28 Şubat, müslüman halka belli periyotlarla süregelen ayar verme süreçlerinden biri. Bu süreçte özellikle ülkenin batısındaki dini faaliyetler baskı altına alındı. Bir kısmı sekteye uğratıldı, bir kısmı sindirildi, bir kısmı ise dönüştürüldü.
Bu süreç doğrudan Kürdler’e ve Kürd siyasetine dönük bir girişim değildi. Daha çok merhum Necmettin Erbakan başbakanlığındaki hükümetin uluslararası sistemin dış politika perspektifine aykırı bir siyaset izlemesi ve iç politikada korkutan bazı söylem ve projeler geliştirmesi bahanesinden kaynaklandı.
Buna rağmen her darbe gibi bu darbeden de Kürdler fazlasıyla nasibini aldı. Refah Partisi’nin 1996’da iktidara gelir gelmez başlatmak istediği Kürdçe TV yayını veEkonomik Boyut Raporu gibi projeler darbecilerin tavrı neticesinde uygulanamadı.
1996 yılında Özal zamanında başlatılan çözüm sürecini Necmettin Erbakan’ın tekrar başlatmak istemesi ve bu doğrultuda PKK lideri Abdullah Öcalan’la irtibat kurması MGK toplantısında krize dönüştü ve asker tarafından tepkiyle karşılandı.
Öyle ki korgeneral Çetin Saner görüşmeleri yürüten Van milletvekili için “Alacaksın o Kürd’ün kafasını, duvara çarpa çarpa beynini çıkaracaksın”şeklinde tehditler savurdu.
Böylece ateşkes ve çatışmasızlık girişimleri sekteye uğratıldı, PKK ile savaş tırmandırılarak Kürd meselesi daha da derinleştirildi.
Buna paralel olarak çeşitli grup ve eylemler bahaneedilerek Kürdistan’daki dini faaliyetlere yönelik baskı şiddetlendi. Tüm cami, medrese ve Kur’an kursları yoğun operasyon ve baskılara hedef oldu.İrticai faaliyet ve “Anayasal düzeni yıkıp yerine şer’i esaslara dayalı bir devlet kurmak” suçlamasıyla farklı kesimlerden binlerce insan,yargı eliyle mağdur edildi.
Aslında 28 Şubat sürecinden önce de Kürdler tüm kesimleriyle süregelen bir baskı ve dayatma sürecini yaşamaktaydı.
28 Şubatla beraber bu sürecin daha da şiddetlendiğini söyleyebiliriz. Tüm dini faaliyetler daha yoğun baskılara maruz kaldı. Asimilasyon ve dejenerasyonfaaliyetleri daha kurumsal bir hal aldı.
Siyasi zeminde 1993 yılında HEP ve ÖZDEP, 1994 yılında DEP kapatılmıştı. 28 Şubat sürecinin devamı olan 1999 yılında ise HADEP’in kapatılması için Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yapıldı, 2003 yılında da bu parti kapatıldı. Tüm bu süreçlerde yoğun bir şekilde tutuklamalar yaşandı.
1990-2001 yılları arasında işlendiği söylenen 17 bin fail-i meçhul cinayetin önemli bir kısmı 1997’den sonra gerçekleştirildi.
Fail-i meçhullerle beraber işkence ve kaçırma uygulamaları da devam etti. Farklı kesimlerden binlerce insan gözaltı merkezlerinde sistematik işkencelere maruz bırakıldı. Kolluk ve adliyede keyfi uygulamalar aldı başını yürüdü. Cezaevleri doldu, taştı…
Peki, 28 Şubat bitti mi? Veya yeni 28 Şubat’lar olur mu?
Türkiye devletinin kurucu aklını oluşturan faşist-ırkçızihniyet ve tüm renkleriyle kemalizm tam anlamıyla tasfiye edilmeden, her zaman için Türkiye’de yeni 28 Şubat’ların yaşanması kuvvetle muhtemeldir.
Bununla beraber Müslüman halka ayar verme girişimlerinin yeni bir evreye girdiği, bu nedenle bambaşka bir görünümle karşımıza çıkabileceği yorumu da yapılabilir. Sözgelimi ülkedeki dini cemaat, tarikat ve örgütlerin ellerindeki iktidar oranına göre birbirine ayar verme girişimleri de bir tür 28 Şubat tezahürleri olarak yorumlanabilir. Bu ayar verme girişimi asker ve emniyet kanalıyla yapılabileceği gibi, yargı vebürokrasi üzerinden de yapılabilir.
28 Şubat gibi süreçlerden Kürdler’in Kürd olarak zarar görmesi, daha çok Kürd tabanlı örgütlerin yaşanan çatışmalarda kullanılmasıyla sözkonusu olur.
Ayrıca Türkiye’ye militarist, baskıcı bir yönetimin egemen olması her zaman için en fazla Kürdler’e zarar verir. Kürdler, hem inançları hem de milli kimlikleri nedeniyle katmerli zulümlere maruz kalır.
Bu nedenle Kürdler’in 28 Şubat’ı çok daha uzun ve çetindir. Batı, ancak elinivicdanına koyup tam bir empatiyle, bir nebze bunu anlayabilir.
Necat Özdemir - Fikir Zemini