Bodrum'da kıyıya vuran Suriyeli Kürt mültecilerin çocuklarına ait cesetler bütün gerçekleri tüm çıplaklığı ile insanlığın ve sahte/cilâlı medeniyetin gözüne sokuyor.
Alan'ın cesedi, hakikati, kararmış vicdanlara çarpıyor. Fransız ihtilalinden sonra, 200 yılı aşkındır, Batı'nın, Batılı modernleşmenin hakim kıldığı sistem/sistemlerin kıyılara çarpmasının, karaya bindirmesinin göstergesidir. Vâdedilen refah toplumu, yeryüzü cenneti (!) , Dünya düzeninin cilalarının dökülüp hakikatin yüze vurmasıdır. Thomas Moore'un, Francis Bacon'un ütopik dünya cennetinin, Aydınlanmacı düşüncenin vaat ettiği “Cartesian anthropocentric” insanlık modelinin iflasıdır. Modern insanı ontolojik bir yüzleşmeye davettir bu. Fıtratına yabancılaşma (Alienation), Nature-Culture (Tabiat-Kültür) ayırımı yaparak, Doğayla mücadele üzerine kurulu bir medeniyet tasavvuru ve nizamının çöküşüdür. Aydınlanmacı döneme ait Doğa Durumu ve Toplumsal Sözleşme (State Of Nature And Social Contract) teorileri ve buna dayalı yapının insanlığa, insanın doğasına/fıtratına ne kadar yabancı olduğunu bir kez daha ilan ediyor. Parlak gözüken bir yüzeyin arkasındaki merhametsiz/şeytani yapıyı haykırıyor adeta. Batı'nın, Modernliğin ve kurduğu dünya düzeninin insanlığa söyleyecek bir sözünün kalmadığını ilan ediyor. Kararmış vicdanlara sesleniyor. Özgürlük ve refah/dünya cenneti vaadleriyle aldatılmış insanlığa sesleniyor.
Yeryüzü cenneti gibi gösterilen, bizim eskinden Frenk Diyarı dediğimiz Batılı Gelişmiş ülkelerin gösterişli/aldatıcı haliyle tüm dünya için nasıl sahteden cazibe merkezi haline getirilişinin yol açtığı trajedilerdir. Zengin müreffeh(!) Batılı ülkeler, Yoksul Asya, Yoksul Afrika ve yoksul İslâm dünyası ve bunun yol açtığı travmalar.. Dünya kaynaklarının çok çok büyük bir bölümünün bir zamanlar sömürgecilik aracılığıyla, şimdi de başka sofistike yöntemlerle Batılı/Müreffeh ülkelere aktarılıp tüketim malzemesi haline getirilip diğer ülkelerin, dünyanın geri kalan büyük çoğunluğunun yoksulluğa, sefalete mahkum kılınmasını öngören, adalet ve merhameti/vicdanı tümü ile ötelemiş soğuk yüzlü bir sistemin dünya hakimiyetinin oluşturduğu toplumsal ve siyasal travmalarının neticesi olarak yüzümüze vuruyor.
Aynı zamanda, İslâm dünyasının içinde yaşadığı hazin durumun da tablosudur. Üç yüz yıldır yaşadığımız ve sürekli kötüye giden bir inhitat halinin iyice dışa vurumudur. Sürekli, Bengladeş, Hindistan, Endonezya, Mısır, Cezayir, Fas, Yemen, Senegal, Mali, Moritanya gibi İslam ülkelerinden Batı ülkelerine inanılmaz göç dalgaları söz konusu. Batı ülkeleri artık çok sınırlı sayıda göçmen/mülteci kabul etmesine rağmen ısrarla bir göç/ilticâ furyası artarak devam ediyor. Son yıllarda, tekne, sandal gibi korsan deniz taşıtları ile yapılan göç hareketleri ciddi artış gösterdiği gibi, sürekli deniz faciaları ile de neticelenmektedir. Son olarak, Irak, Suriye, Yemen gibi ülkelerdeki savaş halinden dolayı göç dalgalarının tüm Orta Doğu ve Akdeniz'i kapladığını görebilmekteyiz. Son hadise bu göç/mülteci dalgalarının en hazin görüntüsüne sahne oldu. Denizde alabora olan korsan tekne ve kıyıya vuran çocuk cesetlerinin bütün dünyanın vicdanına seslenen, insanlığı sarsan acıklı görüntüsü.
İnsanlar neden memleketlerini, yer ve yurtlarını terk edip, maceralara atılıp insan tacirlerinin eline düşme, denizlerde boğulma pahasına göçe/ilticaya ısrarla teşebbüs ediyor. Üstelik hemen tümü ABD, Kanada, Avrupa Birliği Ülkeleri gibi Batılı ülkeleri tercih ediyor. 1-Bu insanlar kendi ülkelerinde ortalama bir yaşam imkanı bulamıyor. Bengladeş gibi yoksul ve kalabalık ülkelerde insan yaşamı bir hayli zor ve ucuz. 2- Siyasi-toplumsal istikrarsızlıklar, baskı-zulümler ve iç savaşla, daha diğer bir kısım başka nedenler.. Açıkçası İslam ülkeleri kendi halkını/halklarını, büyük oranda ülkelerini terke, Frenk Diyarı'nda mülteci olmaya, neredeyse mahkum/mecbur ediyor. Bir yandan ülkelerindeki hayat şartlarının zorluğu, diğer yandan Batılı-Modern ülkelerin aldatıcı câzibesi, artan insan ticaretinin artık uluslar arası bir sektör haline gelmesi, tüm bunlar insanlık trajedilerine yol açan sorunlar olarak karşımızda duruyor. Kendi halkını/halklarını Frenk Diyarı'nda “Mülteci-Refugee” olmaya mahkum eden bir kısım sözde İslâm ülkelerinin aslında bağımsız değil, gerçek birer müstemleke olduklarını bariz bir şekilde ortaya koymaktadır. Daha açık ifade etmek gerekirse, İslam coğrafyası birkaç asırdır medeniyet, haysiyet ve gücünü kaybetmiş olmanın; baskıcı ulus-devletlere parçalanarak, tüm dünyaya teknolojik araçları ile hakim olmuş olan modern-Batılı uygarlığın(!) soğuk yüzüne teslim olmuş olmanın, merhametsiz ellerinde tutsak hale gelmiş olmanın travmasını yaşamaktadır. Tüm bir Ümmet, İslâm'ın fıtrat/merhamet ve adâlet zemininden hareketle, bu trajediler üzerinde kafa yorup insanlık için çözüm bulmaya mecburdur.
[ Müfit Yüksel / Yeni Şafak ]