RECEP Tayyip Erdoğan... Mesud Barzani... Abdullah Öcalan...
İlk bakışta aralarında hiçbir benzerlik yok. Birisi Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı, birisi Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Başkanı, diğeri ise Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı tam 30 yıldan beri silahlı mücadele veren yasadışı bir örgütün hapisteki lideri...
Biri kökleri Kafkaslar’a uzanan, İstanbul’da dindar bir ailede büyümüş, imam hatip okumuş, siyasette il başkanlığı, belediye başkanlığı, başbakanlık yapmış ve cumhurbaşkanlığına kadar yükselmiş bir şahsiyet... Öteki savaşın içinde doğmuş, mütedeyyin, muhafazakâr bir ailede büyümüş, en sonunda da “federe yapının” başkanlığına gelmiş mütevazı bir eski aşiret lideri... Beriki ise, her çağda tarih kokan Urfa’da, yoksul bir köyde dünyaya gelmiş, kanın, öfkenin, şiddetin egemen olduğu bir ortamda “yılan öldürerek” çocukluğunu geçirmiş, gençliğini sosyalizm rüzgârlarına kaptırmış, küçük bir “maceracı” sol grubun liderliğinden bugün Kürtlerin bir kısmının liderliğine gelmiş eski bir komünist...
Biri suyu akmayan, çöpleri toplanmayan, sefil hale düşmüş İstanbul gibi bir şehre şehremini olmuş, şehri yaşanılır kılmış, ağaç dikmiş, kavşak açmış, sonra bir şiir okudu diye alınıp kodese tıkılmış, siyasi geleceği elinden alınmış, tam da artık “Muhtar bile olamaz” diye sevinç çığlıkları attıkları bir dönemde, küllerinden yeniden doğarak dünyanın sayılı liderleri arasına girmiş güçlü bir lider...
Öteki, babası hukuk okusun diye dua ederken kendisi peşmerge saflarına katılmak için can atmış, babasının “O halde mavzeri al, şu tepeyi bir solukta çık” imtihanını başarıyla geçip daha çocukken silah kuşanmış, cephedeyken bile bulduğu her fırsatta ceketini yere sererek namaza durmuş, öfkeden uzak, şiddetten ırak, değil kendisinin, babasının bile sağa sola dikilen büstlerini, heykellerini yıktırmış, katı bir tarikat geleneğinin egemen olduğu bir aşiret ortamda büyüdüğü halde bütün inançlara, fikirlere eşit mesafede durmayı becermiş, halkını ateşten uzak tutmak için gerekirse kendisini ateşe atmaya hazır beklemiş bir derviş...
Beriki ise tek bir fabrikanın, işçinin bile olmadığı kıraç bir köylü coğrafyasında“işçi partisini” (PKK) kurmuş, darbeden sonra kendisinin bile anlam veremediği bir biçimde Suriye’ye gönderilmiş, örgütünden çok daha güçlü örgütler dururken Türkiye’ye karşı savaş “ihalesi” üzerine kalmış, 1999 yılında yakalandıktan sonra“muhayyel Kürdistan” fikrini öldürmüş, “tarihte zorun rolü”nden “demokratik ulus” teorisine gelmiş, “savunmalar” adı altında yazdığı binlerce sayfanın özetini “yoldaşlarına” bile bir türlü kavratmamış, en sonunda da “misakı milli”, “İslam birliği” gibi kavramların eşliğinde, “Silahlı mücadele dönemi bitti, siyasal mücadele dönemi başladı” manifestosunu yazmış bir “önderlik”...
*
Recep Tayyip Erdoğan, “halkı padişahlıktan kurtarıp yerine paşalar iktidarını kuran” Cumhuriyet’in 80 yıllık “vesayetçi” rejiminin ayağına çelme taktı. “İrtica tehlikesinin” bir balon olduğunu gösterdi. Kürtleri “ceberut devletin” zulmünden kurtardı, kimliğini tanıdı, asimilasyondan vazgeçti, inkâr dönemini nihayetlendirdi. Onun döneminde bu ülkede Kürt’e “Kürt”, Müslüman’a “Müslüman”, Alevi’ye “Alevi” dendi. “Paşalar rejiminin” geri gelmemesi ve yeni ülkenin inşasının “başkanlık sisteminden” geçtiğini söyledi. O yüzden fincancı katırlarını ürküttü.
Mesud Barzani, “Aşiret devletini kurdular” dediği yerde Ortadoğu’nun en “istikrarlı” bölgesini yarattı. Çoğulcu bir yapı kurdu. Kendi içindeki Arap’a “Arap”, Ezidi’ye “Ezidi”, Türkmen’e “Türkmen” dedi. Vakti zamanında kendisini “postal yalayıcı” diye aşağılayan Türkiye Cumhuriyeti’yle dostluk kurdu, Şivan Perwer’i yanına alarak Diyarbakır’a geldi, Türkiye’nin Kürtlerin “baş düşmanı” olmadığını dünyaya gösterdi. Çok düşman kazandı.
Abdullah Öcalan ise, “gövdesi Kürt, kafası Kemalist” kendi örgütünün “devrimci halk savaşı” fikrini berhava etti. Türkiye Cumhuriyeti’nden “bağımsız bir Kürdistan devleti” fikrinden vazgeçti. “En heyecanlı yerinde” oyunbozanlık yaptı, destekçilerini yarı yolda bıraktı, hayal kırıklığına uğrattı. “Barış” dedi!
Üçü de, her biri bulunduğu yerde “kurulu düzeni” bozdu. O yüzden üçünü de“tasfiye etmek” istiyorlar şimdi. Erdoğan’a, “Seni başkan yaptırmayacağız”dediler. Aynı sloganı Irak Kürdistanı’na götürdüler, seçim sırasında Barzani için söylediler. İnanın, Öcalan yarın hapisten çıksın, bir yerlere başkan adayı olsun, ona da “Seni başkan yaptırmayacağız” diyecekler.
[ Muhsin Kızılkaya/ Habertürk ]