Türkiye kanlı bir girdabın içine girdi tekrar. Ölüm, çatışma, kan ve gözyaşı kapladı her tarafı. Ülkenin dağları ve şehirleri ateş altında yine. Ve herkesin aklında aynı soru: Neden oldu? Barışa az bir mesafe kalmışken savaş neden tutuştu? PKK, neyin peşinde, ne istiyor? Neyi amaçlıyor, hangi hülyaların ardından koşuyor?
Birçok cevap veriliyor bu soruya. Değişen iç ve dış koşullara, yeni müttefiklik ilişkilerine, Suriye ve Irak’taki yeni zemine, IŞİD’in etkisine işaret ediliyor. Çözüm sürecindeki zaaf ve hataların altı çiziliyor. Coğrafyanın genelinde sarsılan dengelerin PKK’yi daha talepkâr ve cüretkâr kıldığından bahsediliyor. Bir fırsat kapısının önüne açıldığını düşünen PKK’nin otoritesini daim kılmak için el yükselttiği belirtiliyor. PKK’nin son seçimlerden ortaya çıkan siyasi tablonun kendi varlığını işlevsizleştireceğinden korktuğuna ve bunun önüne geçmek için en iyi bildiği yola girdiğine dikkat çekiliyor, vs.
Kürtlerin savaşı değil
Yaşananlar tek bir etmenle açıklanmaz elbet. Belirtilenlerin birkaçı veya hepsi doğru olabilir. Belki de bunlardan hiçbir değildir olan bitenin müsebbibi. Akla gelenlerin haricinde başka bir faktördür silahların ölüm kusmasına neden olan. Ancak PKK hangi gerekçeye sarılırsa sarılsın, hangi amacı gözetirse gözetsin bu göz önündeki iki gerçeği değiştirmez:
İlki, bu savaşın mutlak bir netice getirmeyeceğidir. Elbette birtakım etkileri olacaktır: Toplumsal barış iddiası zedelenecek, siyasi istikrar sarsılacak, ekonomi zedelenecektir. Türkiye’nin gücü örselenecek, rakipleri karşısında eli zayıflayacaktır. Fakat bu, PKK’nin gayesine erişeceği anlamına gelmez.
İkincisi, bunun Kürtlerin savaşı olmadığıdır. Kürtlerin durumunu daha iyi çizgiye çeken, onlara herhangi bir fayda sağlayan bir savaş değil bu. Aksine herkese ama en çok da Kürtlere çok büyük bir zarar veriyor, onlara kaybettiriyor, Kürdistanı tahrip ediyor. Kürtler bunun farkında. Kışkırtmalar oluyor, birbiri ardına ayaklanma çağrıları yapılıyor. Ancak Kürtler buna yüz vermiyorlar. İçerden ve dışardan şiddete güzelleme yapanlara, şiddetin potansiyel yaratıcılığından söz edip onlara şiddete başvurmalarını salık verenlere itibar etmiyorlar. Kürtler, geleceklerini savaşta değil barışta görüyorlar.
Kaba ve şoven milliyetçilik
Halktan moral bir destek bulmayan bir savaş uzun süre sürdürülemez. Dolayısıyla siyaseti metaneti kaybetmeden ve siyasete ağırlık verilerek şiddet sarmalından çıkabilir. Lakin asıl büyük tehlike, savaştan ve ölümlerden kaynaklanan öfkenin siyasal bir keskinlik kazanması ve sokakları teslim almasıdır. Ali Bayramoğlu’nun dediği gibi, bu ülke için en fazla endişelenmemizi gereken husus, siyasallaşmış bir öfkenin ürünü olan bir şiddet sokaklara, mahallelere ve devlete yayılması, zihniyetleri kuşatmasıdır.
Maalesef buna dair emareler çoğaldı son iki-üç günde. Türkiye’nin Batısında kaba ve şoven bir milliyetçilik eşliğinde Kürtlere yönelik büyük saldırılar oldu, oluyor. Sokakta Kürtçe konuştu diye insanlar linç edilmeye çalışılıyor. Kürde benzetilen insanlar türlü hakarete maruz bırakılıyorlar. Kürtlerin ev ve işyerleri yakılıyor. Bir parça ekmeğin derdine düşen mevsimlik işçiler zalimce dövülüyor. Kürt mahallerine taşlı-sopalı saldırılar düzenleniyor. Dernekler tahrip ediliyor, otobüslerin yolu kesiliyor. HDP’nin genel merkezi ve parti binalarına giriliyor, yakılıp yıkılıyor, tabelaları sökülüyor. Kürdü, Kürtçeyi, Kürdistanı çağrıştıran her sembolün üzerine büyük bir hınç boca ediliyor.
Cinnet hali
Bir cinnet hali bu. Tecrübeliyiz elbette, biliyoruz, bazı eylemlerde provokatörlerin parmağını teşhis edebiliyoruz. Ancak bu, geniş Kürt kitlelerini hedef tahtasına oturtan saldırıların olduğunu ortadan kaldırmaz, karşı karşıya bulunduğumuz büyük tehlikeyi bertaraf etmez. Görmek gerekir ki, saldırıların sayısı çok, saldırılara katılım fazla. Böyle devam ederse, yani bir taraftan PKK toplumu infiale sürükleyecek eylemlerini sürdürür ve diğer taraftan da Kürtlere yönelik linç girişimlerine hız verilirse, toplumsal yarılma derinleşir. Türk-Kürt ayrımı keskinleşir, bizi bugüne kadar bir arada tutan irade zayıflar, duygusal kopmalar yaşanır, toplumsal çatışma ihtimali büyür.
Esas korkunç ihtimal budur ve hiçbir aktör bunun yaratacağı çöküntünün altından kalkamaz. Derdi barış, kardeşlik ve huzur olanların tepkisi böyle olamaz. Açıkça ortaya koyalım: Bugün “teröre tepki” adı altında Kürde saldıranlar ya iç savaş isteyenler, ya da buna alet olanlardır. Başta –iktidarı ve muhalefetiyle- siyasi sorumluluk makamında oturanlar olmak üzere herkes metanet ve sağduyuyla hareket etmeli ve aklını başına almalı. Yoksa tutuşturulan bu yangını söndürmek için çok geç olabilir.
[ Vahap Coşkun / Serbestiyet ]