erotik shop
Bugun...


Suriye, Türkiye ve Kürt Sorunu (1)
Türkiye, 1970'li ve 80'li yıllarda ticari/ekonomik alanda, Sykes-Picot ve Lozan statükosuyla kendisine haram kılınan, Orta Doğu coğrafyasına, güneyine açılma teşebbüslerinde bulunduysa da sadra şifa olamadı. 1989-90'da, Doğu blokunun, iki kutuplu dünya sisteminin çökmesinin ardından dünya sisteminde yeni arayışlara girildi. Artık, Orta Doğu ve Türkiye ile ilgili konseptlerde değişiklikler gündeme geldi. Zaten, Batı'da 80'li yıllardan beri Orta Doğu'da harita değişikliklerine ilişkin makale ve raporlar yayınlanmaktaydı. Hatta, 1990-91 Körfez Krizi ve Savaşı sırasında bunları öngören bazı makaleleri tercüme edip, o tarihlerde İmza dergisinde yayınlamıştım.

facebook-paylas
Tarih: 27-08-2016 15:29
Suriye, Türkiye ve Kürt Sorunu (1)
+ -

2011 Ocak ayında Tunus ve Mısır'da “Arap Baharı-Rebî'u'l-Arab” olarak nitelendirilen olaylar zinciri başladığında, Arap ülkelerinde uzun yıllar iktidarları elinde bulunduran diktatörlerin tümünün devrileceği, bölgede aydınlık bir geleceğe dair yol alınacağına dair yanlış öngörülen bir zan oluşmuştu. Özellikle, bu diktatörlüklere muhalif olan İhvân/Müslüman Kardeşler hareketinin tek alternatif olarak, devrilecek bu diktatörlükler yerine seçimlerle iktidarı ele alacağı öngörüsü yapılmıştı.

Asıl itibarıyla, Türkiye'nin 1918'de Mondros Mütarekesi ve 1921'deki Ankara Antlaşması ile Anadolu'ya hapsedilerek, Ortadoğu güneyi ile bağları koparılmıştı. Bu koparılma olayı Lozan'la tescillenmiş ve hep katmerleşerek süregelmişti. Anadolu'nun Arap-İslâm âlemi ile bağları fiili olarak koparılmış. Kürtlerin ve Türkmenlerin önemli bir kısmı da, sınırın güneyinde kalmışlardı. Türkiye'de kalan Mardin vs. illerdeki Araplarsa yeni ulus-devletin tek-tip yurttaş oluşturma hedefi doğrultusunda ciddi bir asimilasyona maruz bırakılır, zamanla da ümmi hale gelirler. Burada hedef, yeni cumhuriyetin İslâm'la, İslâm dünyası ile olan bağlarını tümü ile koparıp, batılılaşmaya matuf radikal reformları ile yeni bir ülke ve toplum/tek-tip modern ulus inşâ edilmeye çalışıldı. Hatta bu yeni zihniyet, Kemalettin Kamu'nun “Kâbe Arab'ın olsun, Çankaya bize yeter” hezeyanı ile ifade edildi. Bu kopuş, 1950'li yıllarda kaçakçılık bahane edilerek Suriye sınırına mayın döşenmesi ile katmerleştirildi. Gerçi, Şerifler ailesi ve Başvekil Nuri Said Paşa'nın idaresindeki Irak ile, İngiltere'nin öncülüğünde, İran ve Pakistan'ı da içine alan Bağdat Paktı kurulmuştu, ancak bu açılım da, 1958'deki kanlı General Abdülkerim Kâsım darbesi ile tamamen kapanmıştı.

Türkiye, 1970'li ve 80'li yıllarda ticari/ekonomik alanda, Sykes-Picot ve Lozan statükosuyla kendisine haram kılınan, Orta Doğu coğrafyasına, güneyine açılma teşebbüslerinde bulunduysa da sadra şifa olamadı. 1989-90'da, Doğu blokunun, iki kutuplu dünya sisteminin çökmesinin ardından dünya sisteminde yeni arayışlara girildi. Artık, Orta Doğu ve Türkiye ile ilgili konseptlerde değişiklikler gündeme geldi. Zaten, Batı'da 80'li yıllardan beri Orta Doğu'da harita değişikliklerine ilişkin makale ve raporlar yayınlanmaktaydı. Hatta, 1990-91 Körfez Krizi ve Savaşı sırasında bunları öngören bazı makaleleri tercüme edip, o tarihlerde İmza dergisinde yayınlamıştım.

Türkiye'de 1920'li, 30'lu yıllarda şekillenmiş olup, statükoyu öngören resmi ideolojinin, askeri vesayet mârifetiyle, çok uzun sürmesi, halen de etkisini sürdürmesi; 90 sonrası yeni durum muvacehesinde Türkiye'yi tamamen hazırlıksız yakaladı. Türkiye'nin Paris/Londra merkezli, Batı Avrupa'ya endeksli statükocu dış politikası ve hâriciye kadrosu Orta Doğu'ya ilişkin yeni bir siyasal zemin oluşturamadı. Türkiye'nin resmi ideolojiye dayalı statükocu kireçlenmiş hâriciye kadrosu Orta Doğu'ya ilişkin, kayıtsızlık/ilgisizlik siyasetinde ısrar ederken, hâriciyeyi teslim alan bir kısım yeni kadrolar da, ciddi bir öngörüsüzlük sergileyerek, Suriye özelinde, Türkiye'yi büyük bir handikaba, prangaya düçar ettiler.

Suriye konusunda, Tunus , Mısır ve Libya örneklerinden yola çıkılarak “Arap Baharı Rebî'u'l-Arab, The Arab Spring” üzerinden 5 yıl önce yapılan öngörülerde önemli temel hatalar olduğu gözlemlenmektedir. Suriye'deki iç dinamiklerin Mısır ve Tunus'ta olduğu gibi yönetimi kolay ve kısa zamanda değiştirebileceği tahmininde bulunulmuş. Libya'da Muammer El-Kaddafi'nin ise devrilemeyeceği öngörülmüştü. Oysa ki Suriye'nin iç dinamiklerine bakıldığında, olayın sadece etnik/mezhebi olmadığı, elli yıllık Arap milliyetçiliğine dayalı Baas ve Muhâberât örgütlenmesinin önemli bir faktör olduğu anlaşılmıştır. Ayrıca, 2011 yılı Ağustos ayından beri bu yönde oluşan Rusya-Çin-İran mihverinin Suriye üzerinden oluşturduğu dengeler 5 yıl içerisinde bölgede çok daha çetrefilli bir kaosun oluşmasına yol açmıştır.

Müfid Yüksel - Yeni Şafak 




Bu haber 1100 defa okunmuştur.

YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
YUKARI