Beyaz Show’a bağlanan izleyicinin yaptığı yorum ve bir grup akademisyenin “bu suça ortak olmayacağız” bildirisi üzerine yaşadıklarımız adeta her şeyi önüne katıp sürükleyen bir fırtına etkisi yarattı.
Pro-Erdoğancı ve anti-Erdoğancı gruplar arasında epeydir bir tür linç yarışı var. Örneğin, Beyaz önce pro-Erdoğancılar tarafından PKK propagandası yaptığı gerekçesiyle, özür dilemesinin ardından ise anti-Erdoğancılar tarafından döneklik gerekçesiyle linç edildi. Neredeyse her konuya uzanan bu linç yarışı, kazananına hakikati “dilediği şekilde” belirleme serbestliği ve meşruiyeti kendi hanesine yazdırma ayrıcalığı verecekmiş gibi yapılıyor. Linç, hatalı olarak, kamuoyunu etkileme ve söylem üstünlüğünü sağlamanın aracı olarak kabul edilmeye başlandı. Oysa, şimdiye kadar hiç bir taraf linç aracılığıyla kalıcı ve anlamlı bir başarı elde edebilmiş değil.
Linçi bağnazlık, hoşgörüsüzlük ve yıkıcı bir saldırganlık halinin, gösterilen bir hedefe yoğunlaşarak ona varlık şansı tanımaması olarak tarif edilebiliriz. İnsanlar “ya bizdensin ya düşmandan” tercihine sıkıştırılır. Kendi tarafının hataları sahiplenilir, karşı tarafın doğruları mahkum edilir. Düşünmek değil saldırmak, anlamak değil çarpıtmak, eleştirmek değil pişman etmek amaçtır.
Şimdiye kadar “kitlesel” linç pratiğini daha çok anti-Erdoğan cephesinde görmüştük. Hükümete veya Erdoğan’a yönelik en ufak bir sempati ve destek gösteren herhangi bir sanatçı, gazeteci veya aydın meydana çekilerek gözler önünde ve en ağır şekilde linçe maruz bırakıldı. Bu linçler o kadar organize ve ağırdı ki, bazıları geri adım attı, bazıları da kendi mahalleleriyle köprüleri attı.
Yakın zamana kadar, bu linç kültürü seküler mahallenin sarsılan statüko sebebiyle yaşadığı hastalıklı halin semptomlarından biri olarak görülüyordu. Uzunca ve hatta oldukça kritik dönemlerde muhafazakâr kesim çok daha mutedil ve açık görüşlü olarak kalmayı başardı. Hâlâ da ana kitle bu pozisyonu koruyor. Ancak, linç kültürü muhafazakâr mahalleye kendi elitleri üzerinden bulaşmış görünüyor. Muhafazakâr mahallede linç, önce mahalle içindekilere yönelik başladı ve linç fedaileri başarı kazandıkça bu bir norma dönüştü.
Şimdi, bu son olaylarda linç sosyo-psikolojik boyutta kalmadı, idarî ve hukukî baskılar da arkasından geldi. Erdoğan’ın ifadeleri, bunun üzerine YÖK’ün tepkisi, savcıların başlattığı soruşturmalar birbirini izledi. Hükümet için linç kültürüne teslim olmak, yasanın ve iktidarın gücünü devreye sokmak hem ahlaken yanlış hem de kendisine zarar verecek vahim bir hatadır. Bu durum, eğer müdahale edilmezse, Hükümet için hem ahlâkî hem sosyolojik meşruiyet kaybının yolunu açacaktır.
Evet, gerçekten de hem bildiri metni hem izleyicinin ifadeleri gerçeğin ırzına geçen, hakkaniyetten uzak, kara-propagandist bir söylem barındırıyor. PKK terörüne arka çıkan ve şiddetin asıl sebebini görmezden gelen bir duruşu yansıtıyor. Ne var ki bu ifadeler ne kadar yanlış, çarpıtılmış, hakkaniyetsiz ve tahrik edici olursa olsun hâlâ bir fikirdir, görüştür veya kanaattir. Ve hâlâ ifade hürriyeti koruması altında olmalıdır. Ancak bu akademisyenlere dönüp, “oluk oluk kanlarınızı akıtacağız ve akan kanlarınızda duş alacağız” demek açık bir tehdittir.
Ayrıca, bu hakkaniyetsiz görüşlere karşı ölçüsüz ve hukuksuz bu tür bir karşı taarruz Hükümeti haklıyken haksız duruma düşürecektir. Buna dur demezse, halihazırda bu konuda sahip olduğu kamuoyu desteğini ve haklılığını linç heyulasında kaybedip gidecek, kendi başına etkisiz ve itibarsız olan kişi ve görüşlere güçlü bir etki ve itibar kazandırmış olacaktır.
{ Cennet Uslu - Yeni Yüzyıl }