Dışarıdaki bir kısım güç odakları ve Türkiye'deki uzantıları Irak ve Suriye'deki kaosu/kargaşayı Özellikle Kürt sorunu ve mezhep farklılıkları üzerinden Türkiye'nin içine taşımak için ölümüne çaba sarf etmektedirler. Son 10 yıldır Türkiye'nin çevresinde gelişen olaylar ve artan kutuplaşma Türkiye'yi de belli noktalarda bir hayli kırılgan hale getirdi. Çatışan kutup ve grupların bir kısmı bu çatışmanın faturasını tüm ülkeye çıkarma gayreti içerisindeler, tüm bir ülkeyi intikam hedefi haline getirmekteler.
Kutuplaşma sürecinde çatışan, hasım hale gelen gruplar bir gözü dönmüşlük hali içinde canhıraş bir mücadele içindeler. Tüm bunlar Türkiye içim öngörülen kaos ortamına adım adım sürüklenmesine yol açmaktadır. Özellikle, bir kısım muhalefetin belden aşağı vurma ve her türlü tahrip yöntemi/stratejisi ile hareket etmesi ülkeyi daha vahim bir noktaya doğru götürmektedir. Kavgaları namına, tüm bir ülkeyi geri dönülmez bir şekilde ateşe atmaktan çekinmemektedirler.
Açıkçası, dışarıdan ve içeriden her taraftan ülkeye, coğrafyaya ateş edilmektedir. Önemli olan her taraftan gelen bu saldırılara karşı ülkeyi/coğrafyayı ayakta tutabilme yeteneğini gösterebilmektir. Gelen ve gelmekte olan hamleleri öngörebilmektir. Öngörü konusunda, atılacak karşı adımlar konusunda çok ciddi bir zaaf olduğu da ortada. Özellikle, donanım ve yetişmiş kadro konusunda çok alt düzeylerde seyredilmektedir. Yanı sıra, bu zaafın giderilmesi yönünde de hiçbir adım atılmış değil. Ülke ve coğrafya, Sykes-Picot mutabakatı, statükosunun tümü ile sona erdirilmesi ve sınırların yeniden çizimini hedef alan üst akıl operasyonlarının yol açtığı sancılar ve karmaşa ile kuşatılmış durumda. Asıl itibarıyla, ülkemiz ve coğrafyamız bu kuşatılmışlığı kırıp, kuşatmayı yarabilecek bir potansiyele sahip, ancak içerideki çatışmalar, tarihi kutuplaşmaların oluşturduğu birikimler ve ihtiraslar bu yöndeki umutlara inanılmaz ölçüde darbe vurmaktadır.
Arap Baharı'nın hazana dönüşmesi, Suriye'deki iç savaşın etkisi, Kürt sorunu, Mısır'daki askeri darbe ve Yemen'deki savaş Türkiye'nin, 1918 sonrasında yeniden Orta Doğu coğrafyasına açılma, nüfuzunu genişletme yönündeki adımların önünü kesti. Daha önce, Ulusalcı-Resmi ideoloji'nin ve Suriye sınır boyundaki mayın tarlalarının oluşturduğu maddi engellerden çok daha kalın duvarları ülkenin önüne çıkardı. Özellikle, Suriye konusunda ABD/USA ile Rusya arasındaki mutabakat ve Rusya'nın doğrudan müdahalesi bu yöndeki umutları iyice tüketmektedir.
Düvel-i Muazzama'nın, uluslar arası dev güçlerin hamlelerini savabilmenin çok güç olduğu ortada. Ancak bunun bu konuda çaba sarf edilmemesini de meşrulaştıramaz. Kuzey Atlantik'in iki yakasında bir kısım mahfillerin coğrafyamız ve ülkemiz hakkında, yeniden şekillenmesi ile ilgili vardıkları mutabakat ve aldıkları kararların seyircisi konumunda olamayız. Özellikle Kürt sorunu konusunda tüm bir coğrafyanın, bölgedeki tüm halkların aleyhine olacak şekilde varılan mutabakat ve kararların acımasızca uygulanması karşısında seyirci kalmak mümkün değil. Sultan II. Abdülhamid'i diğerlerinden farklı kılan yönü imparatorluğun 93 Harbi/Bozgunu sonrası tüm güçsüzlüğüne rağmen 30 yıl süren karşı hamle geliştirebilme yeteneği ve stratejisiydi. Bu yönde strateji ve hamleler geliştirilemediği takdirde sonucun felaket/hüsran olacağı açık. Sultan II. Abdülhamid sonrasında iktidara gelen Jön-Türk/İttihatçı akılsızlığının imparatorluğun kalan topraklarını on yılda nasıl dağıttığı gözümüzün önünde duruyor.
Evet, bu ülke ve coğrafya 200 yılı aşkındır, Batı'da, Atlantik'in iki yakasında yükselen güçlerin projeksiyonu hatta vesayeti altında. Dahası, Atlantik'in bir araya gelen iki yakası Orta Doğu ve ülkemizin/coğrafyamızın iki yakasının bir araya gelmesine sürekli mani oluyor, engel teşkil ediyor. Ancak, buna karşı üst akıl/yüksek strateji geliştiremeyip hep seyirci kalmaya devam mı edeceğiz?
{ Müfid Yüksel / Yeni Şafak }