Serbestiyet’te iki ay önce kaleme aldığım biribirini izleyen iki yazı, PKK’nın başlattığı ve devletin icabet ettiği hendek savaşlarına bölge halkının vereceği muhtemel tepkilere dairdi:“Bugünün sorusu: PKK Kürt halkını militanlaştırabilecek mi?” (21 Aralık 2015) ve“Hendeklerin Kürtleri PKK’dan uzaklaştırma ihtimali var mı?” (27 Aralık 2015).
Her iki yazı da, bu soruların cevabına yaklaşabilmemiz için zamana ihtiyacımız olduğunu söylüyor, dolayısıyla da açık uçlu finallerle nihayetleniyordu.
Aradan geçen iki ay, bize en azından cevapların yönü konusunda biraz daha net konuşma imkânı sunuyor. Olgusal gelişmelerin yanı sıra, bunu sağlayan şeylerden biri de, Diyarbakır’daki Dicle Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Dr. Mehmet Yanmış’ın yürüttüğü, bir anlamda önceki yazılarda sorduğum sorulara (da) cevap niteliğindeki çok taze bir araştırma... Geçtiğimiz günlerde yayımlanan araştırmanın sonuçlarına biraz sonra geleceğiz, fakat ondan önce, sözünü ettiğim iki yazının içinde biraz dolaşarak, benim bu sorulara cevap vermeye çalışırken kullandığım argümanları ve tahmini cevapları hatırlayalım. Böylece, o tahminlerin, sözünü ettiğim araştırmanın ortaya koyduğu sonuçlarla uyum içinde olup olmadığını da test edebileceğiz.
‘PKK Kürt halkını militanlaştırabilecek mi?’
21 Aralık 2015’teki yazıda, PKK’nın savaşı şehirlere taşıyarak amaçladığı şeyi gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğinin, yani Kürt halkını militanlaştırarak savaşın içine çekip çekemeyeceğinin cevabını aramıştım.
O günlerde PKK bunun mümkün olduğunu düşünüyor, militanca yaşayıp ölmenin erdemine dikkat çekiyor, sıradan Kürtleri de “erdemli” olmaya davet ediyordu. O günlerde KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı tarafından yayımlanan “Göçertme Politikasına Karşı Direnelim” başlıklı çağrıda dendiği gibi:
“Türk devletinin bu göçertme politikasına karşı tüm Kürt halkı var olma direnişi göstermelidir. En büyük var olma direnişi tüm baskılara rağmen toprağına, taşına sarılmaktır. Soykırımcılara inat evimizi, sokağımızı, mahallemizi terk etmemek bir var olma direnişidir. (...) Yaşanılacaksa da mahallemizde, ilimizde ve ilçemizde yaşanılmalıdır. Evimizi ve barkımızı terk etmek, daha baştan ölümü kabullenmektir. Sevilecek, yaşanılacak yaşam, ölümsüz şehidimiz Kemal Pir’in dediği gibi ‘uğruna ölünecek yaşam’dır. (...) Her çiçek toprağında güzeldir. Her çiçek toprağında kendi yaşamını var edebilir; en güzel renklerini ve kokusunu verir. Hiçbir zalim elin ve psikolojik savaşın bizleri toprağımızdan koparmasına izin vermeyelim. Gül gibi dikenlerimizle, direnişimizle varlığımızı koruyalım!’’
Benim o günlerdeki geçici kanaatim, bölgede yaşayan Kürtlerin PKK-KCK’nın bu çağrılarına icabet etmeyecekleri, yani militanlaşmayacakları yönündeydi. Böyle düşünmemin temel nedeni ise çağrının haklı olup olmamasıyla ilgili değildi, kitlelerin militanlaşmasının tarihte çok istisnai olarak ortaya çıkan bir durum olmasıyla ilgiliydi:
“PKK-KCK önderliğinin anlamadığı, anlamak istemediği şey, dünyadaki bütün militanca mücadele içinde olanların anlamadığı, anlamak istemediği şeyle aynı: Kitleler sadece çok istisnai durumlarda militanlaşır.”
Neden böyle olduğunu, “militan”ın ve “kitle”nin psikolojileri ve onları harekete geçiren güdüler üzerinden izah etmeye çalışmıştım; bu izahta hangi argümanları kullandığımı burada tekrar etmeyeceğim, dileyen dönüp o yazıya bir göz atabilir.
‘İstisnai tarihsel anlar’
Peki, işaret ettiğim istisnai tarihsel anlar hangi anlardır? Yani kitleler hangi istisnai anlarda militanlaşma istidadı gösterir?
Yazıda buna dair bir şeyler de vardı... Öncelikle, “militan”ın kendinden saydığı “kitle” ile kendisinin “düşmanı” arasındaki ilişkiye dikkat çekmiş, bir militan için “makbul düşman”ın, “kitle”ye zulümde en ileriye gitmiş düşman olduğunun altını çizmiştim. “İşte bu nedenle” demiştim, “direnişçiler halkı işin içine daha fazla sokmak istediklerinde akıllarına gelen ilk hamle her zaman, mücadele ettikleri gücün halk üzerindeki baskısını temin etme amacına yönelik olur.”
KCK-PKK’nın devlete karşı yürüttükleri savaşın bu aşamasında tam olarak bunun yaşanmakta olduğunu belirttikten sonra, yazıyı şöyle noktalamıştım:
“Şayet bu temin edilebilirse, yani devletin sıradan insanlar üzerinde ‘habisçe’ bir baskı kurması sağlanabilirse, kitlelerin militanlaştığı o istisnai anlardan biri yaşanabilir. Burada, KCK-PKK açısından problem şurada ki, bunu sağlamak için başvurduğu yöntem, Kürtlerin şu anda mâruz kaldığı habasetin tamamını devletin üzerine yıkma sonucunu doğuracak bir yöntem değil. Kürtler, bu aşamada yaşadıkları zulüm düzeyindeki zorlukları çatışan taraflar arasında pay ediyorlar.
“KCK-PKK taktiğinin işleyip işlemeyeceğini önümüzdeki haftalarda, aylarda anlayabileceğiz ancak. Son olarak, bunun riskli bir oyun olduğunu; KCK-PKK’nın, kendi oyununu uygulayamadığı için puan kaybeden güreşçi durumuna düşme ihtimalini içerdiğini de ekleyelim.”
Geldiğimiz noktada, PKK’nın tarif ettiğim güreşçinin pozisyonuna düştüğünü sanırım söyleyebiliriz.
‘Hendekler, Kürtleri PKK’dan uzaklaştırabilir mi?’
“Hendeklerin Kürtleri PKK’dan uzaklaştırma ihtimali var mı?” (27 Aralık 2015) başlıklı ikinci yazının finalini aktarmakla yetiniyorum:
“1) Kürtler, 2004’tekine benzer bir iyimserliğe sahip olmadıkları için PKK’dan uzaklaşmaya hazır değiller. (2004’te, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılmaya en yakın olduğu tarihsel momentte, PKK içinde Türkiye’nin Avrupa Birliği hedefinin Kürtleri PKK’dan uzaklaştırdığına dair kuşkular dile getirilmişti. Ben de birçok yazımda gerçek durumun öyle olduğunu yazmıştım)... 2) Fakat o günlerden farklı olarak, savaşı şehirlere taşıdığı için PKK’ya da öfke duyuyorlar... 3) Yine de, ‘süpürme’ vb gibi kelimelerle ifade edilen ‘PKK’yı bire kadar kırma’ hedefine kesinlikle karşılar... Ve son olarak, 4) Türkiye, artık 2004’teki, istikbalinde AB üyeliği görülen bir Türkiye olmadığı için, devlete de güven duymuyorlar.
“Bu koşullarda, ‘Hendeklerin Kürtleri PKK’dan uzaklaştırma ihtimali var mı?’ sorusuna cevap vermek hiç kolay görünmüyor.”
Demek ki iki ay önce, hendek siyasetinin Kürtleri PKK’dan uzaklaştırma ihtimaliyle ilgili olarak bu aşamada net bir görüş öne sürmenin mümkün olmadığını söylemişim.
Dr. Mehmet Yanmış’ın araştırması
Artık, Dicle Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Dr. Mehmet Yanmış’ın Washington DC merkezli bağımsız düşünce kuruluşu Rethink Institute için bölgede yürüttüğü araştırmanın sonuçlarına geçebiliriz.
Mehmet Yanmış araştırmasında, bölge halkının PKK’nın hendek siyasetini ve devletin bölgede yürüttüğü operasyonları nasıl değerlendirdiği sorularına odaklanmış.
Araştırmadaki en önemli bölüm, hiç kuşkusuz hendekler üzerinden özerklik hedefinin sorgulandığı bölüm... Bu başlık altında sorulan sorulara verilen cevaplar, 21 ve 28 Aralık 2015’teki yazılarda sorulan sorulara doğrudan cevap niteliğinde:
Buna göre, katılımcıların yüzde 67.6’sı PKK’nın hendek ve barikat stratejisi için “yanlış” derken, sadece yüzde 23.5’i bunu “öz savunma” sayıyor. Özerkliğe bu yolla ulaşılamayacağını söyleyenlerin oranı ise yüzde 59.5.
Aslında onca çağrıya rağmen bölge halkının toprağını terk etmesi (Sağlık Bakanı Müezzinoğlu, bu sayıyı 350 bin olarak açıkladı), yalnız bu bile halkın “militanlaşma”yı reddettiğini gösteriyor ama, bu sonucun bir araştırmayla tespit edilmesi önemli.
Fakat araştırmadaki bir başka başlık, PKK’yı onaylamayan Kürtlerin devleti ve devlet siyasetini de onaylamadığını gösteriyor. Aslında mantık, Kürtlerin, onaylamadıkları hendek ve barikatları ortadan kaldıran devleti onaylamaları gerektiğini söylese de gerçek böyle değil. Çünkü Kürtler, barikat ve hendeklerin çözüm sürecinin ortadan kalkmasının bir sonucu olduğuna inanıyorlar ve çözüm sürecinin sonlandırılmasının sorumluluğunu da esasen devlete yüklüyorlar.
Buna göre, “çözüm sürecini kim sona erdirdi” sorusuna katılımcıların yüzde 57.8’i “devlet ve hükümet” derken, PKK’yı sorumlu tutanların oranı yüzde 17.6’da kalıyor.
Özetle, araştırmaya göre Kürtler devleti de hükümeti de samimi bulmuyor ve iki tarafa da güvenmiyor.
Zaten bölge halkını tarafsız bir gözle izleyip duygularını anlamaya çalışanlar da aynı sonuca varmıyorlar mı?
Bugünkü durumu şöyle özetleyebiliriz: Hendeklerde çarpışan iki taraf da “şehir savaşları”nın Kürtleri “karşı taraf”tan uzaklaştıracağını ummuştu. Oysa şimdi Kürtler, çözüm sürecinin aktörleriyken destekleyip sempati duyduğu taraflardan (PKK ve devlet-hükümet) şimdi çok daha uzak.
{ Alper Görmüş - Serbestiyet }