Türkiye, yarın yeniden genel seçimlere gidiyor. 7 Haziran seçimleri neticelerinin bir partiye tek başına hükümet kurdurtmaması ve koalisyon görüşmelerinin sonuçsuz kalması ile yeniden seçimlere gidiliyor. Seçim, gerek 13 yıldır iktidarda olan Ak-Parti açısından, gerekse 13 yıllık gelişme ve değişim, kısacası tüm ülke, hatta coğrafya için önem arz eden bir seçim..
İstikamet ve istikrar bir ülke ve toplum için, halklar için olmazsa olmazların başında gelen mevadtandır. İstikâmet ve istikrarını/âsâyişini kaybetmiş bir ülke ve toplumun doğrulma şansı bir hayli azalır. İstikrarı, bir ülkenin aksiyonunu kaybetmesi olarak da algılayamayız. Zaten, aksiyonunu kaybetmiş ülke ve toplumlar zaafa düşüp istikrarını da kaybeder. İstikrar, istikâmet ve aksiyonun bir arada, denge içerisinde müsavi/muvâzi surette yürütülmesi ülke ve toplumların/halkların idarecilerinin uhdesindedir. Bu konuda gösterilecek zaafın sorumluluğu da büyük olur. Equilibrium'u sağlamak idare/siyasetin başarısının göstergesidir.
Anca bu hususta, vâki her zaafı fırsat bilerek sırf muhalefet sâikiyle, yıkıcı bir muhalefetin içine girmek, kör reaksiyondan başka bir şey değildir. İktidarın, 13 yıllık süreçteki icraatları tartışılabilir., ciddi bir şekilde eleştirilebilir de. Nitekim biz de zaman zaman bugüne değin çeşitli eleştirilerimizi muhtelif vasıtalarla hep dile getirdik. Gerek hususi mahfillerde, gerekse kamuoyunda açıkça/çekincesiz dillendirdik. Ancak, reaksiyona dayalı, yıkıcı muhalefetin ülkeye hiçbir yararının olmadığı açık.. Ak-Parti'nin, adeta ara dönem rejimi olan, 28 Şubat süreci hükümetlerinin tahribatı/ bıraktığı enkazın akabinde iktidara geldiği bilinmektedir. 2002-2003'ten bu yana çok fazla şeyin değiştiğini, bir hayli mesafe alındığını görebilmek gerekiyor. Gerek iktisadi saha da, gerekse ülkenin Kürt sorunu gibi kronik siyasi/ictimâî meselelerinde önemli mesafeler kaydedildi. Ülke içinde bir asırdır oluşmuş vesayet odakları ile olan mücadele uzun bir zaman aldı. 90'lı yıllara dönüş söz konusu olmadı. Türkiye'nin çevresindeki kaos ve savaşlar ülkeye bugüne değin taşınmadı. Faili meçhuller geride kaldı.
Tüm bunlara rağmen, “Ne olursa olsun gitsin” mantık ve söyleminin sağlıklı hiçbir bir zemini bulunmuyor. Bunun tarihteki örneklerine baktığımızda, sonuçta hüsran ve kargaşa ile karşılaşılmaktadır. Merhum Sultan II. Abdülhamid Han'ın muhalifleri, “Bu sultan gitsin de ne olursa olsun. Her şey çok güzel olacak” mantık ve sloganları ile yola çıkmışlardı. Oysaki, II. Meşrutiyet'ten itibaren ülke idaresini teslim ettikleri Jön Türkler/İttihatçılar on senede imparatorluğun acı sonunu getirmişlerdi. Sadece bununla kalmayıp, bir çok kanlı operasyonlara/trajedilere imza attılar. Kendi devrinde en önemli istikrar unsuru olan Sultan II. Abdülhamid döneminde sürgün/kal'abendlik vak'alarına rağmen, hiçbir siyasi idam yaşanmamıştı. Sonrasında ise siyasi idamların, akan kanların, kaos ve kargaşanın ardı arkası kesilmedi. Bu konuda da Jön Türk idaresinde en fazla gadre uğrayanlar, Sultan II. Abdülhamid'in tahttan indirilmesi için canla başla uğraşıp, İttihatçılara destek olan kesimler oldu.
Bugün de bazı muhalefet kesimleri böyle bir halet-i ruhiye içinde tepkisel bir tutum sergilemekte, adeta kaosa davetiye çıkarmaktadırlar. Muhalefet olarak ülke sorunlarının çözümüne ve idareye ilişkin alternatif ve doyurucu, umut verici bir projeye maalesef sahip değiller. Sırf muhalefet ve karşıtlık üzerinden hiç olmayacak ittifak ve angajmanlara girilebiliyor. Parlamenter sistemin olduğu bir ülkede muhalefetin olmaması elbette düşünülemez. Ancak iktidar/muhalefet ilişki ve diyalogunun yıkıcılık, her şeyi tahrip zeminine de dayanmaması icab eder. Tüm siyasi partiler için ülkenin, toplumun ve halkların ortak menfaat ve huzuru, can ve mal güvenliği esas olmalıdır. Siyasi partiler için, bunların hepsi şahsi/grup ihtiras ve menfaatlerinden de uzak tutulmalıdır.
Sadece muhalefet olunsun diye, tüm bir ülkenin, coğrafyanın kaos/kargaşaya, iğtişaşa sevk edilmesi, sevkine teşvik ve tahrik adil bir muhalefet olarak telakki edilemez. Siyasi mülahazalarda, özellikle, ülke ve coğrafyanın, İslâm Dünyası'nın geleceğini, istikbalini birinci dereceden alakadar eden hususlarda atılacak adımlarda kaos değil, istikrar hedeflenmelidir. Ülkemizde ve coğrafyamızda hem istikrarın devamı hem de Kürt Sorunu gibi hayati meselelerin barışçı bir biçimde çözümü için tepkisel bir hissiyatla değil, uzak görüşlülük ve akl-ı selim zemininde istikrarı sürdürecek ve kavileştirecek seçenek üzerinde durmakta fayda var.
{ Müfid Yüksel - Yeni Şafak }