Ekonomide kriz olabilir, kazançlar giderleri karşılayamaz duruma düşebilir. İnsanlar önceki alışkanlıklarının bir kısmından feragat etmek durumunda kalabilir.
Tedbir almak, Devlet katmanlarında gerekli tasarrufları, ciddi ve şeffaf bir şekilde başlatmak Hükümetlerin görevidir.
Kanaatkar olmak, sabırla ve daha çok üretmeye yönelmek şahısların görevidir.
Üretime gerekirse öncülük etmek, bazı zorunlu tüketim mallarını sübvanse ederek halkın temel ihtiyaçlarının karşılanabilir kalmasını sağlamak devletin görevidir.
Devleti yönetenlerin, halkının durumunu takip etmek, ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarını karşılamak anlamında da sorumluluğu ve zorunluluğu vardır.
Devleti yönetenler, tedbirsiz, öngörüsüz olamaz, olmamalıdır.
Yönetici kesim, kazanç biçimiyle, harcama şekliyle, ilişkileriyle örnek olmak zorundadır. Bu da birilerine/yapılara sadakatle değil ehliyetle liyakatla doğrudan alakalıdır.
Halkına örneklik durumunda olmayan, kendini, yalnız kendini düşünen yöneticiler; sadık olabilir ancak, ehil değildir, layık değildir. Müslüman, sosyalist, milliyetçi olması bu noktada bir farkı ortaya koymuş olmaz.
Eğer yöneticilerde ve halkta yaygın böyle bir anlayış oluşmuş ise, bu noktada temel bir ahlaki sorunla karşı karşıyayız demektir.
Bu durumda içinde bulunulan hali şöyle tarif edip özetlemek mümkündür.
Her ideolojik veya dini gurup, kendini kendi ideoloji veya dini ahlakıyla zaten kuşanmış, bu ahlaka sahip kabul etmekte, karşısında olandan ahlaklı olmayı beklemektedir. Yani ahlaksızlığı kendinde değil hep karşısında olanda aramakta/görmektedir.
Örneklemek gerekirse;
Bir Müslüman gurup mensubu zaten “İslami ahlakla” ahlaklı olduğu peşin kabulünden yola çıkmakta ve diğer ideolojik gurup mensuplarının ahlaklı olmasını istemekte, beklemektedir. Kendi yaptıklarını ahlaksızlık olarak görmek istememekte veya görmemektedir.
Bir sosyalist/komünist kendini “devrimci ahlakla” ahlaklı ön kabulüyle bakmakta ve ahlaklı olmayı diğer gurup mensuplarından istemekte/beklemektedir. Kendi ahlaksızlıklarını ya görmek istememekte veya görmemektedir.
Bir Milliyetçi gurup mensubu(hangi etnik kimlik olursa olsun) kendini “vatan-millet sevdalısı ve ahlakıyla” ahlaklı ön kabulü ile hareket etmekte ve ahlaklı olmayı diğer gurup mensuplarından istemekte/beklemektedir. Kendi ahlaksızlıklarını ya görmek istememekte veya görmemektedir.
Toplumda yaşayan her gurup mensubu kendi ahlaksızlığını görmeyip karşıdakinin ahlaksızlığını diline dolayan olduğunda genel bir ahlaksızlık alıp başını yürümektedir. Çünkü, “bana göre ben ahlaklı diğeri değil.” Ama hakikate göre “ben de o da ahlaksız.” bir durum oluşmaktadır. Her kesim ve guruba göre ahlaksız olmak var olduğu halde yok veya meşru kabul edildiğinden genel bir ahlaksızlık yaygınlaşmış olmaktadır.
Ahlaksızlığın bu kadar yaygınlaştığı ve eğitim sisteminin de buna çanak tuttuğu bir Ülkede, Yöneticiler Mars’tan gelmediğine göre toplumun aynası olmak durumunda olmuş olurlar.
Siyaset bağlamında ki guruplar için de bu geçerlidir. Rantı oluşturan benim inanç-ideoloji-gurup mensubum ise ört üstünü gitsin, değilse “nasıl yapar, olur mu?” kabilinden tepki ve refleksler gelişiyor toplumda. Oysa meşru olmayanın inanca, ideolojiye veya siyasete göre değişkenliği yoktur ve olamaz da.
DEVAMI: http://www.fikirzemini.com/yazarlar/omer-serdar-kaplan/ahlakli-olup-olmamayi-sorgulamak/269/