erotik shop
Bugun...


Tarihte hep hatalar değil, bazen güzellikler de tekerrür eder
Küçük yaşlarda ailesinden koparılıp İstanbul'a getirilen ve köle olarak Tunus Beyi'ne satılan Hayrettin Paşa, efendisinin desteğiyle iyi bir eğitim görmüş, Fransa'da ülkesini temsil etmiş ve uzun yıllar Tunus'ta önemli sorumluluklar yüklendikten sonra, tam da Tunus yönetimi ile ters düştüğü bir dönemde, Sultan Abdülhamid tarafından İstanbul'a davet edilmişti. Bir süre Sultan'a danışmanlık yaptıktan sonra 1878 yılının Aralık ayında, hiç de beklemediği bir sürpriz ile karşılaşmış ve itirazlarına rağmen sadrazam olarak atanmıştır.

facebook-paylas
Tarih: 09-05-2016 10:57
Tarihte hep hatalar değil, bazen güzellikler de tekerrür eder
+ -

Yazarımız Nihat Karademir, Zaman için yazdı...

....

Küçük yaşlarda ailesinden koparılıp İstanbul'a getirilen ve köle olarak Tunus Beyi'ne satılan Hayrettin Paşa, efendisinin desteğiyle iyi bir eğitim görmüş, Fransa'da ülkesini temsil etmiş ve uzun yıllar Tunus'ta önemli sorumluluklar yüklendikten sonra, tam da Tunus yönetimi ile ters düştüğü bir dönemde, Sultan Abdülhamid tarafından İstanbul'a davet edilmişti. Bir süre Sultan'a danışmanlık yaptıktan sonra 1878 yılının Aralık ayında, hiç de beklemediği bir sürpriz ile karşılaşmış ve itirazlarına rağmen sadrazam olarak atanmıştır.

Sadaret/sadrazamlık makamında sadece sekiz ay kalan Hayrettin Paşa'nın görev süresi, imparatorluk tarihinin belki de en derin krizine denk gelmişti. 93 Harbi henüz bitmiş ve Devlet-i Aliye, Balkanlar'daki topraklarının neredeyse tamamını kaybetmişti. Bu savaştan dolayı Rusya'ya ağır tazminat ödenecekti. Fırsattan istifade eden İngiltere, Kıbrıs'a adeta el koymuştu. Ermeni meselesi henüz yeni başlıyordu. İran ve Balkan devletleri ile bitmeyen sınır anlaşmazlıkları vardı. Kürtlerin önemli bir kısmı açık isyan halindeydi. Mısır, gittikçe derinleşmekte olan uluslararası bir mesele olarak öylece duruyordu. Üstelik İstanbul'da sayıları üç yüz bini aşan bir muhacir nüfusu da vardı. Ne Osmanlı seçkinlerinin, ne imparatorluk bünyesindeki unsurların ne de büyük devletlerin Osmanlı'dan umudu kalmıştı.

Çok az tanıdığı bir ülkeyi sekiz ay yöneten Hayrettin Paşa, bu sorunların bir kısmında kayda değer başarılar kazandı. Ancak 1879 yılının Temmuz ayında, bugün için de oldukça güncel olan sebeplerle ve Abdülhamid'in muhalefetine rağmen, sadaret makamından istifa etti. Sultan ile Sadrazam arasındaki ilişkileri bozulmasının temel sebebi ise yetki paylaşımıydı. Bu sorunun farkına varan bürokratik dedikodu mekanizması hızlı ve etkin bir şekilde çalışmış ve Hayrettin Paşa hakkında Sultan'a jurnaller yağmaya başlamıştır. Dedikodu mekanizmasını işletenler ise Sultan'ın etrafındaki bürokratlar ve danışmanlar grubuydu.

Temel argümanları, Hayrettin'in Tunus, Trablus ve Mısır'ı kapsayan bir Arap devleti kurmak niyetinde olduğuydu. Her iki taraf bir süre bu dedikodulara direnmiş, ancak özellikle yetki ve sorumluluk karmaşası süreci yönetilemez duruma getirmiştir. Paşa'nın Osmanlı sisteminin mevcut durumuna ilişkin şikâyetleri, günümüz Türkiye'sinin iki başlı ve giderek yönetilemez olan sistemine ilişkin şikâyetlerin neredeyse aynısıydı. Hayrettin, yabancı elçilerin, nazırların/bakanların, valilerin ve diğer sivil ve asker bürokratların kendisini by-pass ederek doğrudan Sultan ile temas kurmalarını doğru bulmuyordu.

Sadece Sultan değil, nazırlar, valiler ve diğer görevliler de kendisine danışmadan kararlar alıyorlardı. Bazen en önemli devletlerarası antlaşmalardan bile çok sonraları haberi oluyordu. Bürokrasisinin ve diğer nazırların kendisini sabote ettiklerinden ve hakkında Sultan'a sürekli mesnetsiz ihbarlarda ve eleştirilerde bulunduklarından yakınıyordu. Hem kendisinin hem de kendisinin bilgisi dışında diğer nazır ve bürokratların sabah kalkar kalkmaz ilk iş olarak Saray'a koşmalarını doğru bulmuyordu. Kendisinin ve bakanlarının hafiyeler tarafından sürekli gözetilmesinden de şikâyetçiydi.

Yıllarca Avrupa'da kaldığını ve oralarda böyle usuller olmadığını belirtiyor ve yazdığı raporlarda, belli düzeyde Sultan'dan özerk çalışan bir kabine kurulmasının gerekliliğini vurguluyordu. Amacı Sultan karşısında hükümetin ve sadrazamın durumunu takviye etmekti. Sultan Abdülhamid ise kontrolü kimseye kaptırmaya ve bürokrasiden kurtarmaya çalıştığı iktidarı yeniden paylaşmaya razı değildi. Yine de Hayrettin Paşa'yı kaybetmemek için sonuna kadar direndi. Ancak Paşa'yı ikna edemedi ve istifasını kabul etti.

Hayrettin Paşa ile Sultan Abdülhamid'in istifadan sonraki dönemlerde geliştirdikleri ilişki, bugünün Türkiye'sinde siyaset yapmakta olanlara yol gösterecek kadar güncel bir erdemlilik ve vefa ilişkisi olarak sürdü. Sultan, Paşa'nın maaşını artırdı, kendisine daha iyi yaşam koşulları sağladı ve ailesini himaye etti. Oğullarından birini yanına yaver olarak aldı ve daha sonraki dönemlerde taşrada yönetici olarak görevlendirdi. Sadece sıradan bir devlet adamı ve bürokrat değil, aynı zamanda bilge bir düşünür ve dava adamı olan Hayrettin Paşa da Sultan'a olan sadakatini sonuna kadar muhafaza etti.

Hayrettin Paşa, sadrazamlıktan ayrıldığı gün Halife'ye olan bağlılığını vurgulayarak fitnenin önünü kesti. 1890 yılında vefat edinceye kadar Hilafet'e ve ümmete hizmet etmeye devam etti. Abdülhamid'in talebi ile siyasi, ekonomik, hukuki ve idari konularda birçok raporlar hazırladı. Mithat Paşa'nın muhakemesi, bütçe görüşmeleri, sınır sorunları, Mısır'ın işgali, Tunus'un işgali ve Doğu Rumeli meselesi gibi önemli sorunların çözümünde aktif rol oynadı. Sultan ve Paşa, bu davranışlarıyla, memleket ve ümmet davasının makam ve iktidar kavgasından daha yüce olduğu hususunda sonrakilere güzel birer örnek olmayı başardılar.

9 Mayıs 2016, Pazartesi



Bu haber 1173 defa okunmuştur.

YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
YUKARI