Yeni Şafak'ın tarihçi yazarı Mustafa Armağan yazdı...
Önce Balkan muharebelerinde çarpışırken görüyoruz onu.
Sonra Çanakkale'de hem siperlerde, hem de hücumlarda. Kalı Arıburnu süngü hücumuna katılanlar içinde de vardır.
Sina çölünde İngilizlere karşı mücadele verdiğini, Katya ve Rommani muharebelerinden alnının akıyla çıktığını biliyoruz.
İngilizlerle dişe diş girişilen Gazze muharebelerinde gözünü budaktan esirgemeyen Mehmetçiklerden biri olarak parlayacaktı.
Bağımsızlığımız uğrunda girdiğimiz İstiklal Savaşı'nda nice kahramanlıklara imza attı.
Kim mi bu kahraman?
Söylesem ne çıkar? Sanki tanıyacak mısınız? Çoktan unutulmuşlar mezarlığını boyladı.
En iyisi bu güzide kahramanın ismini açıklamayı yazımızın sonuna bırakalım da onun devlet ve ülke için hangi fedakârlıklarda bulunduğunu gözden geçirelim. Zira bize lazım olan onun Ömer Halis Demir'lere, Fethi Sekin'lere miras kalan ruh kahramanlığı.
Bu arada bir hususa işaret edelim: İzmir şehidimiz Fethi Sekin'i Hasan Tahsin'le yan yana getirmeye kalkanlar yanlış yapıyor. Neymiş, Hasan Tahsin ilk kurşunu sıkmış, Fethi kardeşimiz ikinci kurşunu…
Hasan Tahsin tam bir nevzuhur efsanedir ve sırf İzmir'e bir Sabetayist kahraman bulmak için 1960 darbesinden sonra icad edilmiş bir sahte kahramandır. Yunanların İzmir'e çıktığı gün şehid edilenler arasında o da vardır ama kurşun sıktığını bilen, gören yok. Bunu Cumhuriyetin ilk yıllarında kimse bilmiyor olmalı ki ne M. Kemal'in Nutuk'unda, ne İnönü'nün Hatıralar'ında, ne de 1960'lara kadar ders kitaplarında ondan bahsedilmez.
İzmir için hakiki kahraman arıyorsanız bu, Kur'an okurken Yunan palikaryalarınca süngülenerek şehid edilen ve “Yaşa Venizelos" diye bağırmasını isteyen Yunan askerlerine karşı “Kahrol Venizelos" diye haykıran Albay Süleyman Fethi Bey'dir. Fethi Sekin şehidimize refik kılmak istiyorsanız adaşı Süleyman Fethi'den daha münasibini bulamazsınız.
Şimdi unuttuğumuz kahramanın ateşten dünyasına girelim.
Sahte değil gerçek kahraman
Takvimler yaklaşık 100 yıl öncesini gösteriyor. Yer? Sina çölünün Akdeniz kıyısında El Ariş kasabası önleri. Bir atış talimi yaptırmakta bölük kumandanı. Sıra bir çavuşa gelir ama çavuş elindeki tüfeğe güvenmediğini, onunla atış yapamayacağını söyleyerek Çanakkale muharebelerinde kullandığı kabzası bozuk silahın geri verilmesini ister. Ancak o eski can dostuyla atışlarını yapabilecektir.
Başçavuşun bu fütursuz tavrı etkiler kumandanı. Neler yaşadığını sorunca tane tane anlatır:
“Sıcak beynime vurmaya başlayınca güneşe siper olacak bir kum tepesi ararken tepemde çok alçaktan uçan bir tayyare görmeyeyim mi? Dün esir aldığım iki süvariyi arıyorlardı besbelli. Beni gördüler. Üzerime ateş açtılar. İki katlı bir evin damı kadar yaklaştıkları bir anda gazi silahımı nişan alıp peş peşe beş kurşun salladım. Sen misin sallayan! O ana kadar düzgün uçan tayyare bir sarhoş gibi sallanmaya başladı ve önce hırıldayarak burnunu yukarı dikti, sonra da gürültüyle deniz kıyısına düşüverdi.
Sonra ne oldu?
Ne olacak? Tayyerenin yanına gittim, adamlar ortada yoktu, bu bedeviyi ve şu tabancayı buldum orada.
İşte o esir alınan bedevi sayesinde sonraki günlerde İngilizlere kök söktüren Başçavuş ara sıra bedevi kılığına girerek bilgi de toplamayı ihmal etmez, aldığı bilgilerle baskınlar düzenler. Velhasıl Sina çölünü İngilizlere dar eder.
Çavuş, der kumandan, niçin okumadın?
Ah, diye dertlenir çavuş, Siirt'te mektebe gidiyordum, çok hareketliydim, hocam yaramazlık ediyorum diye beni falakaya çekti, çok onuruma dokundu. Mektebi bıraktım.
Şükrü Fuad Güyener adlı kumandanı çavuşun kahramanlıkları için şiir yazmıştır ki, bir kıtasını buraya alalım:
Sina çölü içinde
Kara Salih ün aldın
Düşmanların kalbine
Umulmaz korku saldın.
Katya zaferini de unuttuk, Siirtli Kara Salih Çavuş'u da.
Ne diyelim, unutturanlar utansın.