Savaşlar, mülteciler, savaş pazarlıkları, kan ve gözyaşı arttıkça konforlu hayatlarımızda mekân da gittikçe genişliyor. Ne tuhaf çelişki! Döner kapılar, otomatik açılan kapanan yükselen bölmeler, çift yaylı yataklar, üçlü beşli ergonomik oturma grupları, yumuşak kadifeli ayak pufları, gökdelen katında bahçeli havuzlu daireler, elektronik zeminli kat otoparkları derken yürüdüğümüz zemin adeta kayıyor.
Uçaktan otobüse, gemiden füzeye geçişlerimiz anlık. Yürüyen merdivenler, uçan balonlar, zirveyi zorlayan hızlı asansörler, teleferikler cabası. Ulaşım araçlarıyla daha da genişledi muhakkak mekân. Ama asıl olarak kesintisiz küresel iletişim. Sanal alemler evet elbette mekânla kaim değil.
***
Bir yanıyla hepimizi nokta atışında topluyor, buluşturup eşitliyor bu sanal ağlar. Ama bir yanıyla da dokunmadan yüz yüze gelmeden kurulan iletişim bir tür vasatlığı, yüzeyselliği, yetersizliği dayatıyor bize. Tatmin olmamız gereken merhaleyi durduruyor, sınırlandırıyor.
Sanal gerçeklik, ruhumuzu darlaştırsa da mekânın hudutlarını kaldırdığı ölçüde hürriyete bizi yaklaştırıyor sanıyoruz.
Bir yandan da bu genişlik ve hudutsuzluk gösterisi bizim özgürlük mevhumumuzu elimizdeki birkaç santimetrekarelik akıllı aletlere kilitledi. Dünyaları gezdiğimizi sanıyor, ekranda beliren bilgi düzeyinde hayatı öğrenmekle gerçeğin tamamını ihya ettiğimizi varsayıyoruz.
Böyle işte, kesintisiz iletişim, sınırsız özgürlük, genişleyen imkanlar derken, iç dünyalarımız giderek darlaşıyor, loş hale geliyor. Karanlık çöküyor algı eşiğimize. Her şeyi gözlediğimizi sanmaktan kendimize karşı giderek körleşiyoruz.
Göz, kendine bakamıyor, içi seyredemiyor.
Böyle darlaştığım anlarda tek kişilik mekânların özlemini duyuyorum. En kolayı elbette gece yatağa girmek. Varsa tabii uyuyabileceğiniz sabit bir yatak, yorgan, yastık, oda, ev. Diyelim ki var. Ama nefis muhasebesi için herkes çekildiğinde kendinizi eşelemeye fırsat bulamadan sizi uykuya daldırmaya yeminli her nesne.
Her şeyden çok fazla var etrafımızda. Nesnelerden bildiklerimiz kadar bilmediklerimize de ihtiyaç uyandıracak şekilde ‘buradayım’ diye çağırıyorlar bizi durmadan. Uykuda bile rüyalarımızın senaryosunu yazmaya cüret edebilen binlerce nesneyle birlikte, tefekküre dalmadan uykuya dalıyoruz.
Sonra? Mekân derinleşeceğine darlaşıyor, çünkü obezleşen nefsimizin gövdesini içine sığdıramaz hale geliyor.
***
Tek kişilik mekân demiştim, evet. Tek kişilik mekân denilince ne gelir gönlünüze; diyelim halvet odaları. Kastamonu’da Şaban-ı Veli caminde mesela sıra sıra hücreler vardır. İçimizdeki perdeler kalkar, benlik engelleri hücrelerden taşar.
Elmalı’da Vahip Ümmi hazretlerinin halvete girdiği mağarada ışık ile karanlığın iç içe geçtiği an bütün varlığın tek olduğunu, sonsuz şeyin bir şey olduğunu görür gibi olursunuz, birden açılır gönül, açılır, sonsuzluğa.
Hira mağarası gelir sonra aklıma. Yalnızca bir kişinin uzanacağı veya ayakta duracağı bir mekân. Tek kişilik kâinat. Varlığın efendisi olunca genişliyor muhakkak hakikat, gerçeğin sınırsızlığı müthiş bir genişleme duygusuyla geliyor tahayyüle.
Sessizliğin tanıklığını duyuyorsunuz, bazen sizinle konuşuyor, bazen sizi dinliyor. Muhabbet çift yönlü bir yol.
Bugün pırıltılı göz kamaştıran neonlar altında yaşarken tefekkür etmek için uzandığımız yumuşak ve açılır kapanır koltuklara gömülü vaziyetteyken evet nefis muhasebesi yapmak veya niyaz etmek hatta zikir için zahmete katlanmak, gayrete gelmek mümkün değil.
Biz de küresel kapitalizmin tarzına uyum sağlayarak yapılması gerekeni yapıyoruz; yani rahatlamaya, yaygın deyişle ‘relaks’ olmaya, bir tür meditasyon yapmaya çalışıyoruz. Sonra geniş yataklara, boydan boya uzanan çalışma masalarına dalıyoruz. Her birinin metrekaresi Hira’dan geniş.
***
Anadolu’nun pek çok bölgesindeki mağaralara girdim. Bazen karanlığın en sadık yerinde çapalandım, bazen gökyüzüne akan çağlayanların kaynağına daldım. Obruklar, dehlizler, tüneller hiç yabancınız değildir bu diyarda. Gecelerin ve gündüzlerin ucundan, derken çıkıp gidersiniz bütün saatlerin toplamından.
İç dünyamızın haritasını çizebilme marifeti mekânın efendisi olmanın anlamına varabildiğimiz ölçüde artıyor kuşkusuz. İnziva, itikaf, halvet, tefekkür tezekkür, erbain… Hepsi insan olma eğitimimizin bir parçası. Ama tek kişilik birer nefsani deney niyetine değil, bir manevi rehber gücüyle (sanal olmayan bir kesintisiz iletişimle) gerçekleşebilecek bir aşk eğitimi.
Tek kişilik mekânın kâinat boyu genişlemesinin sırrında benlik perdeleri kalktıkça hudutlarından kurtulan gönül var çünkü. Mekân ve zamana odaklı olmayan. Gönül açılıyor genişliyorsa ne uçan halı yetişebilir ileşitim hızına ne teleferik, füze.
Hira’da ne kadar kalırsanız kalın, orayı ancak ziyaret edebileceğinizi fark edersiniz. O halde içimizdeki Hira’yı imar edip kanatlanabildiğimiz ölçüde ruh genişleyecek, yükselecek. Avm’lerin yürüyen merdivenlerindeki beşeri yalnızlıktan ilahi bağlılığa bir göz kırpımı esnasında varabileceğiz mesela.
| Leyla İpekçi - Yenişafak | 19.0cak.2019