Bölge devletleri birer ulus devlettir. Ulus formasyonda örgütlenmiş her siyasi aygıt doğası gereği gücü merkezileştirmek, yakın ve uzak yerlere nüfuz etmek ister. Devlet kendine tapan narsist bir aygıttır; her şeyi kendi gücü ve yayılması için araçsallaştırmaktan çekinmez. Tarihte modern-ulus formasyonda olmayan geleneksel devletler ve iktidarlar da her şeyi araçsallaştırmaktan çekinmemişlerdir.
Zaman yazarı Ali Bulaç'ın yazısı şöyle:
Mezhep çatışmalarının İslam dünyasını kasıp kavurduğu talihsiz bir zaman yaşıyoruz.
Jeostratejik hesaplar yapan bölge devletlerinin uzantısı olarak görev yapan kalem erbabı ve kanaat önderleri, tarihsel bakış açısının derin etkisinde dünyaya ve Müslümanların sorunlarına bakan âlimler ve aydınlar ile Müslüman dünya bitkin duruma düşünceye kadar harici güçler bu çatışmaların derinleşip sürmesinde önemli rol oynuyorlar.
Bölge devletleri birer ulus devlettir. Ulus formasyonda örgütlenmiş her siyasi aygıt doğası gereği gücü merkezileştirmek, yakın ve uzak yerlere nüfuz etmek ister. Devlet kendine tapan narsist bir aygıttır; her şeyi kendi gücü ve yayılması için araçsallaştırmaktan çekinmez. Tarihte modern-ulus formasyonda olmayan geleneksel devletler ve iktidarlar da her şeyi araçsallaştırmaktan çekinmemişlerdir. Din ise müntesiplerini dini tamamen Allah'a halis kılmaya çağırarak bu suiistimale ve istismara karşı koymak ister. Bugün rekabetçi bölge devletleri bir kere daha din ve mezhep zırhına bürünmüş bulunuyor. Olan dine, meşru yorum ve içtihat mecmuası olan mezhebe ve elbette sıradan insanlara oluyor. Müslümanlar birbirlerinin kanını heder ediyorlar.
Algıları tarihi mirasın etkisinde şekillenmiş aydınlar ve âlimler tamamen anakronik bir zihin yapısına sahip olarak bir yandan rekabet halindeki bölge devletlerinin, diğer yandan bölgeyi parsel parsel parçalayıp denetim altına almaya çalışan küresel güçlerin değirmenine su taşıyorlar. Derin tarihsel bir kodu harekete geçirip bölge insanlarına mezhep ve etnik bilinç empoze ediyorlar.
25 Mart 2006'da “Irak Halkıyla Dayanışma Gecesi”ne katılmak üzere Türkiye'ye gelen Hacı Ali Kaysı, şunları diyordu: “Ebu Gureyb hapishanesine götürüldüğümde bana ilk sorulan soru ‘Şii misin, Sünni misin?' oldu. Oysa ben ömrüm boyunca böyle bir soruya muhatap olmamıştım. Irak'ta kimse size böyle bir soru sormaz. Ebu Gureyb'de kaldığım dönemde 400 tutuklu ile beraberdik. Bu tutukluların içinde Şii, Sünni, Irak'ın orta kesiminden insanlar vardı. Biz aramızda tutuklu olan Şii imamı namaz kıldırması için önümüze geçirdik. Namazdan sonra askerler onu dışarı çıkarıp aramızdan ayırdılar. Ona ‘Senin mezhebin farklı, nasıl onlara namaz kıldırırsın' demişler.” (Vuslat Dergisi, Nisan-2006.)
Bu musibetten kurtulmanın bir yolu olmalı. Vardır da! Ama önce ne yapmamız gerektiği konusunda kafa yormamız lazım. Küresel güçler işlerini yapıyorlar. Mezhep çatışmalarından nemalanan bölge devletleri, siyasi iktidarlar ve örgütler de bu tutumlarından kolay kolay vazgeçmeyecekler. Küresel güçleri ve mezhepçi politika izleyen devletleri ve örgütleri durdurmanın yolu Müslüman halkın kendi kaderine sahip çıkması, bu lanetli gidişe dur demesidir. “Halk” soyut bir kavram! Benim kastım “değerlerin koruduğu (muakkebat)” (13/Ra'd, 11) bilinç sahibi Müslüman topluluklarıdır. Ve halkı harekete geçirecek olan köklü bir zihin değişimi ve sorumluluk bilincidir. Bunu da devletlerden ve küresel güçlerden uzak duran âlimler, fikir adamları ve kanaat önderleri yapabilir ancak. Aksi halde İslam dünyası bugünkü gidişatını mevcut iktidarlara ve küresel güçlere terk edecek olursa daha çok kan dökülecek, daha büyük zilletlere düşecektir.
Bu köşede farklı bir perspektiften mezhepler konusu üzerinde durmaya çalışacağım. Hareket noktam olacak “farklılık”, İslam düşüncesini hep yapılageldiği gibi Meşşai ve Sufi zemine sıkıştırmadan mezhepler üzerinden okumaya çalışmak olacaktır. Bu tabii ki Meşşaileri ve Sufiliği kapsam dışı tutmak olmayacaktır ama düşünce tarihini ve bugünü doğru okumanın yolu mezheplerin her birini siyasi düşünceyi şekillendiren birer akım, ekol ve disiplin olarak görmekten geçer. Düşünce tarihimizi mezhepler üzerinden okumak, bize neden “din ile siyaset”in birbirlerinden kopuk olmadıklarını ve eğer siyasi ve sosyo-ekonomik sorunlarımıza çare arayacaksak çareyi bu zeminde aramamız gerektiğini gösterecektir.