Birçok kere yazmışımdır “Kuzey Atlantik’in bir araya gelen iki yakası, yakaladığı, coğrafyamızın, bölgemizin, iki yakasını bir türlü bir araya getirtmiyor” diye. İki asrı aşkındır, Müslüman Dünya’ya coğrafyamıza yönelik ecnebi müdahalesi daha da katmerleşerek sürüyor. Elbette burada Komplo teorilerine girmiyorum. Ancak, katmerleşerek süregelen ecnebi ve düvel-i muazzama, ya da bugünkü deyimle Küresel Güçlerin müdahaleleri komplo teorilerine gerek bırakmayacak şekilde aşikar, ortada.
Ancak, bunun yanı sıra, bu müdahalelerin bölgede büyük oranda taraf ve destek bulması daha büyük bir bela. İki yüzyıldır devşirilen, dönüştürülen, elitéler, topluluklar, baskı grupları, güç odakları vs. hiç eksik olmadı. Çoğu zamanda, müdahaleler onlar eliyle gerçekleştirildi. Sykes-Picot’tan sonra, özellikle 90’lı yıllarda Soğuk Savaş döneminin nihayete ermesinin ardından, coğrafyamıza/bölgemize doğrudan açık müdahaleler de dahil, projeler ve müdahaleler çoğalıp yoğunlaştı. Körfez savaşları ve ardından Arap Baharı bu süreci iyice hızlandırdı. Bölge, etnik ve mezhebi fay hatları üzerinden çok fazla hareketli ve kan dökücü bir hale geldi. Ecnebiler uzun soluklu hazırlıklarla bilgi alt yapısını tahkim edip tarihi de iyi okuyarak, nüfuz ajanlarını da kullanarak yapıları dönüştürüyor, ustaca manipule edebiliyorlar.
Sykes-Picot mutabakatı, Balfour Deklerasyonu ve buna sonradan eklenen Soğuk Savaş dönemi statükosunda, Orta Doğu/Yakın Doğu İsrail Merkezli bir siyasal yapılanmaya maruz bırakıldı. Atlantik’in İki Yakası bölgeye ilişkin politikalarının merkezine petrolü/enerji kaynaklarını ve İsrail’i aldı. Soğuk Savaş dönemi akabinde ise konseptlerde radikal değişimler oldu. Körfez Savaşları ve özellikle, bölge ve İslam Dünyası için hazana dönüşen “Arap Baharı” ile Kürt Sorunu/Siyasası politikaların tam merkezine oturtuldu.
İşte tam da burada, kendilerini “Bölgesel Aktör” olarak nitelendiren çevreler gelinen noktayı neredeyse hiç göremedi/okuyamadı. 20. Yüzyılda İmparatorluğun dağıtılması akabinde Sykes-Picot zemininde oluşturulan ulus-devlet statükosunun alışkanlıkları üzerinden politikalar sürdürmekte gereksiz yere ısrar ettiler. Yeni istihkamlar, açılımlar oluşturamadılar. Buradaki, ecnebi müdahalesine dayanan dönüm noktasını ,kırılmayı göremediler, bir kısmı da çok geç fark etti. Bu radikal değişimleri göremeyen bölgesel politik aktörler/yapılar, hazırlıksız yakalandıkları gibi bir kısım dipsiz maceralara da sürüklenerek, Kürt sorunu merkezli projelerin alt yapısını olabildiğince güçlendirdiler. Hiçbir şekilde öncesinde hayal bile edilemeyecek olan “PYD Koridoru/duvarı” bunun neticesi olarak oluştu.
Halihazırda, 30 küsur yıldır çözülemeyen Kürt Sorunu, bölgemiz ve ülkemiz için, PYD koridoru ile daha da ağırlaşma eğilimi göstermektedir. Ayrıca, PYD/YPG örgütlenmesinin, DAEŞ bahane edilerek, büyük devletlerin silahlandırılma dahil, aşikar müzaharetine sahip olması da maalesef öngörülememiştir. Yanı sıra, bölünme ve parçalanmadan yana olmayan bölge halkının; örgüt ve siyasi uzantılarının Hendek/Özyönetim kepazeliğine karşı gösterdiği tutum/direnç, hatta bunun referandum sonuçlarına da ciddi oranda yansımasına rağmen, siyaset ve bürokrasiyi belirleyen bazı odakların, MHP/Devlet Bahçeli ile olan mutabakatı gerekçe göstererek, Kürtlerin halk kitlelerini, muhafazakar/dindar Kürtleri de ötekileştirip iyice uzaklaştıracak tarzda Türkçü/milliyetçi söylem ve sloganlardan ısrarla vazgeçmemeleri bu yöndeki sorunu olabildiğince derinleştirmektedir.
Hatta bunun sonucu olarak, PKK/Stalinist örgüt ve bölünmeye karşı yıllardır açık tavır almış dindar/muhafazakar Kürtler ve Kürt yazarlar sosyal medyada son dönemlerde linç kampanyalarına maruz bırakılmakta, gizli bölücü/PKK’lı olarak haksız yere yaftalanarak kamuoyunda itibarsızlaştırılmakta, canından bezdirilmektedir. Bir kısım eski muhafazakar İslamcıların da koyu bir Türkçülük hatta Faşizm kampanyası içine girerek dindar Kürtleri hedef aldıkları görülmektedir. Bir yandan, PKK yanlısı vb. din karşıtı odaklar muhafazakar/dindar Kürtleri “işbirlikçi, başkasının kapısında havlayan köpeğimiz, cahş” gibi pejuratif nitelendirmelerle suçlayıp hücum ederken; ötekileştirici tarzda Türkçülük yapan çevreler “ Kürtçü, Vatan haini, bölücü, sinsi hain” hatta “Dindar Kürtler PKK’dan daha tehlikeli” diyerek ağır saldırılarda bulunmakta, tehdit etmektedirler. İslâmi hassasiyeti ve kimliği olan Kürtlere bile bu şekilde şüpheyle, potansiyel PKK’lı gözüyle bakılıp, sürekli onların PKK’lı/bölücü olup olmadıkları yönünde ağır bir teste tabi tutulmaktadırlar. Adeta mucizevi kanıtlar isteyip, buna zorlamaktadırlar. Bu tutum artık iyice çileden çıkartıcı bir hal almaya başladı. Oysaki, bu insanlar bu ülkenin bir imparatorluk bakiyesi olarak, çekilebilecek son sınırlar olduğunun ve daha kaybedilecek bir şeyin olmayacağının bilincinde olan kimseler.
[ Müfit Yüksel - Yeni Şafak ]