Osmanlı Devleti’nin Ortadoğu topraklarının Birinci Dünya Savaşı’nda İtilaf devletlerince işgal edilmesi ve Sykes-Picot antlaşmasıyla sözde devletlere bölünmesiyle “Ortadoğu sorunu” dünyayla birlikte bizim de gündemimize girdi. 1916 tarihli Sykes-Picot haritası, bölgenin, Batılılarca daha kolay yönetilebilir olması için tarihî dayanağı olmayan küçük devletlere bölünmesini öngörüyordu.
Yaklaşık 100 yıl sonra egemen Batılı devletlerin değişen çıkarları, Ortadoğu’ya yeni bir haritayı dayatıyor. Soğuk Savaş sonrası dönemde Körfez Savaşı’yla başlayan süreç, bir yandan Arap Baharı’yla Sykes-Picot statükosunun temellerini sarsarken diğer yandan dört ülkeye dağıtılmış olan Kürtlerin Büyük Kürdistan hedefine doğru adım adım ilerlemesine şahit oluyor.
Türkiye’yi de doğrudan etkileyen bu gelişmelerin hangi yöne doğru evrileceğini, bu yolun bize ve İslam dünyasına neler getireceğini ve gelişmeler karşısında seyirci olmaktan çıkıp kurucu bir aktör olmak için neler yapılması gerektiğini belirlemek için, konunun hem yatay eksende, yani ülke, bölge ve küre düzleminde hem de dikey eksende, yani tarihî, felsefi ve itikadi düzlemde ele alınması zorunludur.
Etkileşim Yayınları arasında çıkan, Müfit Yüksel’in kaleme aldığı “İslâmsız Kürdistan Hayali ve Ortadoğu” adlı kitap, konuyu hem yatay hem de dikey eksende birbiriyle harmanlayarak ele almakla, ihtiyaç duyulan zorunlu bir bakış açısını ortaya koymuş.
“Adı ne olursa olsun, bir kısım güçler, İslâmiyet’i, Anadolu ve Mezopotamya’dan tümü ile söküp Arap Yarımadası’na kovmak ve oraya hapsetmek istiyor” ifadelerinin yer aldığı giriş bölümü, “Ürkütücü Gelecek” alt başlığını taşıyor.
Kitabın ilk bölümü Ortadoğu’ya ayrılmış ve dikkat çekici ayrıntıları içeriyor. Mesela dışarıdan bakan bir göz, kraliyetle yönetilen Suudi Arabistan’ın Suudi ailesinin tekelinde olduğunu sanabilir ama kitapta Suudi Arabistan’ın fiiliyatta hassas dengelere dayalı ve kırılma potansiyeli taşıyan bir aileler ve aşiretler konfederasyonu olduğu ifade ediliyor.
Bir arşiv müdavimi olarak tanınan ve ilgilendiği konularla ilgili tarihî belge ve bilgi deposu hâline gelen Müfit Yüksel’in bu özelliğini eserde gözlemleyebiliyoruz.
Ayrıca Irak’la ilgili de gerçekleşmemesini temenni ettiğimiz sıra dışı ve bir o kadar da ürkütücü bir iddiada bulunuyor: “Irak parçalanır ve Bağdat Şiî egemenliğine geçerse, Türkiye, güneyinden de sarılmış olacağından İran’la savaş kaçınılmaz hâle gelecek. Vekalet savaşı değil, fiili ve doğrudan bir savaş.”
Müfit Yüksel’in değerlendirmeleri, yukarıda bahsetiğimiz dikey analizleri de içeriyor. Özellikle Ortadoğu’da yaşanan bu kadar vahim olayın sebebini irdelediği bölümde, sorunların daha derinde yatan sebepleri olduğunu, kolay yoldan bu sorunların üstesinden gelinemeyeceğini, bunun için adamakıllı bir özeleştiri sürecinin gerektiğini belirtiyor ve akıldan çıkarılmaması gereken şu tespitte bulunuyor: “Nihayetinde bu ümmet, Hz. Osman ve Hz. Ali’nin sıyanet ve hürmetini tutmadı, birini Mısırlı isyancılara, diğerini de Haricilere yem etti. Bugün yaşadığımız sıkıntıların temelinde bu hürmetsizlik vardır.”
Çalışmanın ana ekseni ise Kürt meselesiyle ilgili. Kitaba Ortadoğu’yla başlanması isabetli olmuş çünkü bir yandan Kürt meselesi lokal bir mesele olmaktan çıkıp bölgesel hüviyet kazanmış durumda diğer yandan Kürt meselesinin anlaşılabilmesi için, içinde yer aldığı bölgeye ilişkin küresel hesapların anlaşılması zorunludur.
Bu yaklaşımın sonucunu, yaptığı analizlerde görebiliyoruz: “Bütün komşularıyla düşman hâle gelmiş ve bu düşmanlara karşı İsrail ve Batı’yla ölümüne ittifak eden bir Kürdistan düşünülüyor. Batı destekli Büyük Kürdistan, ikinci İsrail’den başka bir şey olmayacak.”
İkinci bölümde Kürtlerin tarihi ele alınmakta, İslâm’la ilişkileri ortaya konulmakta ve son yüzyılda Kürtler içerisinde ortaya çıkan siyasi ve toplumsal hareketlerin ve ideolojilerin Kürtlerle ilişkilerine değinilmektedir. Sonraki bölümlerde dil ve eğitim, Kürtlerin Ortadoğu’daki rolleri ve Kürt sorununa ilişkin çözüm önerileri yer almaktadır.
Bugünün Türkiye’sinde siyasi ortama egemen olan iki yaklaşımdan söz edilebilir. Bir yandan Türk milliyetçiliği esasına dayalı resmî, inkârcı söylem, diğer yandan Kürt milliyetçiliğine dayalı ayrılıkçı söylem. Her ne kadar muhafazakâr iktidarlar döneminde resmî ideolojinin inkârcı yönü törpülenmişse de ve etnik haklara ilişkin önemli adımlar atılmışsa da resmî-yasal tutumun köklü bir değişikliğe uğramadığı da ortadadır.
Konuyla ilgili yayınlanan kitap ve makalelerin de genelde bu iki çizgiden birine yaslandığı görülmektedir. Bu çerçevede Müfit Yüksel’in bu iki egemen söylemin dışında kalması ve etnik kimlik üzerinden tanımlanmayan yeni bir birliktelik önermesi, çalışmanın önemini ve farklılığını ortaya koymaktadır:
“Ankara’daki sistem aynısıyla kaldıkça sistemin kendi muadilini Diyarbakır’da üretmesi kaçınılmazdır. Ulus devletten çıkılması lazım. Burası bir imparatorluk bakiyesi ve bu bakiyenin mantığı üzerinden yeni bir yapılanma lazım.”
Müfit Yüksel’in bu çalışmasını, Ortadoğu’ya ve Kürt meselesine ilişkin “bize ait” çözümler bulunabilmesi yolunda atılmış önemli bir adım olarak değerlendirmek, abartı sayılmamalıdır.
- Diriliş Postası