasında 138 kişinin öldüğünü gösteriyor.
Özellikle Kuzey Afrika ve Sahra Altı Afrika kökenli kişilere yönelik ayrımcılık, Fransız banliyölerinde polis korkusunun yaygın olmasına neden olmuş durumda. Göçmen kökenli kişilerin, deri rengi veya etnik kökenlerine dayalı olarak haksız yere ayrımcılığa uğramaları ve gereksiz kimlik kontrollerine tabi tutulmaları ciddi bir sorun.
İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün raporu da bu durumu vurguluyor ve polis yetkilerinde acil bir reform yapılmasını talep ediyor. Bu durumun, özellikle göçmen kökenli kişiler arasında endişeye neden olduğunu gözlemlemekteyiz.
Fransız toplumunda, belirginleşen bir bölünme olduğunu görüyoruz. Bazı Fransız polis sendikaları "savaşta" olduklarını iddia ederken, bu görüş sol kanat politikacılar tarafından eleştirilse de, uzun zamandır Zemmour ve Marine Le Pen gibi figürlerin "iç savaş" potansiyeli konusunda uyarılarına dikkat çekmek önemli.
Örneğin bu olayın ardından, kendisi de Paris'in Bondy banliyösünde büyümüş olan Kylian Mbappé, derin üzüntüsünü ifade etti. Bununla birlikte Nanterre'deki polis memurunun ailesine destek adlı bir bağış kampanyasında şu ana kadar 800 bin eurodan fazla toplandı ve bu durum Fransa'da yeni bir tartışmayı da ateşledi.
"Gençler, Fransız demokrasisinin vadettiği idealler ile karşılaştıkları gerçekler arasında büyük bir çelişki olduğunu hissediyorlar"
Son raporumda da vurguladığım gibi, Fransa'daki en son seçimler, ülkedeki ciddi sosyal, kültürel ve politik bölünmeleri ortaya çıkardı.
Bu ayrışma, özellikle Macron'un ekonomik politikalarını destekleyenler ile "öfkeli ve endişeli" diye adlandırılan oy vermeyen seçmenler ve yükselen aşırı sağ hareket arasında net bir şekilde görülüyor.
Son zamanlarda Le Pen ve Zemmour gibi adaylar, önemli bir seçmen desteği elde etmeye başlamasına rağmen solun kulağa hoş gelen ancak demode ve slogan yüklü argümanları, artık insanları ikna etmekte başarısız oluyor.
Son dönemde yaşananlar- artan "Sarı Yelekliler" hareketinden, emeklilik reformuna karşı milyonları mobilize eden protestolara kadar - aslında, dini, ırkçı veya göçmen karşıtı politikaların çok daha ötesine sosyal ekonomik problemleri göstermektedir.
İnsanlar bu gösteriler ve sokaklara yansıttıkları öfke ile aslında devletin ağır ve dışlayıcı otoritesine karşı toplu tepkilerini yansıtmaktadırlar. Devlet, dönüşen çağın gereklerine yanıt vermek yerine, vatandaşlarını bürokratik engellerle ve ekonomik sorunlarla karşı karşıya bırakıyor.
Kötü işleyen bir sağlık sistemi, pratik olmayan banka veya sigorta hizmetleri, devletin hiç bitmeyen belge taleplerinden usanmış bir toplumla karşı karşıyayız.
Bu durum, özellikle banliyölerde yaşayan ve işsiz olan genç nesil üzerinde büyük bir etkiye sahip. Gençler, Fransız demokrasisinin vadettiği idealler ile karşılaştıkları gerçekler arasında büyük bir çelişki olduğunu hissediyorlar.
Herkes için eşit fırsatların olduğu, daha iyi eğitim imkânlarına erişebileceği bir toplumu arzuluyorlar. Devlet yardımlarının yerine, cumhuriyetin vadettiği eşitlik ve özgürlüğün peşindeler.
Kayhan Karaca: Protestoların nedenlerinden biri de Fransa'nın merkeziyetçilikle yönetilen bir ülke olması
Polis şiddeti kavramı, tartışmalı bir kavram. Birincisi, bu kavram konusunda evrensel bir tanımlama yok. İkincisi; Fransız devleti, polis sendikaları, Fransa'daki merkez sağ ve aşırı sağcılar zaten böyle bir terminolojiyi reddediyorlar. Hatta Fransız merkez solu bile bunu kabul etmiyor. Polis şiddeti kavramını sadece Fransa'daki radikal sol kullanmaktadır.
Polisler arasında ırkçılık var, polis şiddeti bireysel bazda var ama Fransa'da kurumsal bir polis şiddetinden bahsetmek yanlış olur. Bütün polisleri aynı kefeye koymamak lazım. 2015 yılında Fransa çok ciddi terör eylemleri yaşadı.
Bu eylemler 2016'da da devam etti. Bunun üzerine Fransa'da 2017 yılında polisin kimi yetkilerini genişleten yasal bir düzenlemeye gidildi. Ki bunların başında da dur ihtarına uymayanlara karşı polisin silahını kullanabilmesi yani polise vur yetkisi veren yasal bir düzenleme oldu.
Polis eskiye nazaran daha fazla yetkilere sahip. Son banliyö olayları ile birlikte sol partiler, bu yetkinin kaldırılmasını istemekteler. Tekrarlamak gerekirse, kurumsal bazda bir polis şiddetinden bahsetmek çok yanlış olur.
"Kurumsal bazda bir polis şiddetinden bahsetmek çok yanlış olur"
Protesto ve olayların seyrinin öncekilerden farklı olduğu hem doğru hem de değil. Banliyölerdeki olaylar esasen Lyon'da 1980'lerde başlamıştı. 1980'lerin, 90'ların, 2000'lerin ve şimdilerdeki konjonktürün siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel ve kimliksel planda aynı olduğunu söyleyemeyiz. Neden diyeceksiniz?
1980'lerde soğuk savaş dönemindeydik. Paris'in banliyölerinin çoğundaki belediyeleri yöneten parti Fransız Komünist partisiydi. Fransa'daki işçi sendikaları o tarihlerde çok güçlüydü. Dolayısıyla bu banliyölerde yaşanan çoğu işçi sınıfına mensup kitleleri, komünist parti ve işçi sendikaları büyük ölçüde bünyelerinde toplayabiliyorlardı.
Bu kitleler içinde ezici çoğunluk da o tarihlerde göçmenlerdi. Göçmenler Fransız vatandaşı değillerdi. Soğuk savaş döneminde olduğumuz için böyle bir göçmen kitlelerin spesifik kimliksel arayışları yoktu.
Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra, Komünist partinin ve işçi sendikaların etkisi yavaş yavaş azalmaya başladı. Komünist parti, Paris ve diğer metropollerin varoşlarındaki belediyelerin yönetimlerini teker teker kaybetmeye başladı.
Dolayısıyla bu göçmen kitleler ki çoğu zamanla, Fransız vatandaşı oldular. Yani Fransızlaştılar. Kimileri çifte vatandaş oldu. Bu insanlar birdenbire kendilerini boşlukta hissettiler ve ardından kimlik arayışı başladı hem dünyada ve hem de Fransa'da.
Bu kimlik arayışı, dini veya kültürel kimlik arayışına yönelmeye başladı. Bu göçmenlerin önemli bölümü de Müslüman çoğunluğun olduğu bölgelerden geldiklerinden ki bunların başında Kuzey Afrika ülkeleri, Sahra bölgesindeki ülkeler ve Batı Afrika ülkeleridir.
Buradaki nüfusun ezici çoğunluğu Müslüman olduğu için, Müslüman bir kimlik ön plana çıkmaya başladı 90'ların ortalarından itibaren ve bu Müslüman kimlik giderek yaygınlaştı.
Tabi 11 Eylül olaylarından sonra bu kimlik meselesi daha da bir ciddiyet kazandı. Müslümanlar parmakla gösterilen bir kitle haline gelmeye başladılar. Bu arada 11 Eylül olaylarının Müslümanlar üzerinde, Fransa'da çok negatif etkileri olduğunu belirtmek lazım.
"Fransız devleti, dini özgürlükler ve 1990 sonrası Müslüman gençler arasında görülen dinsel kimlik kavramına karşı"
2005 yılında yaşanan banliyölerdeki olaylara gelecek olursak şunları söyleyebilirim. 80'lerden bu yana bu banliyölerdeki huzursuzluğa karşı Fransız hükümetleri hep fiziki koşulları ya da yaşam koşullarını düzeltme ekseninde hareket ettiler.
1960'larda yapılmış bu banliyölerdeki binaların dış boyasını değiştirip, o binaların etrafına iki tane park inşa edip, o binalardaki semtlere otobüs seferlerini artırıp, "ben bu banliyö sorununu çözerim" mantığı ile yaklaşıldı. Böyle yapılırsa, binalarda yaşayan insanlar topluma entegre olur düşüncesindeydiler.
Fransızcaları ve eğitim düzeyleri çok iyi olmayan bu göçmenler, çok da başarılı olamıyorlardı. Fransız toplumu da çok başaramamış insanlara karşı kapalı bir toplum yapısına sahiptir. Başarılı olmuş insanlar ise, 80'li yıllardan beri o semtlerden ayrılıyorlardı.
Son istatistiklere göre banliyölerde yaşayan insanların yüzde 44'ü gelir düzeyi bakımından yoksunluk seviyesinin altında insanlardan oluşmakta. Fransız genelinde işsizlik oranı yüzde 8 iken, o semtlerde yüzde 20, hatta gençlerde yüzde 25-30'larda seyretmektedir. Böyle bir manzara ile karşı karşıyayız.
Yeni bir fenomen daha var geçmişteki olaylara kıyasen. O da sosyal medya fenomeni. 2005 yılındaki olaylarda sosyal medya diye bir şey yoktu. Sosyal medya, bu semtlerde yaşayan gençler üzerindeki kompleksi ortadan kaldırmış durumda.
Sosyal medya platformları özellikle de Snapchat ve TikTok'u oldukça etkili kullanmaktalar bu gençler. Bu platformlar üzerinde montaj yapabiliyor ve kısa videoları çok kısa bir zamanda aralarında paylaşabiliyorlar. Bu paylaşımlarla fenomen olan çokça gençler var. 11, 13 ve 14 yaşındaki çocuklardan bahsediyoruz bu arada. Bunlar kompleksten sıyrılmış durumdalar.
"Banliyö olayları bir şeylerin iyi gitmediğinin göstergesi"
Şiddete yönelik hükümetin tutumuna gelince, Macron ve hükümet aslında çok kötü bir şekilde yakalandı. Çünkü öncelikle asayişin veya Cumhuriyet düzeninin sağlanması lazım bu tür semtlerde. Diğer yandan banliyö olayları bir şeylerin iyi gitmediğinin de göstergesi.
Aslında Macron, 2017'de iktidara geldiğinde birşeyler yapacağını vadetmişti ama olmadı, araya sarı yelekliler hareketi ve pandemi girdi. Ardından Macron seçildi ama sonrasında da emeklilik yasa reformu protestoları geldi ve tüm bunlardan dolayı Macron, banliyölere el atamadı.
Radikal sol ve aşırı sağ, Macron'u adeta tetikte bekliyor ve Macron'un bu konularda adım atmasını engelleyeceklerdir. Radikal sol banliyölerdeki gençliği destekliyor ama o da polisi karşısına almış durumda.
Öbür taraftan aşırı sağcılar ve merkez sağın bir bölümü, polisin yetkilerine kesinlikle karışılmamasını istiyorlar. Tam tersine polise daha fazla yetki verilmesinden yanalar. Önümüzde Avrupa Parlamentosu seçimleri var ve bu da Macron ve hükümetinin işinin bir hayli zor olduğunu gösteriyor.
"Fransa'daki elitler, banliyö gençliğini bir türlü kabullenemiyorlar. 'Ya asimile ol gel ya da çifte kimlikle yaşayamazsın' havasındalar"
Protestoculara yönelik diyalog ve yeniden inşa ise, elitlerin gündeminde değil. Bu olaylar, Fransa'da bir tartışmayı başlatacaktır. Ancak bu tartışma kesinlikle yeni değil.
Devamlı, sık sık, nükseden bir konu bu. Bu sefer ulusal çapta meydana geldi ama geçtiğimiz aylarda ve yıllarda sadece bir veya birkaç kentin banliyösünde gerçekleşiyordu.
Fransa'nın kronikleşmiş bir hastalığı adeta. Sadece Fransa'nın değil, birçok Avrupa ülkesinde var bu olaylar. Fransa üzerinde çok daha yaygın. Neden? Çünkü Fransa'da merkezi bir hükümet yapısı var veya merkeziyetçilikle yönetilen bir ülke.
Almanya ve Avusturya gibi federal bir ülke değil. Belki öyle olsaydı, yerel yönetimler bu işi daha esnek biçimde çözebilirlerdi.
Fransa'da çok merkeziyetçi bir anlayış var. Bir de Fransa jakoben, laik bir ülke. Devlet hala jakoben ve laiklik temelleri üzerine kuruludur. Dolayısıyla dini özgürlükler ve 90lı yıllardan sonra, banliyölerdeki kimi Müslüman gençler arasında yaygın olan dinsel kimlik kavramına Fransız devleti tamamen karşı. Kesinlikle böyle bir şey istemiyorlar.
Dinsel özgürlükler, Anglosakson dünyasında olduğu gibi değil Fransa'da. Bu durum, sorunların çözümünün önünde bir handikap olarak duruyor. Fransa'daki hâkim elitlerde bu banliyö gençliğini bir türlü kabullenemiyorlar. "Ya asimile ol gel ya da çifte kimlikle yaşayamazsın" havasındalar.
Bu gençler ve çocuklar, Fransız vatandaşı olarak algılanmıyorlar ülkedeki hâkim elitler tarafından. Zaten sorunun temel unsurlarından bir tanesi de burada yatıyor.
"Göçmen karşıtlığı, 90'ların bir terminolojisi. Bugün ırkçılıktan, hatta Müslümanları hedef alan bir ırkçılıktan bahsedilebilir"
Göçmen karşıtlığı yerini ne gibi politikalara bırakır meselesine gelince, artık göçmen karşıtlığından bahsetmiyoruz bile. Çünkü göçmen karşıtlığı kavramı 80 ve 90'ların bir terminolojisi.
Bugün artık bir ırkçılıktan, hatta Müslümanları hedef alan bir ırkçılıktan bahsedilebilir. İşin rengi, 11 Eylül 2001 olaylarından sonra değişti. Özellikle de 2015 yılında Fransa'daki terör saldırılarından sonra tamamen değişti.
Artık ırkçılık her türlü göçmeni değil, özellikle Müslüman kökenlileri hedef almaktadır. Sadece göçmenleri değil, 20, 30, 40 ve hatta 50 elli yıldır Fransa'da yaşayan Müslümanlar hedef olan bir ırkçılıktan, ayrımcılıktan bahsediyoruz. Hatta ırkçı ayrımcılıktan bahsetmek bile mümkün.
Göçmenlerden bahsetmiyoruz artık, sığınmacı problemi ayrı ama sığınmacılar içinde de Müslümanlar özellikle hedef alınıyor. Müslüman olmayan sığınmacılara kapı her zaman açık. Özellikle Hristiyan olanlara karşı pek bir ırkçılık, ayrımcılık Fransız toplumunda ya da Batı toplumlarında görmüyorsunuz.
Bu olaylar ve protestolar sonrasında Fransa'yı neler bekliyor sorusu için de şunu söylemekle başlamak isterim. Fransa'da hükümet çok zorda. Fransız hükümeti ve Macron'un önünde seçim perspektifi var. Bu seçim perspektifi olmasa iş daha kolay olur.
Ancak aşırı milliyetçiliğin artışta olduğu bir Avrupa sözkonusu. Sadece Fransa'ya has değil, özellikle Batı Avrupa'da milliyetçiliğin arttığı bir ortamdayız.
Böyle bir ortamda kalkıp da bırakın göçmenleri, banliyölerde yaşayanları kucaklayan politikalar üretmek çok zor olacaktır. Önümüzdeki aylar ve yıllar çok zor geçecek gibi görünüyor.
"Banliyölerdeki gençleri oldukları gibi, çifte kimlikleriyle kabul etmenin zamanı geldi"
Avrupa ve Fransa'da yaşanan ekonomik ve sosyal zorlukları da unutmamak lazım. Avrupa aynı zamanda ekonomik bir darboğazdan, krizden geçmektedir. Bu ekonomik kriz her şeyden önce banliyö gençliğini de vuruyor.
Banliyölerde işsizlik, çok ama çok daha fazla. Bu işsizliği giderici önlemlerin alınması, gençliğin iş piyasasına kazandırılması, eğitim ve özellikle de mesleki eğitim alanında adımların atılması lazım.
Banliyölerdeki çocuk ve gençlerin başarmasını sağlamak gerekiyor, bunun için de yaratıcı projelere ihtiyaç var. Bunlar yapılmadığı sürece, siz ne kadar banliyölerdeki insanların evlerini, dairelerini yenileseniz de bu sorun çözümlenemeyecektir.
Bu insanları belki de oldukları gibi çifte kimlikleriyle kabul etmenin zamanı geldi. Ancak bu kabullenmeyi tartışacak ve isteyecek olgunlukta bir elit kesim var mı Fransa'da ve Batı Avrupa'da, işte bütün soru işareti burada yatıyor.
Benim görebildiğim kadarıyla şu anda öyle bir elit kesim olsa bile onlar bile çok azınlıktalar. Bunu Fransız ve Batı Avrupa toplumlarına kabul ettirmek çok çok zor. Geçtiğimiz aylarda yaşanılan canlı bir örnekle bu durumu izah etmek isterim. Fransa'da Müslümanlar minareli cami inşa edemiyorlar.
İnşa etmeye çalıştığınız vakit, hemen hedef haline geliyorsunuz. Kıyamet kopuyor. Bunun örneğini en son Fransa'nın Strasbourg kentinde gördük. Burada Türklerin Belediye'nin de yardımıyla inşa etmek istedikleri bir cami, inanılmaz bir ulusal skandala neden oldu.
Düşünün, Türklerin minareli bir cami inşa etmelerine bile izin verilmiyor. Bu bile bir skandal olabiliyorsa ülkede, siz artık banliyölerdeki durumu düşünün. Dolayısıyla sorun bitmedi. Önümüzdeki aylarda ve yıllarda da nüksetme olasılığı oldukça yüksek.
Kaynak ve İlk Yayın Tarihi: İntependent Türkçe - Çarşamba 5 Temmuz 2023