Karar gazetesinden Etyen Mahçupyan, ''İran mı Kürtler mi?'' başlıklı yazısında, Türkiye'nin IKBY'nin 25 Eylül'deki referandum kararına karşı çıkmasını değerlendirdi. Mahçupyan'a göre, Türkiye, sorunu yanlış okumaya devam ediyor ve bu tutumuyla Ortadoğuda iyice etkisiz ve pasif bir aktör konumuna düşecektir.
İşte o yazı:
Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’nin referandum kararı Türkiye ve İran tarafından tepkiyle karşılandı. İran’ı anlamak mümkün… Irak merkezi hükümetiyle ‘organik’ denebilecek ilişkilere sahip. Dolayısıyla Irak Kürtlerinin bağımsızlık arayışı Irak devleti topraklarının küçülmesi demek… Ayrıca kurulacak yeni devletin İsrail tarafından destekleneceği ve İran etrafındaki kıskacı daraltacağı açık. Nihayet Irak’taki bir Kürt oluşumunun İran’da da kimliksel beklentileri artırabileceğini öngörebiliriz.
***
Oysa Türkiye’nin durumu farklı... Referandum kararı sonuçta Barzani tarafından alındı ve Türkiye bölgesel hükümetin en sağlam ortağı durumunda. Ekonomik açıdan sürekli genişleyen bir ortak çıkar alanı var. Siyasi açıdan PKK ile çatışmada ve Irak’ın tümüyle Şii nüfuzuna mahkum olmasını engellemek adına, Türkiye için Kuzey Irak Yönetimi’nin değeri açık. Aynı şekilde Türkiye de o bölge ve insanları için hayati önemde. Dolayısıyla referandum konusu ortaya atıldığında, birçok kişi Türkiye’nin bu girişime destek vereceğini, böylece Ortadoğu’da özgül ağırlığını artıracağını, Rusya, İran ve ABD karşısında pazarlık gücünü pekiştireceğini düşündü.
Ne de olsa referandum gerçekte bağımsızlığa doğru gidiş için sadece sembolik bir adımdı. Diğer deyişle sonrasında ikinci bir hamle bulunmuyordu. Mesele Kuzey Irak Yönetimi’nin gelecekteki muhtemel bir konjonktürde kullanmak üzere elinde bir bağımsızlık kartı tutmak istemesiydi ve bunun Türkiye’ye yarar getireceği açıktı…
Ancak Türkiye tam aksi yönde tutum aldı. Irak’ta yaşanacak bir bağımsızlaşmanın Suriye’ye sıçrayabileceği, hatta ilerde Türkiye’nin içini karıştırmaya aday olabileceği değerlendirmesi tedirginlik yarattı ve özgüvenli bir siyaseti engelledi. Geçmişte PKK’ya rağmen çözüm sürecini sürdürme irademiz olabilseydi, muhtemelen bugün tüm Ortadoğu’da çok daha avantajlı duruma gelecek, pazarlık gücümüz ve ortaklarımızı yönlendirme kapasitemiz artmış olacaktı.
Türkiye’nin kendi tarihsel fırsatlarını kullanamaması, ABD’nin stratejisini belirleyici hale getirdi. Bu stratejinin ana yöntemi ‘mesafe’ yaratmak… Irak ile İran, Suriye rejimi ile Esad, PYD ile PKK arasında. Bu bağlamda Kuzey Irak’taki referanduma karşı çıkılıyor ama söz konusu mesafelerin açılamaması halinde bir Irak Kürt oluşumuna ihtiyaç duyulabileceği de öngörülüyor. ABD’nin İran karşıtlığı, İran’ın Kürt karşıtlığını tetikliyor ve bu da ABD’nin Kürtlerin yanında durmasını teşvik ediyor. Eğer Rusya da (doğal olarak) İran’ı kollamak üzere bir çizgi izlerse, sonuçta ABD gönülsüz de olsa Barzani’ye sahip çıkmak zorunda kalacaktır.
***
Böyle bir tablo karşısında Türkiye ile İran’ın yakınlaşma ihtimali öne çıkıyor. Nitekim son dönemde artan görüşmeler de buna işaret etmekte. Ancak muhtemel işbirliğinin sadece üç konuda olduğunu anlıyoruz: IŞİD ile mücadele, sınır güvenliği ve çatışmasız bölgeler… Bu konular Türkiye ve İran’ın eşdüzeyli konumlandığı alanlar. Bunun dışına çıktığımızda bu iki ülke arasında simetri yok… İran Irak Kürt Bölgesi’ndeki siyasetin içinde yer almakla kalmıyor, Irak, Suriye ve Lübnan’da siyasetin doğrudan parçası ve tarafı. Ayrıca bütün bu ülkelerde doğrudan kendisine bağlı onlarca sayıda milis gücüne sahip… Türkiye ise Ortadoğu için bir ‘dış güç’… O nedenle bu hafta gündeme gelen, İran’ın Kandil’e kara harekatı yapmasına bel bağlayan planın gerçekçiliğine ilişkin soru işaretleri var.
Kısacası Türkiye ile İran’ın Ortadoğu bağlamında ‘dost’ ve ‘ortak’ olmaları zor. Bu bölgede İran’a her yakınlaşma telafisi zor maliyetleri ima edebilir. Türkiye’nin kendi göreceli üstünlüğüne sahip çıkması ve bunu stratejik güce dönüştürmesi gerek. Öte yandan PKK ve Barzani dahil hiçbir Kürt aktörünün yapıp yapmadığı bizi bağlamıyor. Yeter ki ‘Kürtlerle’ eşdüzeyli ve kalıcı bir ilişkiyi içimize sindirelim.