Türkiye'de, bir imparatorluk bakiyesi üzerine, savaş (Balkan Harpleri, Birinci Cihan Harbi ve İstiklâl Muharebeleri) sonrası olağanüstü şartlarda, kurulan ulus-devlet ve resmi ideolojisi, 80-90 yıl gibi çok uzun bir zaman hükümferma olarak Kürt sorununu büyütüp, bölgesel büyük bir krize dönüştürdü. Açıkçası Türkiye'de rejim/resmi ideoloji, ideolojik dayatmaları ve tekrarlanan askeri müdahalelerle, 80-90 yıl bu ülkeye hemen hemen olağanüstü şartlar yaşattı. Ve hala, 20'li 30'lu yılların resmi ideolojisi ve kanunları anayasanın teminatı altında. Anayasal güvence anlamında, bu ülkede henüz bir normalleşme yaşanmamış.
Uygulamada ciddi eksikleri de olsa, İslâm'a, İlahî çağrıya, İslâm'ın yüce barışına dayalı Pax-Ottomana'nın asırlarca oluşturduğu bölgesel/toplumsal mutabakat son iki yüzyılda aşınmış ve Batılaşma serüveninin zirvesi olan cumhuriyet döneminde de tarumar edilmiş. Yeni bir toplumsal mutabakat zemini de oluşturulamamış. Yerine ecnebilerden/Frenk Diyarından ödünç alınma ulus-devlet ve jakoben-laikliğe dayalı ideolojik-totaliter bir yapı, devlet gücü ile topluma, çeşitli/farklı toplum kesimlerine zorla dayatılmış. Lozan'da Batılı süper güçlerden, Düvel-i Muazzama'dan toprak bütünlüğü, sınır garantisi alan yeni cumhuriyet, ülke içinde ideolojik dayatmalar ve devrimlerle jakoben yöntemlerle gücü elinde bulunduran ecnebileri taklit eden sistem ve rejim dayatmış. Bu dayatmalarla tek-tip yurttaş oluşturulması hedeflenmiş. Bunun dışında kalanlar ise illegal zemine itilmiş. Çoğu zaman da hâin ilân edilmiş. Devlet, Müslüman toplumu esas alan bir zemin üzerine kurulmuşken, mübadeleler bile bu esasa dayanmışken, Müslümanlığı adeta yasa dışı ilan eden militan bir laikliği benimsedi. Sistem bu çelişki üzerine kuruldu. Bütün dindar Müslümanlar “İrticâ” başlığı altında acımasızca baskıya uğradı. Seküler/Pozitivist yasaklarla örülü bir Türk kimliği inşa edilip tüm farklı toplum kesimlerine dayatıldı. Bundan da en fazla , Müslüman nüfusun çok önemli bir bölümünü oluşturan ana dili Kürtçe olan Müslümanlar/Kürtler mutazarrır oldu. Bu dayatmalar, anayasal ve kanuni olarak kalmayıp, 60'lardan itibaren, zaman zaman askeri darbelerle de takviye edildi.
Bugün, 40'lı yılların uygulamaları artık uzakta kalmış olsa da, Resmi ideolojiyi/Kemalizm'i teminat altına alan umdeler halen anayasada yer almakta, anayasal teminatla/güvenceyle değişikliğe bile uğratılamamaktadır. Yanı sıra, Tevhid-i Tedrisat, Tekke ve Zaviyeler gibi toplumun temel kodlarına savaş açmış olan kanunlar/yasaklar henüz yürürlükten kaldırılmamış durumda. Yeni bir toplumsal mutabakatı mümkün kılacak bir anayasa değişikliği günümüze değin maalesef yapılamadı.
Tüm bunlar çeşitli toplum kesimlerinde büyük bir tepki ve birikim oluşturdu. Batılı devletlerin/Düvel-i Muazzama'nın 1923'te Lozan'la verdikleri ve 1952'de Nato ile himaye altına aldıkları toprak bütünlüğü garantisi ise, 1990'larda iki bloklu sistemin, Doğu blokunun çökmesi, soğuk savaş döneminin sona ermesinin ardından bir hayli aşınmaya uğradı. 1923'te Batılı devletler nezdinde toprak bütünlüğü garantisini alan devlet, yeni cumhuriyet, bunun üzerine bir taş bile koymadı. Almanya, 30'lu yıllarda Versay (Versailles) anlaşmasını yırttı, 1990'da Yalta'yı, Potsdam'ı geçersiz kıldı. Ancak Türkiye, Lozan'ın üzerine bir şey koyamadı. İsmet Paşa'nın Lozan imzalanınca “80 Yıl daha kazandık” dediği 80 yıl, savaş sonrası olağanüstü şartlara dayalı Resmi ideolojide ve jakoben uygulamalarda ısrar edilerek, toplumun temel kodları ve kimlikleri ile savaşılarak harcanıp heba edildi. Turgut Özal'ın 80'li yılların sonları ile 90'lı yılların başında bu yönde girdiği arayışlar da engellenerek budandı.
Toplum'da oluşan tepki ve kırılmalar, özellikle Kürt sorunu bazında onulmaz bir yaraya, büyük bir krize dönüştü.Tepkisellik, totaliter ideolojiye dayalı, Stalinizm'den de beslenen şiddeti öngören etnik milliyetçiliğe dönüştü.
Modern etnik Milliyetçiliğin Kürt sorununda oluşturduğu en temel travmalar ise zihinlerde oluşan gettolaşma ve kör noktalar. Etnik Milliyetçiliğe dayalı bir kısım hareketlerin her ne olursa olusun barışa yanaşmadığı, her defasında krize yol açtığı sorun da bu. 20. Yüzyıl ulus-devlet tecrübesinin neticesi olarak karşımıza çıkan en derin yaralar/krizler burada temerküz ediyor. Bu tecrübenin acımasız/trajik uygulamaları ve olabildiğince uzun sürmesi neredeyse tedavisi gayr-i kabil bir noktaya getirmiş durumda. Kürt sorununda da aslında yaşanan bu. Kürtlerin geleceğini karartan bir noktaya doğru yol alıyor.
Zihinlerde oluşan gettolaşma ve kör noktalar, ulus-devlet trajedisinin neticesi olarak ortaya çıkan etnik milliyetçiliğin yol açtığı onulmaz yaralar. Tam da bu noktada sorun düğümleniyor. Modern etnik milliyetçiliğin ulus-devlet tecrübesinin sebebiyet verdiği tepkisel ezber/sloganları, zihinleri, özellikle genç kuşakların zihinlerini gettolaştırıp kilitleyen, kör düğüm haline getiren bir işleve sahip. İdeolojik etnik milliyetçiliği esas alan siyasi-silahlı organizasyonların eliyle daha da çözülmez şekilde kristalize olmakta. Ulusalcılık trajedisinin neden olduğu etnik milliyetçilik totaliter siyasal-ideolojik/Stalinist ve şiddeti/silahı öngören, silah bırakmaya yanaşmayan örgütlenmeler eliyle çok daha sert bir çizgiye, oldukça dar bir zihne kayarak, zihinsel gettolaşmayla “Etnik Şizofreni” ye dönüşüyor. Bu da toplumsal barışın imkanlarını neredeyse ortadan kaldırıyor. Devlet ve rejime olan tepkiyi de aşıp, halkları da birbirine düşman etmeye çalışarak akl-ı selimi ve makulü görebilme şansını yakalayamıyor.
[ Müfit Yüksel / Yeni Şafak ]