2014 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçimleri HDP için bir dönüm noktası gibiydi. Selahaddin Demirtaş, Türkiye geneline hitap edecek yeni bir siyasetin ipuçlarını verdiği o seçimde yüzde 10'a yakın oy almıştı. HDP’nin verdiği bu yenilikçi mesaj, 7 Haziran 2015’teki milletvekilliği seçimini de etkilemiş, başka faktörler de devreye girince, HDP yüzde 13’ü geçen oy almıştı. HDP’nin ‘Türkiye Siyaseti’ dili, onu CHP’nin yerine adeta ana muhalefet konumuna getirmişti. Bu konumlanma, muhalefet oylarının HDP’ye yönelmesini sağladı. Bir anlamda 10 Ağustos 2014 ile 7 Haziran 2015 arası, HDP’nin altın dönemiydi. Bu dönem, Demirtaş’ın karizması “Öcalan’ın yerini alacak yeni Kürt lider” söylemini doğuracak kadar parladı.
İnisiyatifin HDP’den Örgüte Geçmesi
Ancak sonrasında işler yolunda gitmedi. İnisiyatif siyasetten örgüte geçti. 11 Temmuz 2015’te, KCK barajları ve yolları gerekçe göstererek ateşkesi bitirdiğini açıkladı. KCK’nın açıklaması şöyleydi: “Özgürlük hareketimizin titiz tavrı istismar edildi. Barajlar ve baraj yapımında kullanılan araçlar gerilla güçlerimizin hedefinde olacaktır.” Peşinden 14 Temmuz 2015’te KCK Eşbaşkanı Bese Hozat, Özgür Gündem Gazetesinde “Yeni Süreç: Devrimci Halk Savaşıdır" başlıklı bir yazı yazarak ‘Devrimci halk savaşı ve serhıldan’ çağrısı yaptı. Bu açık bir şiddet çağrısıydı. Hozat bu yazısında HDP’yi de beceriksizlikle suçluyordu. 20 Temmuz 2015’te ise KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık halkı silahlanmaya, tünel, hendek ve siper hazırlamaya çağırdı. Şu cümleler o çağrıdan: “Tüm halkımız silah almalı, bu temelde kendini eğitmeli ve örgütlemeli. DAIŞ ve sömürgeci tüm güçlerin her türlü saldırısına karşı köylerde, kentlerde, mahallelerde yer altı sistemi, tüneller, mevzi sistemi geliştirmeli.”
Bu gelişmelere paralel olarak HDP ve Selahaddin Demirtaş, ellerindeki tılsımı kaybettiler. PKK ve KCK’nın bu çağrılarının peşinden HDP’de dil değişmeye başladı. ‘Türkiyelileşme’ eğilimi yerini şiddet diline yeniden bıraktı. HDP, PKK’nın yeni şiddet startına karşı durmayarak ve keskin açıklamalarla kendini koalisyon denklemi dışında bıraktı. O dönem, koalisyon görüşmelerinin uzlaşı kültürü bakımından karnesi en zayıf parti HDP oldu.
HDP bundan sonra da bir türlü toparlanamadı. Parti içinden itiraz sesleri yükselmeye başladı. Özellikle, şiddetin hendekler ve özerklik-özyönetim açıklamalarıyla şehirlere taşınması, Figen Yüksekdağ başta olmak üzere bazı HDP’lilerin Türk Solu ile aynı çizgiye denk gelen açıklamaları, bazı HDP’lilerin istifa etmeleri gibi gelişmeler HDP’yi 1 Kasım seçimi öncesinde sarstı. Kandilden gelen bazı açıklamalar ise Demirtaş’ın yanısıra Altan Tan gibi özeleştiri yapan vekilleri hedef almaya başlamıştı. Tuhaftır ki, şiddet sarmalı içinde yürütülen hendek ve özyönetim kalkışmalarına, Kürt HDP’liler daha sakin, sağduyulu, eleştirel yaklaşırken, HDP’deki Türk Solu temsilcileri daha kışkırtıcı olmayı seçtiler.
1 Kasım ve HDP
Bu gelişmelerin gölgesinde yapılan 1 Kasım seçiminde bu defa HDP umduğunu bulamadı, oyları ve milletvekili sayısı düştü. ‘Çözüm Sürecinin kazanımlarını kaybetmemek için’ HDP’ye oy veren birçok insan yeni terör sarmalından dolayı bu defa HDP’den kaçarak AK Parti ve CHP’ye yöneldi ya da sandığa gitmedi. 1 Kasım sonrasında HDP’li yetkililer doğru dürüst bir seçim analizi dahi yapmadılar. Sadece pr çalışması olacak şekilde, seçimin iptali için AYM’ye başvurdular. Aslında HDP seçim dönemini de sakin geçirdi, ciddi bir kampanya yapamadı. O zaman edindiğim bilgiler, HDP’nin hendek olayları sebebiyle halkın karşısına çıkmakta zorlandığı şeklindeydi.
HDP, 1 Kasım sonrası büründüğü sessizliğini sürdürüyor. Bölgedeki gelişmelerle ilgili inisiyatif üstlenmiyorlar, işe yarar bir siyaset yürütmüyorlar, kayda değer açıklamalar da gelmiyor HDP’den. Şu anda her şey büyük ölçüde PKK-KCK’nın elinde. Partide ise Demirtaş’tan çok Yüksekdağ’ın açıklamaları görünür hale geldi. Bu arada Aralık başında HDP Genel Başkanı Selahaddin Demirtaş ABD’ye giderek bir takım görüşmeler yaptı. O görüşmelerden neler elde etti, henüz bilmiyoruz. Demirtaş, ABD’den ciddi bir takım sözlerle dönmüşse, önümüzdeki günlerde bunları işaretlerini görebiliriz.
HDP, Siyasetten Çekilecek mi?
Ben bunları düşünürken Diyarbakır’dan bir arkadaşım aradı ve “HDP, sence TBMM’den çekilmek gibi bir karar alır mı?” diye sordu. İkimizin de aklından geçen bu soruyu uzunca konuştuk, tartıştık.
HDP’de iç tartışmalar her geçen gün büyüyor, aynı zamanda HDP’nin siyaseten tıkanmışlığı da artıyor. Bu tartışmalarda “Meclisten çekilme” fikri de bir alternatif olarak bazı HDP’lilerin gündeminde. HDP, radikal bir karar vererek TBMM’den çekilmeyi düşünürse, bu, onlara siyaset alanı bırakmayan PKK’dan kaynaklanmış olacak. Ayrıca, HDP’nin Öcalan’ın desteğini bir ölçüde kaybetmesi ile Barzani’nin Türkiye’nin yanında durması ve zaman zaman PKK ve HDP’yi eleştiren açıklamalar yapmasını da gerekçeler arasında saymalıyız. Bütün bunlar HDP’nin siyaset manevralarını daraltıyor.
Soruya geri dönelim. “HDP, TBMM’den çekilerek, ben artık yerel siyasete dönüyorum der mi?” Henüz “Evet, dönebilir veya dönemez” diyebileceğimiz aşamada değiller. Ancak HDP’nin alacağı böyle bir kararı, kamuoyu, PKK-KCK’nın yürüttüğü hendek ve özyönetim süreçlerinden kaynaklandığını düşünecek. HDP’nin faturayı PKK’ye keserek böyle bir yola girmesi neredeyse imkânsız. Böyle bir şey, parti yöneticilerine ağır fatura çıkaracağından müsebbibin devlet-hükümet olduğunu söyleyebilecekleri bir zemine ihtiyaçları olacak. Bu ise HDP merkezli yeni bir kurgu demektir ki, inşallah yeni kaoslara kapı aralayacak bir şeyler düşünülmez.
Elbette HDP’nin TBMM’de kalması en doğrusu. Daha doğrusu ise PKK-KCK’nın HDP’yi rahat bırakması, HDP’nin de terör ile arasına mesafe koymasıdır. Sonrasında zaten devleti eksiği ve yanlışı nedir sorusuna herkes rahat cevap verebilecek, bu konuda talepler daha rahat seslendirilebilecek.
[ Erol Erdoğan - Boldhaber ]