erotik shop
Bugun...


Müfid Yüksel: Suriye'de Stratejik Hata Yapıldı
Kürt meselesi üzerine araştırmaları ile tanınan Sosyolog Yazar Müfid Yüksel, Suriye iç savaşından Türkiye'deki kürtlerin durumuna, Barzani yönetimi'nden, PKK ve PYD'nin dini ve siyasi tahribatlarına kadar birçok konuyu MuslimPort'a değerlendirdi.

facebook-paylas
Tarih: 09-09-2016 16:19
Müfid Yüksel: Suriye'de Stratejik Hata Yapıldı
+ -

Araştırmacı-Yazar Müfid Yüksel, Suriye iç savaşından Türkiye'deki kürtlerin durumuna, Barzani yönetimi'nden, PKK ve PYD'nin dini ve siyasi tahribatlarına kadar birçok konuyu MuslimPort'a değerlendirdi.

SURİYE’DE SİLAHLI AYAKLANMAYA DESTEK STRETEJİK HATAYDI

Suriye olayını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Suriye'de Türkiye'nin gelmiş olduğu nokta zor bir nokta. İkincisi Suriye'de büyük bir stratejik hata yapıldı, Suriye'deki  Arap baharının silahlı ayaklanmaya dönüşmesi  ve buna bir şekilde destek stratejik  bir hataydı. Suriye’de  Arap Baharı, Sokak gösterileriyle kalmadı ayaklanmaya dönüştürüldü. Bunda da maalesef herkesin hatası var, çok açık söylüyorum. Çünkü o sokak gösterileri bir şekilde durdurulabilirdi.  Suriye Diasporası  ‘Biz burada üç dört ayda bu iş hallederiz’ diye kamuoyunu yanılttı. Bu konuda Avrupa ülkeleri Ve Türkiye’de öteden beri yaşayan Suriye diasporasının büyük hatası var. Öteden beri memleketlerine gitme imkanı bulamayan Suriye diasporası Avrupa ülkeleri ve Türkiye'de 82’lerden beri, yani Hama katliamı olaylarından beri Avrupa ülkeleri ve Türkiye'de yaşayanlar, işte onlar  bu konuda kamuoyunu yanılttılar.  Yalnız şunu kabullenmek lazım. İhvan’ın Suriye'deki, ülke içindeki  gücü çok zayıftı,  2011’leri kast ediyorum yani. Ciddi bir halk tabanına sahip değillerdi Diaspora ve kamuoyu İhvan’ı buna zorladı. Bu konuda maalesef ciddi bir sıkıntı oluştu, bir hata edildi ve Türkiye bir bataklığa saplandı. Rojava bundan doğdu. Rojava adeta bu stratejik hatanın eseri oldu.  Kandil boşalacağı, PKKlıların Rojava’ya gideceği sanıldı  ve Rojava'nın temelini bu oluşturdu. Bunun da şu anda bedeli ödeniyor. Oysaki Pyd’nin oradaki tabanı yüzde 10 civarında bile değildi belki de. Biraz Kobani'de biraz da Afrin'de etkindi. Onun dışında diğer Kürt bölgelerinde etkinliği yoktu. Salih Müslim'i kastediyorum.  Bugün Salih Müslim’in ğabeyi bile Türkiye'de mülteci. Profesör Mustafa Müslim. Zaman zamanda TRT Kurdi’de dini programlara çıkar kendisi.

SURİYE’DE PYD ÜZERİNDEN BİR BÖLGE OLUŞTURULUYOR

Suriye'de bu ayaklanmayı bu şekilde dönüştüren uluslar arası üst aklın hedefi Suriye'de Pyd üzerinden bir bölge oluşturmakmış. Bu  rahatça anlaşılıyor. Bölge birkaç yıl içinde  Kobani üzerindenTürkiye'ye karşı adeta bir silah haline geldi ve ciddi bir anti propaganda ve algı operasyonu silahı haline geldi. Böyle bir imaj oluşturuldu ve PYD kahramanlaştırıldı. Kürtler arasında böyle bir YPG, PYD üzerinden bir algı operasyonuyla belli bir tarafa yöneltildi. Yani oraya dokunamıyorsunuz. En ufak bir PYD aleyhinde bir şey söylediğinizde internette korkunç bir linç kampanyası ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Gerçekleri söyleyemiyorsunuz. Adeta bir mitoloji, mitos oluşturuldu. PYD YPG üzerinden, Salih Müslim üzerinden. Olaylar, böyle bir şey de sebebiyet verdi maalesef.

Şu inançta olan bazı çevreler var: ‘Ortadoğu’da kaos oluşuyor, bu kaos üzerinden tekrar bir düzen kuracağız. Oyunu biz kuracağız. İngilizlerle yarım kalmış olan hesabımızı göreceğiz. Bunları söyleyen çevreler yanılgı ve yanılma içinde. Bir kaos ortamına doğru sürükleniyor Türkiye ve İslam alemi. Peki bu kaos ortamından sonra nasıl düzen kurulacak? Kurdururlar mı? Güç meselesi bu.Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı'nın hinterlandına, gücüne sahip değil. Şu anda kendi içerisinde, Anadolu'da 90 senedir hapsedilmiş, yeniyeni tekrar çevresine açılmaya çalışan bir ülke var . Osmanlı’nın son zamanlarında bu bağlar devam ediyordu. Eğer Türkiye'de 20’li yıllardaki  radikal devrimler yapılmamış olsaydı, laikçi  bir devlet kurulmasaydı, çevresine açılma imkanını İkinci Dünya Savaşı'na doğru veya İkinci Dünya Savaşı sonrasında ciddi birşekilde bulurdu. Osmanlı'dan kopan bölgelere bakıyoruz. Osmanlı'ya ait birçok müesseseler 60’lı yıllara kadar bazı bölgelerde devam etmiş. 30’lu yıllara kadar bile Arnavutlar yazışma dili olarak halen ciddi oranda Osmanlıca Türkçesi kullanıyordu. Mahkeme kayıtları bile. Türkiye'de bu radikal devrimler olmasaydı, dini kurumlar tasfiye edilmeseydi. Bu kalan ana gövde tek tekrar eski hinterlandı ile bağ kurabilirdi. Belli/ciddi  ilerlemeler kaydedilebilirdi. Özellikle İkinci Dünya savaşında Avrupa'nın herc-u merc içerisinde olduğu dönemde çok daha fazla icraat yapılabilirdi. Lakin bu fırsatlar maalesef kaçmış durumda. Şimdi Türkiye yeni yeni bir şeyler yapmaya çalışıyor. Bir şeyler yaparken maalesef son yıllarda böyle bir hülya ile hareket edildi.  Yani ‘biz üç ayda Suriye’ye gireceğiz, 3 ay sonra Suriye'de namaz kılacağız’ gibi

Halbuki, 30 -40 yıl hatta 60 yıldır  Suriye’ye yatırım yapmış olan ülkeler var, Rusya gibi. Yani 60’lı yıllardan beri Rusya orada yatırım yapıyor.

70’li yıllardan beri İran o ülkede yatırım yapıyor. Türkiye ise 1999 Abdullah Öcalan'ın  Suriye’den çıkmasına kadar  kadar orayla hiçbir sağlıklı ilişki geliştirememiş. Gerilim içinde olmuş. Esad'ın cenazesine Türkiye cumhurbaşkanının katılması vesilesiyle o zamandan itibaren yavaş yavaş başlamış bir şey oldu. Suriye'de de bir başkan değişikliğiyle yeni bir sayfa açılır gibi oldu . Sonuçta Baas’ın iktidar kadroları yerinde duruyordu,  Beşşar El-Esed babasının oğlu,  lakin o döneme kadar yani 2011’e kadar henüz eline kan bulaşmamıştı.

 

u-001.jpg

 

PYD’YE KARŞI HER HAMLE TÜM KÜRTLERE KARŞI YAPILMIŞ GİBİ GÖSTERİLİYOR

Suriye konusunda maalesef bir yanılsamada bulunuldu. Bazı çevreler yanıltıldı açıkçası. Bir de en ufak bir karşı tavır alındığında hemen Esedçilikle, Esad yanlısı olmakla suçlanıldı. Oysa ki, kimse Esed yanlısı  değildi. Baas’ın elinin geçmişte de ne kadar kanlı olduğunu neler yaptığını, 1963’te iktidara geldikten sonra neler yapıldığını biliyoruz. Bir kısmını tarihten biliyoruz bir kısmına da şahidiz. Dolayısıyla tüm bunları bilen kimselerin  kalkıp da bu anlamda Esedçilik yapmaları muhaldir. Ortada stratejik bir hata var ve oradan çıkabilmeliyiz. Ama bu saatten sonra nasıl çıkacağız? PYD oluşmuşken, IŞİD/DAEŞ  orada yerleşmişken? IŞİD getirilip yerleştirildi oraya ve ilk zaman aşiretler de kullanıldı orada. IŞİD orada Rakka ve çevresi olmak üzere yerleştirildi. Bir de Tel Abyad  IŞİD tarafından PYD’ye adeta teslim edildi. Şu an öyle bir algı oluşturuldu ki,  PYD’ye karşı Türkiye’nin yapacağı her hareket, her olumsuz tutum  tüm Kürtlere yapılmış gibi gösteriliyor. Böyle bir algı operasyonu da var ortada. O zaman işin içinden çıkamıyorsunuz  ve deniliyor ki PYD’yi kabullen. Ve içerideki en ufak bir kargaşada Sivas’ın ötesini kaybedersin. Yani böyle bir kargaşa ortamı bazı Armegedoncu/Evangelical çevrelerce  oluşturuldu. Tabiiki, bir kısım dindarlar içerisinde bile  Armegedoncu/kaosçu kesimler oluştu. Bazı büyük hataların taşıyıcısı haline gelirler. En tehlikelisi de bu tür şeylerdir. Kimsenin İslam’ın geleceğini, uzun vadedeki çıkarlarını karartmaya hakkı yok. İttihatçılar (Enver Paşa samimi idi veya değildi bu ayrı bir konu) bir imparatorluğun son kalan parçalarını batırdılar. Balkan savaşında Yunanistan ve Bulgaristan gibi eski vilayetlerine yenilen bir orduyu Birinci Dünya Savaşında İngiltere, Fransa, Rusya gibi büyük devletlere, yedi düvele karşı savaşa soktular. Almanya gibi kara ordusu olan lakin deniz ordusu, donanması olmayan, uzak denizlere açılamamış bir devletin yanında olarak iyice kötüye sürüklediler. Daha sonra Almanya kendisini toparladı fakat Osmanlı’nın bakiyesi kendini toparlayamadı. Hem buradaki içerideki kadroların ihaneti,  daha sonraki Kemalist kadroların ihaneti sebebiyle Türkiye kendini toparlayamadı. Versay Antlaşması adeta Almanya'nın idamı idi . Hitler iktidara geldiğinde Versay anlaşmasını yırtıp attı. Türkiye kendi Versay’ını yırtamadı maalesef.  Lozan Anlaşması, Versay Anlaşması'nın yırtılması gibi değildi. Lozan sadece kalan sınırların garanti edilmesiydi. İstiklal Savaşı da Yunanistan'a karşı yapıldı. Zira,  Ege'de Yunan işgali vardı. İngiltere ve Fransa gibi devletlerin işgaline karşı yapılmadı. İtalyanlar işgal ettikleri bölgeleri kendileri boşalttı, Fransızlar da 1922’de anlaşma ile çekildi ve Fransa ile Türkiye arasındaki sınırlar çizildi. 1921’de Kars ve Moskova anlaşmalarıyla Sovyetlerle olan sınırlar çizilmiş oldu. 

Öbür taraftan Irak kaybedildi, Suriye tamamen kaybedildi, Filistin kaybedildi. Zaten Mondros Mütarekesi ile bunların hepsi kaybedilmiş oldu. Bir İmparatorluk bakiyesinden kalan son sınırlar Lozan’la radikal reformlar, tüm dini müesseselerin tasfiyesi  ve redd-i miras karşılığında garanti edilmiş oldu. Katı Seküler bir devlet kuruldu. Müslüman toplum ve katı Seküler, din karşıtı  devlet. Hammadde olarak Müslüman toplum ele alındı, o hammadde de laiklikle kırılmaya çalışıldı. Oradan gelinen nokta bugün bu oldu. İsmet İnönü 1923’te Lozan Anlaşması imzalanınca 80 yıl daha kazandık demiş,  ama 80 yılda taş üzerinde taş konulmadı. Kendi Versay'ını yırtma gibi, fırsatları kullanmak gibi bir şey asla olmadı. Sadece Kıbrıs'ta sınırlı bir harekâtta küçük bir yer tutabildi Türkiye, başka bir şey yapamadı.

Türkiye yeniden Ortadoğu'ya açılabilme fırsatı buldu, bu da birkaç sene içerisinde Mısır ve Suriye üzerinden resmen heba edildi. Yani Ortadoğu ile bağlarımız öyle bir kopacak ki, eskiden mayın tarlaları ile bağlarımız koparılıyordu, şimdi ise mayın tarlaları ile değil başka ülkeler olacak arada. Sekülerleştirilmiş, ümmetle arası tamamen açılmış, ümmete düşman edilmiş Kürt siyasal örgütlenmelerinin  hakimiyeti altında yeni siyasal yapılanmalar, PYD  gibi, işte bunlar bağları koparacak. Müslüman Kürtleri böyle bir işleve inanılmaz bir şekilde zorluyorlar.

g-001.jpg

KÜRT DİN ADAMLARI TIRPANLANDI

1920’li yıllardaki Kürt siyasal önderlerinin tamamı dindar insanlardı. Molla ya da şeyhti. Türkiye’de 1925 ve sonrasında  bu büyük oranda tırpanlandı. Peki nasıl oldu bu? Dine ve dini önderlere yönelik özellikle Şeyh Said hadisesinden sonra Kürtlerin dini önderlerinin bir kısmı idam edilerek, bir kısmı da sürgün edilip bir daha asla memleketine dönmemesi sağlanarak oldu. Kürtlerdeki dini önderlik devlet tarafından sona erdirildi. Türkiye bu şekildeydi. Bu bölgenin dışında mesela 1946’da Mahabat’da Kadı Muhammed ile Molla Mustafa Barzani’nin bir devlet kurma teşebbüsü oldu. Yani biri kadı diğeri molla idi. Kadı Muhammed’in de sadece ismi kadı değildi. Kendisi Mahabad’ın Şafii kadısıydı. Bu girişim başarısızlıkla sonuçlandı. Rusya/Sovyetler, Kürtleri İran Şah’ına sattı bu kimseleri. Rusya’ya güvenmeleri ciddi bir hataydı. Zaten bunu söylüyorlar. Kadı Muhammed idam edildi, Molla Mustafa da sığınacak ülke bulamadı. Tekrar Sovyetler kucak açtı. Rusya’ya gitti adamlarıyla ancak kendisi hiçbir zaman Marksist olmadı. Döndüğünde Stalin’den nefret ediyordu, fakat Sovyetler bu bağı kullanarak çeşitli Kürt siyasal örgütlenmelerine sızdı. İlk Marksist Kürt örgütlenmeleri yavaş yavaş baş gösterdi. Özellikle 60’lı yıllarda muhalif hareketlenmeler üzerinde Sovyetlerin büyük bir etkisi oldu. Filistin hareketi dahil olmak üzere birçok gerilla hareketi Sosyalist çizgiye evrildi. 1950’li yıllarda siyasi hayatına Müslüman Kardeşler içerisinde başlayan Yaser Arafat 1964’te Kudüs’te el-Fetih’i kurdu. 1969’lara gelindiğinde Yaser Arafat’ın silah arkadaşlarının çoğunluğu artık Marxist/Komünistti. Dünyadaki bütün muhalif hareketler üzerinde böyle bir Sovyet etkisi oluşmuştu. Fas’ın güneyindeki İspanyol Sahrasında, İspanya’nın sömürgeciliğine karşı savaşan Polisaryo gerilla hareketi/örgütü  sosyalist olduğunu söylüyordu. Yemen’de Güney Yemen diye bir devlet kuruldu 1962’den sonra. Kurulan bu devletin adı Sosyalist Yemen Cumhuriyeti oldu. Kürt siyasi hareketleri de 1970’lere gelindiğinde olabildiğince Marxistleşmişti. Hatta bu hareketlenmeler içerisinde yer alan mollalar bile vardı. Bunların en başında geleni Molla Şeyhmus, Cigerxwin mahlaslı olan kimse ki bölgede tanınmış bir alimdi. O bile “Lenin Şafağı” adlı kitaplar yazmaya başladı. Bu bağ zaman içerisinde o kadar yer etti ki bu tür Marksist yapılar Kürt siyasi hareketleri içerisinde bir tekel/hakimiyet  oluşturdu.

i-001.jpg

 

KÜRTLER İSLAMSIZLAŞTIRMA PROJESİNE TABİ TUTULUYOR

Ulus-Devlet  sürecinde, Sosyalizmin getirdiği dine bakış açısı ile, sekülerlik  zulmeden Baasçılar  Araplık adına, Türkiye’de Türkçülük adına, İran’da, mesela Şah zamanında, Farslık adına yaptıkları için ve bunlar da Müslüman kavimler oldukları için, tüm bunlar birbirlerine eklenince Kürt siyasi hareketleri de İslam karşıtlığı üzerine konumlandırıldı. Eğer Kürtler Ermeni – Süyani gibi farklı dinden bir toplumla çatışmış olsaydı, Çeçenlerin Ruslarla çatışması gibi , Kürt siyasi hareketleri de kesin İslamcı olurdu. Yani bu biraz da konjektürün getirdiği bir sosyo-psikolojik durum var. Ama maalesef bu, İslam aleminin kalbi olan bir millet üzerinde işliyor. Bağdat-Şam-Diyarbakır-Sivas hattı arasındaki  hat,  İslam aleminin coğrafi olarak kalbidir. Ve burada tarihten beri İslam aleminin içinde o medeniyetin çok önemli bir parçası olan bir toplum İslamsızlaştırılma projesine tabi tutuluyor. Bu da, ulus-devlet tecrübesinde, ulus devletlerin Müslüman topluluklar üzerinde kurulmuş olması sebebiyle oldu. Bu ulus devletleri Arap ise Arap temeli üzerinden seküler devletler oluştu. Bu da Müslüman kavimlerin adına yapılmış bir zulüm görüntüsü veriyordu. Oluşan konjunktür Seküler Kürt siyasi hareketleri tarafından İslam aleyhine kullanılıyor. Sadece mevcut  ulus-devlet düzeni  üzerinden değil geçmişe de mal edilerek ve şöyle deniliyor; ‘ Bin yıldan fazladır İslamiyet sizi alıp, Arap’a Fars’a Türk’e köle etti. Bindesti yaptı ’ Ve bu söylem sosyalizmdeki din karşıtı söylem üzerinden de temellendiriliyor. Düşünün ki PYD gibi son derece seküler bir hareket dindar bir halka hakim kılınıyor. 1 milyon 800 bin civarında Suriye’de Kürt vardı. Bunların yaklaşık 700 bin civarı Türkiye’de şuanda mülteci. 300 bine yakını da Irak Kürdistan’ına mülteci olarak geçti. Bu mültecilerin hepsi IŞİD’den ya da Esed’ten kaçmadı. Büyük bir çoğunluğu PYD’den dolayı ülkelerini terk etti. Hani PYD orada kanton kurmuştu da o kantonlarda Kürtleri özgürlüğüne kavuşturmuştu? Neden bu kadar insan burada? Fakat maalesef Ankara bunu dillendirmiyor. Televizyonlarda bunu daha çok ben dillendiriyorum ve diyorum ki; ‘bakın şu kadar Kürt burada, PYD kaç tane Kürd’ü temsil ediyor o zaman? Eğer temsil ediyorsa Kürtleri, neden bu kadar insan o bölgeden iltica etti? Ki Irak Kürdistan’ına geçenlerin büyük bir çoğunluğu PYD’den dolayı o tarafa geçti.’  Maalesef öyle bir hakimiyet tesis edildi ki sanki PYD, YPG Kürtlerin kurtarıcısı imiş gibi gösteriliyor. IŞİD ve En- Nusra’da bölgeye  girince, “Bunlar Kürt düşmanı ve Kürtlere saldırıyor, PYD  de Kürtleri koruyor” görüntüsü ortaya çıktı. İşin ilginç tarafı da IŞİD’in Kobani’ye saldıran bütün militanları da Kürt’tü. Işid’te de 6-7 bin civarında Kürt militan var. Bunların hiçbiri dillendirilmiyor. Ankara bunu dillendirmemesi bu manada ciddi bir problem oluşturuyor.

TÜRKİYE KİMLİKSİZ KÜRTLERLE İLGİLENSE KÜRT KAMOYUNU KAZANIRDI

2011’de bir kongre vesilesiyle Şam’a gitmiştik.  Ertesi gün güneyde olaylar başladı. Böyle garip bir tevafuk oldu. O sırada Kimliksiz Kürtler meselesi üzerine de kısa bir araştırma yaptım. Oradaki kimliksiz Kürtlerin sayıları hakkında bana 200 bin ile 400 bin arasında rakamlar söylendi. Bazı kesimler onları Şapka kanunundan dolayı Türkiye’den gidenlerle karıştırıyorlar. Onların sayıları ise 20 bin civarında idi. Ki bu kanundan dolayı giden Türk de var Kürt de Çerkes de. Şam’dayken  bu meseleye el atılması gerektiği kanaatine vardım ve ki Türkiye bu meseleye el atsın dedim. Bu da Türkiye için büyük bir kazanım olurdu. Türkiye kimliksiz Kürtler meselesiyle ilgilenirse Kürt kamuoyunu büyük oranda kazanır diye düşündük. Türkiye’ye geldiğimde buralarda bu konudan bahsetmeye başladım. Suriye Meselesi büyüdü sonra. Başbakan başta olmak üzere yetkililer, Beşşar Esed’e “çek git” deme noktasına geldi. Biz de o zamanlar madem ipler bu kadar kopartılıyor, Türkiye bu kimselerin kimliğini, pasaportunu versin. Veya vermeyi dillendirsin. Ben bunu çeşitli dillendirdim. O dönemde bana “Suriye muhalifetinde, ÖSO’da Arap milliyetçiliği çok baskın olduğu için ÖSO buna karşı çıkıyor”  dediler. Bunu bir yetkili de sonradan neredeyse benzeri bir şekilde dile getirdi. Bunun üzerine ben de o dönemde ÖSO’nun muhalefet konseyi üyesi olan, şimdi de sanırım en başında olan kişiye mesaj yolladım. “Türkiye’nin kimliksiz Kürtler konusundaki teşebbüsüne karşı çıkan kimdir, söyleyin bana dedim. Niye karşı çıkıyorsunuz ve kim karşı çıktı dedim.” . Bana  “Hiç gündeme gelmedi ki karşı çıkalım” diye cevap verdi.

Bu teklifi defalarca televizyonlarda dile getirdim. Bazıları da diyor ki tuzağa düşürüldük. Düşmeseydiniz! Hem Kürtleri kazanmadınız hem de PYD Türkiye’ye silah olarak döndü. Halbuki o kimlik meselesine sahip çıkılmakla birlikte ciddi bir kazanım olabilirdi. Çünkü ilk Güney’de Dera’da olaylar başladığında ardından Kamışlı’da Kürtler sokağa çıkmıştı. Sokağa çıkan bu Kürtler ellerinde Türkiye bayraklarıyla çıkmışlardı. Türkiye’den bir şeyler umdukları için. Böyle bir durumda kimlik olayını resmi ağızlar üzerinden dillendirmek bile belki de yeterli olabilirdi. Orada tabanı olamayan PYD bölgede, Kürtler arasında hiç bu şansı bulamayacaktı. Kobani’ye kadar PYD’ye bir şey denilmedi. Sonrasında silah olarak döndüğü için ses çıkarıldı. Bunları dillendirmem gerekiyor çünkü ben uzun bir zaman bu kimlik meselesinde adeta yalvardım. Ve sonuç bu oldu. Benim de kesinlikle bu tenkitleri yapmam gerekiyor. Çünkü bazı tehlikeleri en başından görmüş ve uzun zaman açıkça uyarmıştım. PKK ve uzantılarının 1980’lerden beri ciddi bir şekilde Suriye’deki Kürtler üzerinde çalıştıklarını biliyordum. Buna rağmen yüzde onu pek geçemediler. Kamışlı’da KDP (Kürdistan Demokrat Partisi-Barzani) daha güçlü idi. Şimdi orada KDP bırakılmadı. İnsanlar oradan göç etmek durumunda kaldı ve Barzani etkisini oradan sildiler. Bazıları dediler ki Barzani bağımsızlıkçı. PKK ise bağımsız ulus devlet istemiyor. PKK daha uyumlu olur dediler. Oysaki, PKK her ne kadar söylem olarak ulus devleti dillendirmese de PKK Marxist şiddet anlayışı ve Stalinist yapısıyla çok daha çatışmacı. Barzani, söylem bazında bağımsızlıktan söz edebilir. Ancak,  gerçekçi olarak hareket eder. Masaya oturur. Gerçekleri gördüğü zaman bununla çatışmamaya özen gösterir. Dolayısıyla uygulamada/sahada barışa çok daha yakındır. Oysa PKK anlaşalım dedi ve anadilde eğitim, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi gibi kimlik haklarına ilişkin meseleleri gündeme getirdi. Mutabakat sağlandı. Sonuçta ne oldu?

PKK şehir yapılanmalarını güçlendirecek ve halk savaşı için silah depolayacak bir fırsat olarak değerlendirdi bunu. Şimdi de şehirler, Kürt şehirleri harabeye döndü bu yüzden. Allah’tan Kürt halkı bu özyönetim ve sair saçmalıklarına kanmadı. Çünkü Kürt halkı çatışma istemiyor artık. İç savaş istemiyor. Kürtler 7 Haziran’da HDP’ye bu kadar oy verirken “Dağlarda silahla dolaşacağınıza düz ovada siyaset yapın” mesajı veriyordu. Ama bunlar 102 belediye ve 80 mebusu halk savaşı başlatmanın bir çağrısı olarak algıladılar, göstermek istediler. Hâlbuki Kürt halkı kesinlikle savaş istemiyor. Kürt Halkı savaş isteseydi zaten çok farklı şeyler olurdu. Allah (C.C) korusun büyük kaos olurdu.

Bundan sonrasına ilişkin olarak sıkıntılı bir durum var. Çünkü son 200 yıldır bu coğrafya kendi iç sorunlarını kendi içerisinde, barışçıl biçimde halletme yetisini sürekli yitiriyor. O yüzden zaman içerisinde sorunlar uluslararası sorun haline geliyor. Büyük devletlerin de müdahalesine açık hale geliyor. Büyük devletler müdahale ettikçe de sorunlar hep bölgenin aleyhine çözülüyor. Şimdi de bu Kürt meselesi artık Suriye’de bu son durumla birlikte tamamen uluslararası bir sorun haline getirildi. Rusya ile Amerika bu konuda anlaştı. Türkiye zora düşecek gibi. Böyle olmaz bu. Maalesef Türkiye’de sistem ulus devletten ortak devlete dönüştürülemedi. Reformlar gerçekleştirilemedi. Çoktan kaldırılmış olması gereken Tevhid-i Tedrisât ve 677 Sayılı Tekke-Zaviyelerin Seddi kanunlarına dokunulmadı. Çok çok geç kalındı.

Türkiye,  Kürtleri kazanmak zorundadır. Bu da menfaat ortaklığı üzerinden kazanma yoluyla değil. Bu sadece para ve sermaye paylaşımıyla olmaz . Ortada bin yılı aşkın ortak bir tarih var. İçi içe geçmişlik var. Bu  ümmetin kendi ortak tarihidir. Kürtler de bu ortak tarihin çok önemli bir parçası. Bunu hiçe sayıp da menfaat ortaklığı ile olmaz bu. İslam’dan, medeniyet ortaklığından, kardeşlikten, kız alıp vermeden kaynaklanan ortaklıkla olur bu. Bunlar da böyle basit hisler değildir. Müslüman Müslüman’a evlilik bağlarıyla bağlanıyor. Beraber hareket ediyorlar. Aynı davaya hizmet ediyor ve aynı dava üzerinde fedakârlık yapıyorlar. Bunlar basit hisler sayılamaz. Bunlar kenara bırakılıp da salt menfaat üzerinden ortaklık teşkil edilemez. Hem bu asırlara varan bağlar, iman ortaklığı ve bir de Hakk’a adalete müstenit insan hak  ve hukuku çerçevesinde bir temel hukuki zeminin de  oluşturulması.

Müslüman Kürtlerin etki alanı nedir?

Müslüman/Dindar Kürtlerin etki alanları gün geçtikçe daralıyor. İslami Kürt grupların gençleri yok artık doğru dürüst. Eski siyasal İslamcıların önemli bir kısmı eski nurcu Kürtlerin bir kısmı bugün maalesef artık PKK sempatizanı konumuna gelmiş. 1987-88’lerde bölgede kitap evleri çevresinde kümelenen radikal siyasal İslamcı gençlerin sayısı PKK’nın gençlerinin sayısının neredeyse on katıydı. Öyle günlerden nerelere gelindi. İslamcılar bu konuda tümüyle sınıfta kaldı. Özellikle,  radikal siyasal İslamcılar halkın dindarlığı ile irfan geleneği ile çatışan, tekfirci dahası Haricivari söylemlerle, İslami siyasi tutumun bölgede maya tutmasını engelledi. Sadece ideolojik keskinlik üzerinden İslam’ı okuma ve o ideolojik refleksler üzerinden bir İslam anlayışı gençleri kendi anne babasıyla çatışacak noktaya getirdi. Böylece bu potansiyel kısa zamanda yok edildi. Bir taraftan bu olurken diğer taraftan da İslamcı kesimler Kürt sorununda maalesef ideolojik çerçeveden bakma engeli yüzünden ciddi bir çözümleme ortaya koyamadılar. Oysaki dindar Kürtler sosyalist olanlardan çok daha donanımlı olmasına rağmen bireysel olmaya mahkûm edildiler.   Bölgede dindar Müslümanlara ait sivil organizasyonlar bile neredeyse kalmadı gibi. Hepsi zayıflatılıp tırpanlandı. Siyasi yapılarda bir çatı oluşturulamadı.

PKK GENÇLERİMİZİ ÇALIYOR

Kürtleri malum örgüt eliyle tamamen İslamsızlaştırmak isteniyor. PKK Kürt gençliğini, gençlerimizi çalıyor. Kürt Gençliğini İslam’dan nefret eden, İslam’a düşmanlık besleyen bireyler halinde örgütlemeye çalışıyor.  Bu nereye kadar böyle olacak? 10 sene sonra kaç dindar kişi kalacak? 1992’de  “Dünden Yarına Kürtler Ve İslâmiyet” başlıklı uzun makalemde “ En büyük endişem 25-30 sene sonra, ‘Müslümanız’ deyip demeyeceği, Biz Müslümanlar her halde bundan sonra ‘Endülüs’e Ağıt’ yerine ‘Kürdistan’a Ağıt’ı terennüm edeceğiz” şeklinde yazmıştım. Allah (C.C) muhafaza yeni genç kuşaklarda  kendisini üretemeyen bir İslam olacak ortada. Yaşlılara ait bir şey olacak herhalde. Tümüyle, İslamsızlaştırılacak/ateistleştirilecek bu yeni kuşaklar,  ulus devletlerin yapmış oldukları zulümleri baz alarak, etrafındaki tüm Müslüman halklarla çok kanlı kavga içine girecek. Bu şekilde tüm çevresiyle çatışınca, kanlı bir boğuşmaya girince ne olacak peki? İslam ve Ümmet dışı/karşıtı, Ümmet’e karşı konumlanmış bir yapı haline gelecek. Sahiplenilmediği zaman işte sonuç bu olacak.  Maalesef son dönemlerde Türkçü, ötekileştirici, aşırı devletçi yeni bir söylem gelişmeye başladı. Son dönemde sanki dindar Müslümanlar tamamen devleti her şeyiyle ele geçirmiş gibi bir inanç yayılıyor. Böyle bir dışlama/ötekileştirme Kürtleri tamamen diğer tarafa itmiş, savurmuş oluyor. Zaten malum kesimlerin istedikleri de tam bu. Kürtleri genç kuşaklar bazında İslam’a düşman, İsrail’le müttefik haline getirmek. Bu süreç Kürtlerden ziyade öbür taraftan kaynaklanıyor, adeta zorla itiliyorlar. Bir kısım Türkçüleşme eğilimi gösteren sözde İslamcılar Kürtleri İsrail’in safına adeta zorla itiyor. Böyle bir proje var ve bunun farkındayım. Devşirilmiş bu kimseler, İsrail devşirmesi bu kimselerin bunları yaptıklarını biliyorum. Çok net söylüyorum. Seküler, din karşıtı Kürt siyasal yapılanmalarının/örgütlerinin istedikleri bu zaten. Bu durumun kitlelerin oluşturduğu tabanla alakası yok. Rojava’da yüzde on bile tabanı olmayan PYD o bölgeye kantonlar üzerinden hakim oldu. Bunu da örgütlenmesiyle dış destek ve silahlı gücüyle gerçekleştirdi. Bölgede ona karşı direnebilecek bir örgütlenme olmadığı için bu sonuç ortaya çıktı. Mesela “Hz. Peygamber’e (S.A.V) saygı mitingine milyon kadar insan katılıyor. Ancak,  nasıl oluyor da PKK burada güçlü bir şekilde barınabiliyor” diye bir söylem var. Kişilerin fert bazında katılımı olduğu için bu böyle oluyor. Çünkü oraya giden insanlar miting sona erince tek tek evlerine dağılıyorlar. Onları bir araya getirip tutacak birleştirecek organik bir yapı yok ki. O kitleler, halk yığınları bir biri ile organize bağı olmayan tek tek bireylerden oluşuyor. Onları sürükleyecek başka bir organize yapı yok. Bin kişilik organize bir grup 15-20 milyonluk hiç organize olmayan koca bir kitleyi peşinden sürükler. Bu bir kaidedir.

1982’den itibaren bölgede PKK dışındaki örgütlenmeler bizzat devlet eliyle tasfiye edilmiş, alternatifsiz bırakılmış. PKK, devlet eliyle o bölgede örgütlü tek güç haline getirilmiş oldu.  Son olarak,  Çözüm Süreci’nde de Örgüt ve uzantıları tek muhatap olarak alınınca Kürt sorununun adeta rakipsiz sahibi haline getirildi. Bu süreçte güçlendiler ve güçlerine güç kattılar. Devlet hangi grubu/odağı muhatap alırsa o odak/yapı güçlenir. Buna rağmen bölgede halk direniyor. PKK’nın tüm çağrılarına rağmen, Halk sokaklara çıkmıyor. PKK’nın ayaklanma söylemlerine kulak  asmıyor. Halkın bu direnmesini göz ardı ederek, PKK’nın tüm bu yaptıklarından, tüm Kürtleri sorumlu tutarak, şimdi de sözde bazı dindar kesimlerde Kürt karşıtı söylemler ve öfke yükseliyor. Bizim gibi örgüt ve uzantılarına İslami duruşla karşı duran insanlar bile “Gizli/örtülü PKK’lı”  denilerek, suçlanılarak,  bir kısım sözde dindar/İslamcı çevreler tarafından zorla diğer tarafa itilmeye çalışılıyor. Bu tutum adeta hainane bir proje gibi işletiliyor. Dedim ki ‘ Altan Tan’ı zorla HDP saflarına gönderdiniz, ben ise bu zevki size asla tattırmayacağım! Siz beni zorla HDP’li yaptırmak istiyorsunuz, ama size asla ve asla bu zevki tattırmayacağım, bilin! Ölümüne direneceğim! Sizin bu sözde İslamcı ötekileştirmenize karşı ölümüne Müslümanlıkta ısrar ederek direneceğim! Sözde bazı İslamcıların bu ihanetine karşı direneceğim!’ Ve bugün direniyoruz ve direniriz de. Hiç de kızıp öbür tarafa gitme gibi, milletvekili olma gibi fantezilerimiz yok. Allah’ın (C.C) yardımını diliyoruz ve gayret etmeye çalışıyoruz. Bize hayırlı bir kapı açmasını Rabbimizden diliyoruz. Ümmet içerisinde Kürt meselesini Kürtlerin onurunu koruyarak, ulus-devlet tecrübesinin yol açtığı trajedilerle o zedelenmiş onurunu da iade ederek bu meselenin çözümünü Allah (C.C) bizlere nasip etsin. 

MuslimPort Haber Merkezi - Emrullah Demir

 




Bu haber 1522 defa okunmuştur.

YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
YUKARI