15 Temmuz, Türkiye tarihinde bir dönüm noktası olmuştur. Kuşkusuz bu tarihin en öneli yanı, o döneme kadar bir cemaat olarak anılan, hakkında ne kadar olumsuz iddia olsa da bir darbeye kaynaklık edebileceğine ihtimal verilmeyen bir cemaatin bir darbeyi yönlendiren asıl aktör olmasıdır. Cemaatin bir darbeyi düzenleyecek siyasal akla ve askeri düzeye nasıl erişebildiği konusu dikkatleri cemaatin hareket tarzına çevirmiştir. Cemaat bir taraftan iyi hazırlanmış dinsel bir söyleme, kendine özgü bir dini kavramsal sisteme, gizlilik anlayışına; diğer yandan her şeyini örgütün çıkarlarına adayan bir militan potansiyeline, zamanı gelene kadar kendini gizlemeyi birincil amaç olarak belirlemiş bir taraftar yapısına sahiptir. Bu açıdan Cemaatin Haşhaşiliğe benzetilmesi tesadüfen yapılmış bir benzetme değildir.
Cemaatin bugüne gelmesinde kendi gizliliği esas alan stratejik aklı kadar, bu dönem boyunca iktidar olan ve bürokrasi de görev alanlarında vebali var kuşkusuz. Ancak en az vebali olan Cemaati tanıdığı andan itibaren karşı tavır alan ve ölümüne mücadele eden Erdoğan’dır. Erdoğan, Cemaatin asıl yüzünü gördüğü anda cepheden mücadele etmeye başlamıştır. Bu yüzden Cemaat yazarları tarafından en büyük düşman olarak görülmeye başlanmıştır. Cemaate kategorik olarak karşı olan tek lider ise kuşkusuz Erbakan’dır. Erbakan siyasal hayatına atıldığı andan itibaren Cemaatle arası hiç olumlu olmamıştır. Bu durum Erbakan iktidarının olduğu 28 Şubat döneminde bütün çıplaklığı ile ortaya çıkmıştır. Terör örgütünün başı o dönemlerde Askerler ve Erbakan arasında yaşanan tartışmalarda, askerler tarafına tavır koymuş ve Erbakan iktidarına “beceremediniz gidin” değerlendirmesini yapmıştır.
15 Temmuz’dan sonra bir terör örgütüne dönüşen Cemaatin yapısının iç içe geçen birkaç katmandan oluştuğu görülür.
1-Alt kat: Büyük ölçüde İslam’a hizmet ettiği mottosuyla büyülenmiş samimi bir topluluk. Samimi olanları suçlu olmadıklarını göstermiyor kuşkusuz. En azından aklını kullanmadıkları için sorumlular.
2- Üst kat: Alt katı kendi siyasal amaçları için motive eden katiller çetesi.
3- En üst kat: Bu katta İslami söylem içine ustaca gizlenmiş bir dini yorum üreten Gülen ve ne güvendiği adamları bulunuyor. Gülen, kendisi gibi düşünmeyen Müslümanları öldürme emri vermekten çekinmeyen ve bu yolda İslam düşmanlarıyla rahatlıkla işbirliği yapabilen Hasan Sabbah'ın çağdaş versiyonudur.
Cemaatin katliam üreten yapısını anlamaya çalışılmalı, örgütlenme ve insanları etkileme biçimleri ortaya çıkarılmalıdır. Ama bunu yaparken bu örgütlenmeye zemin hazırlayan dini, kültürel ve sosyal nedenleri ihmal etmemek gerekir. Bu tür patolojik yapıları üreten zemin ortadan kaldırılmadıkça kendini farklı şekillerde tekrar edeceği açıktır. Farklı kesimlerin Cemaat üzerinden İslami sorgulama ve mahkum etme arayışı var diye bu yaşamsal sorgulama ertelenmemelidir. Kuşkusuz böyle bir örgütü oluşturan bir toplumsal zeminin varlığını incelemek gerekir. Gülen hareketi bu ülkede elli yıldır açık faaliyet yapmadı. Gizli amacını ortadan kaldıran ve hissettirmeden ikinci bir yapı üretti ve insanları görünür legal yapıya odaklandırarak dindarların meşruiyetini sağladı. Asil amacını ustaca gizlediği için bu gizli yönü dikkat çekmedi ve görünür yol için siyasilerden yoğun destek buldu.
Cemaat, dini terimlere semantik müdahale yapılarak teröre alet edebilecek kavramsal bir sistem oluşturmuştur. Cemaat, bir yandan "Kalbin Zümrüt Tepeleri" gibi son derece ahlâkı ilkeler içeren sohbetler verilip kitaplar yazılabilir bir kişilik inşa edilebilir; ama öte yandan aynı insan insanları katleden bir vandala dönüşebilecek kadar vahşileşebilir. Bu yüzden yapıyı inceleyenlerin işi zor. Çünkü karşımızda kendini profesyonelce gizleyen ve zamanı geldiğinde kendine verilecek katliam görevini cennete ulaşmak için bir araç olarak gören ahlaksız bir kitle bulunmaktadır.
CIA uzantısı Masonik bir örgüt" tanımlaması bile Cemaatin sevimli söyleminin arkasına gizlenmiş şiddeti ve vahameti tanımlamaya yetmiyor. İran ve Rusya'yı Amerika’dan daha fazla eleştirmenin anlamı yok. Çünkü
1- Darbe Gülen ve Amerika işbirliği ile uygulamaya kondu.
2-Gülen, Tahran ya da Moskova'da değil, Amerika'da yaşıyor.
15 Temmuz Amerika destekli Cemaat darbe girişimi ertesinde Türkiye’nin Amerika ile sorunlu ülkelerle ilişkilerini sıklaştırdığı görülüyor. Rusya ve Iran temaslarını böyle okumak gerekir. Ancak darbenin arkasında Amerika’nın olduğu kesindir. Darbe girişiminin üzerinden bunca zaman geçmesine karşın, darbenin başındaki terörist hala Amerika’da yaşamaktadır.
Cemaatin giriştiği darbe girişiminin arkasından, bu olayı kendi lehlerine çevirmeye çalışanlar da çıkmıştır. Cemaatin ahlaksız darbe girişiminden yola çıkarak Tek Parti Faşizmini yeniden canlandırmaya çalışan kişiler, Türkiye sosyolojisini anlamamakta direniyor. Darbeye karşı çıkan, tanklara ölümüne direnen insanların aklından Tek Parti faşizmine dönmek gibi bir niyet asla geçmemiştir. Bu özlem darbenin başarılı olması için dua edip evinden çıkmayan, darbe girişiminin başarısız olduğu ortaya çıkmaya başlayınca darbe karşıtlığını oynayan ulusalcıların özlemi olabilir. Cemaatin alçak darbe girişiminden İslam karşıtlığı devşirerek Tek Parti Faşizmini parlatmaya çalışan ulusalcıların bu ülke için hayırlı rüya görmediğini biliyoruz. Yılmaz Özdil, Emin Çölaşan, Bekir Coşkun gibi ulusalcıların Cemaatin alçak darbe girişiminden çok, Sarayda okunan Kur'an'dan rahatsız olduğunu adı gibi biliyor tankların önüne ölümüne çıkanlar.
Cemaat militanlarının davranış kodları üzerine psikolojik tahliller yapılmalıdır. Bir militan yıllarca kendini gizleyerek, üstelik ortadan kaldırmak istediği kesimlerin hayat tarzlarını uygulayarak nasıl yaşayabilir? Burada kuşkusuz iki kişilik, iki farklı kimlik ortaya çıkıyor. Amaca ulaşmak için her yolu meşru gören bir anlayışın bir süre sonra tek ahlak ilkesi kalıyor: Cemaatin çıkarları. Din, ahlak, vicdan kararları ortadan kalkıyor, evrensel hiçbir ahlak ilkesi kalmıyor. Cemaatin çıkarları için her şeyi feda etmeyi, her ahlak kuralını çiğnemeyi meşru gören bir kişiliğin karaktersiz, her kalıba girebilen bir ahlaksız olacağı kuşkusuzdur.
Batı dünyasının demokrasi, hukuk devleti, adalet retoriğini konusundaki samimiyeti çökmüştür. Batı Cemaat darbesine sessiz kalarak, sahip çıkarak, kendi dışındaki ülkelerde demokrasi konusunda ne kadar samimiyetsiz olduğunu gösterdi. Mısır Darbesi ve Türkiye'deki başarısız 15 Temmuz kalkışması karşısında Batı devletlerinin gösterdikleri tavır, Batılı devletlerin ne kadar ikiyüzlü bir demokrasi algısına sahip olduklarını gösteriyor.
15 Temmuz direnişçilerinin Batıdan ahlak ve direniş adına öğrenecekleri bir şey yok. İki de bir Batının erdeminden bahsedenler, demokratik-hukuk değerlerine bağlılığından bahsedenler ne büyük bir yalanın sözcüsü olduklarını Milliyetçi hermetik atıl akıl, Devlet Bahçeli'yi hala 15 Temmuz öncesi demeçleriyle vurmaya çalışıyor. 15 Temmuz bir milattır. Anlaşılıyor ki, dar milliyetçi siyasal zihin bunu hala anlamakta zorlanıyor.
Bahçeli’deki değişimin şifresi 15 Temmuz. Bahçeli 15 Temmuz'da şunları gördü:
1- Dini temelden hareket eden ve herkesi bu yolda kullanan bir terör örgütü darbe yapmaya kalktı.
2- FETÖ bu konuda, diğer muhalefet partileriyle birlikte MHP'yi de dizayn etmeye kalktı. Aslında aynı operasyonu Ak Parti üzerinden de yürüyen FETÖ bunu Erdoğan’ın karşı çıkışıyla başaramayınca muhalefete yöneldi. Bu yüzden daima iktidara oynayan FETÖ ilk defa muhalefet diline yöneldi.
3- 15 Temmuz öncesi muhalefet FETÖ terör örgütünün sağladığı argümanlar üzerinden siyaset yürütüyordu. ( Dershane, Oslo görüşmeleri, MİT tırları, 17-25 Aralık soruşturmaları). Bahçeli bu tür muhalefetin FETÖ nün amacına hizmet ettiğini gördü. Şimdilerde yürütülen adalet temalı yürüyüşün de hedefi aynı paraleldedir. Bunu anlamak için cemaatin yürüyüşe verdiği desteğe bakmak yeterlidir. Unutmayalım adalet temalı yürüyüş MİT tırları soruşturmasında verilen bir karara dayanıyor. CHP ve MHP'li muhaliflerin bunu anlamasına imkan yok, çünkü onlar aynı çizgi de yürüyor. Devlet Bahçeli’yi anlamaları için 15 Temmuz'u iyi okumaları gerekir. Bir insan 15 Temmuz'dan sonrada 15 Temmuz öncesi gibi düşünüyorsa kimseyi suçlamaya hakkı yok. 15 Temmuz konusunda Kemalist ulusalcılar, CHP ve MHP'li muhalifler aynı çizginin paydaşıdırlar. Bahçeli'ye kızgınlıkları, o konsorsiyumdan ayrılması dolayısıyladır. Türkiye’deki ulusalcı milliyetçilerin, Kemalistlerin ve solun anlayamadığı bu. Adalet yürüyüşünün bir hak talebi ve adalet isteği olmaktan çok, Türkiye ye çekilen operasyonun bir ayağı olduğu yargısı neden çok yaygın.
Sanıyorum bu yürüyenlere duyulan güvensizlikten ve inançsızlıktan kaynaklanıyor.
Ayrıca CHP’nin öncülüğünde düzenlenen “ Adalet” yürüyüşünün 15 Temmuz'da bitmesi manidardır. Hurufiliğe inanmam; ancak bazı tarih belirlemelerinin sembolik subliminal mesaj içerdiği açık. Ulusalcı Kemalistlerin ve sol-sosyalist siyasal anlayışların FETÖ bahanesiyle devlete sızmaları mutlaka önlenmelidir. FETÖ nün darbe girişimi ulusalcı Kemalist darbecileri aklamaz. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat doğrudan sağ ve sol Kemalist subayların yaptığı darbelerdir. FETÖ darbesi, ulusalcı Kemalistlerin darbe geleneğini ortadan kaldırmaz. Kaldı ki, 15 Temmuz darbe girişimine Ak Parti karşıtı ulusalcı subayların katıldığına kuşku yok.
Sadece iyi bir kavramı savunmanız yetmez, insanların güvenini de kazanmak gerekir. Toplumsal sermaye son derece önemlidir.
Kılıcdaroğlu’na yöneltilen eleştiri adalet talebiyle yürümesi değil, bu talebin başka bir projenin ayağı olmasıyla ilgilidir. Meral Akşener'in FETÖ ve 15 Temmuz konusundaki suskunluğu, dahası eleştirisizliği dikkat çekici. F.Gülen, dini kavramları kullanırken( tevekkül, cihat, kardeşlik) ne kadar samimi ise, Kılıçdaroğlu siyasi kavramları(Adalet, özgürlük, eşitlik) kullanmada o kadar samimidir. Ben CHP'nin bugün yürüyüşünün bir adalet yürüyüşü değil, bir projenin sinsice planlanmış ayaklarından biri olduğunu düşünenlerdenim. CHP aynı, hiç değişmemiş, bu toprakların kültürüne yabancı. Yürüyüşe CHP dışından katılan veya destek olanların bir vitrin süsü olarak kullanıldıklarından bile haberi yok.
15 Temmuz darbesine katılan birinin babasıyla kol kola yürümenin ne anlamı olabilir ki. Yürüyüşü adalet adı altında destekleyen kripto FETÖ’cüleri de çok iyi tanıyoruz. Şimdi adalet diye yürüyüşe sempati ile bakan bazı yorumcuların 15 Temmuz öncesi, FETÖ 'nün propagandası doğrultusunda nasıl paylaşımlar yaptıkları arşivimde duruyor. Şimdi FETÖ karşıtı rolü oynuyorlar. 15 Temmuzda direnişe katılmamış isen neyin adaletini arıyorsun. Üstelik söylemin FETÖ ile bire bir örtüşüyorken. Kılıçdaroğlu'un temel sorunu inandırıcılık sorunudur.
2013 sonrası cemaatin ihanetinin belli olduğu günlerdir. Cemaat ve Ak Parti sürekli çatışma halindedir. Bu dönemde ise muhalefet cemaatle kol koladır. CHP Haluk Koç; “ Cemaatin CHP'ye borcu olduğu gibi, CHP'nin de Cemaate borcu var. Bu nedenler bütün CHP'liler Cemaate sahip çıkmaktadır,"diyordu. Buna karşılık, Ekrem Dumanlı şöyle diyordu: “Cemaate desteklerinden dolayı Kılıçdaroğlu'na ve Demirtaş'a ayrıca teşekkürler. Garip ama bütün arkadaşlar size duacı." Ayrıca Abdullah Abdulkadiroğlu ise, “Şu günlerde Cemaate sahip çıkan CHP ve HDP yöneticileri Hocaefendi emin olun size şefaat edecektir. Cemaat gereğini yapar," Diyordu. Muhalefet hainliği ortaya çıkmaya başlayan Cemaati sevmişti.
Kemalist ulusalcı olarak kendini konumlandıran Sözcü gazetesi de FETÖ ile ittifak yapmıştır. Gazetenin etkili yazarlarından Emin Çölaşan-24 Aralık 2013 tarihinde, "Fetullah'la ekibi başardı." Emin Çölaşan-29 Ekim 2015 adlı makalede şunları yazıyordu : "Şimdi cemaati savunma zamanı.” Bu ifadeler FETÖ örgütüyle işbirliği yapmadığını söyleyen ulusalcı/ Kemalist olarak kendini tanımlayan Sözcü Gazetesi yazarı ultra Kemalist Emin Çölaşan 'a ait. Üstelik bu birliktelik Gülen Cemaatinin sorunlu yapısının ortaya çıkmasından sonra yazılmıştır. Yani Erdoğan Cemaat ile mücadeleye başlamasından sonra. Ulusalcı/Kemalist kesimlerin karşı çıktığı Cemaat değildi. Erdoğan'la işbirliği yapan Cemaatti. Cemaat ne zaman Erdoğan'ı cephe aldı. Bütün muhalefet tarafından destek gördü. Dahası Muhalefetin sevdiği Cemaat ülke aleyhine çalışan hain Cemaattir.
Türk ve Kürt solunun çapı 15 Temmuz direnişine ölçülmüştür.
Bu kesimlerin 15 Temmuz analizlerine bakıldığında ne kadar naif, ne kadar düzeysiz, ne kadar postalsever oldukları görülecektir. Türk solunun önemli kalemlerinden Murat Belge şunu yazıyordu: "Darbe başarısız oldu, Erdoğan güçlenecek. “
Bu anlayışın yüzlerce yıllık bir irfanı geleneği olan toplumda karşılık bulmadı mümkün mü? Türk solunun sermaye ve emperyalizm karşıtlığındaki sahtelik de Gezi kalkışmasında bütün gerçekliği ile ortaya döküldü. Bu kalkışmanın arkasındaki, Batılı emperyalist güçler, sermaye ile sosyalistlerin ittifakı, solun emperyalizm ve sermaye karşıtlığının ne kadar gösterişçi ve gerçek dışı olduğunu ortaya koydu.
İslami kimliğinden rahatsız, bir neden olsa da yaptığı yardımları yapmamak için mazeret arayın insanların bir bölümü FETÖ’yü bahane ederek İslami sorumluluklarını askıya aldıklarını da gözlemliyoruz. Zekat ve sadaka FETÖ ile kaim değildir. FETÖ veya başka bir şey bahane edilerek İslami sorumluluklar ertelenemez, vazgeçilemez. Ancak şurası açık ki, FETÖ, Türkiye’de dini kuruluşlara olan güveni büyük ölçüde yaralamıştır. Kuşkusuz bu güveni tekrar sağlamak için uzun ve sabırlı bir çalışma yapmak gerekmektedir.
FETÖ yargılamaları üzerinden yürütülen tartışmalara yargı süreci etkilenmek istenmektedir. FETÖ yargılamalarında dikkat edilecek bir husus da şudur: Gülen Çetesi "Kontrollü darbe", "Yargılamaların adaletsiz olduğu","Çok sayıda masum insanın cezalandırıldığı" tezini ısrarla işliyor. O kadar ki, darbeye aktif olarak katılanlar bile darbeden haberdar olmadıklarını söylüyorlar. Darbenin en önemli aktörlerinin bile, darbeden haberleri olmadığı savunması, kontrollü darbe tezini güçlendirmek içindir. Darbe yargılamalarında adaletli davranmak gerekirken, Gülen çetesinin propagandasına teslim olmamak gerekir. Çünkü halen FETÖ örgütüne bağlı yayınlar, özellikle yurt dışında, çok güçlü ve etkili olarak sürdürülmektedir.
Türkiye FETÖ darbecileri kadar alçak, namussuz, ahlaksız darbecilere tanık olmadı. 27 Mayıs alçaklığını yapanlar, 12 Eylül darbecileri yıllar sonra bile yaptıklarının arkasında durdular. Talat Aydemir, yaptıklarını hiç inkar etmedi.
Oysa FETÖ darbecileri yaptıkları açık olan şeyleri inkar edecek kadar namussuz ve onursuz davranıyorlar.
Şu sıralar, İslami vakıf ve derneklerin iftar programlar dönük geçiyor.
Kuşkusuz bunda Cemaat çetesinin serüveni etkili oldu.
İslami vakıf ve derneklere yeniden güveni sağlamak kolay olmayacak. Eskiden bu tür kuruluşlara yardım eden insanlar, şimdi cemaat deyince kaçıyorlar. Cemaat çetesinin toplumsal alanda yaptığı tahribat çok büyük ve derin.
Kuşkusuz tek neden bu değildir, ama büyük bir tahribat yaptığını görmek gerekir. Cemaat çetesi bütün İslami kavramları kendi çıkarına dönüştürüp tüketti. Dahası toplumsal zeminde sakıncalı hale getirdi ve tüm diğer cemaatlere olan güveni büyük ölçüde zedeledi. Bazı dindarlar "elimde olsa tüm cemaatleri kapatırım" noktasına geldi. Oysa vakıf ve dernekler. Cemaatler toplumun yaşam alanlardır. Komşusu açken tok yatan bir insanı kınayan bir dinin mensuplarıyız. Fakirlere, yoksullara ulaşmak için bu tür kuruluşlar önemli. Muhalefetin Cemaat çetesiyle ilgisi ve işbirliği ise Erdoğan’ın ihaneti görüp uyarmaya ve mücadeleye giriştiği dönemde artmaya başladı. Cemaat muhalefete her tür desteği vererek iktidarla mücadeleye girişti. Bu yüzden eski fotoğraf ve konuşmalar üzerinden yapılacak Erdoğan eleştirisinin çok fazla bir anlamı da yok karşılığı da. Dahası Erdoğan'ın Cemaat çetesiyle ilişkisi ile muhalefetin ilişkisi hem yöntem hem de amaç olarak aynı düzlemde değildir.
Muhalefet, Cemaat çetesinin tezleri üzerinden muhalefet yaptı.
Ya referandumda hayır çıksaydı. Cemaat büyük bir zafer kazanmış olacaktı.
En büyük düşmanını siyasal güç olarak budamış olacaktı.
Aslında Gülen çetesinin tümden başarısız olduğunu söylemek zordur. Evet, darbe başarılamadı, ancak toplumsal alanda Müslümanlar arası güvende büyük bir deprem yasandı; ilişkiler zedelendi, insanların güveni azaldı, yıllardır bakıp büyütülen vakıf ve derneklere ilgi neredeyse yok olma noktasına geldi. Artık bütün İslami kuruluşlara şüphe ile bakılmaya başlandı.
Büyük bir yıkım yaşandı, yaşanıyor. Epistemolojik anlamda içine düşünülen nihilizm de çabası. Şunu unutmayalım karşımızda bireysel yaşayacağımızı bir din yok. Komşusu açken tok yatanı bizden saymıyor. Herkes köşesine çekildi.
Bir yerden ayağa kalkmak gerekiyor. Gülen çetesini bahane ederek toplumsal sorumluluklarımızı ertelememek gerekiyor.
15 Temmuz kalkışması ve o güne kadar makul bir yaşam süren insanların ihaneti, büyük bir güvensizlik ortamı oluşturdu. Sahip çıktığınız, bu adam yapmaz dediğiniz kişilerin sizi şaşkınlığa sürükleyen bağlantıları ortaya çıkıyor. Bu durumda benim ilkem soyut: Suçsuz hiçbir insan suçlanmasın, iftiraya uğramasın. Ama hiç kimsenin suçlu ya da suçsuzluğuna kesin olarak tanıklık edemem. Ayrıca "benim hiçbir suçum yok" diyen insanların öyle bağlantıları çıkıyor ki, insanın küçük dilini ısırası geliyor. Buna karşın, gerçekten suçsuz insanların da cezalandırılma riski var. Onlara çok iyi tanıyorsanız, sahip çıkın. Ben direk tanımadığım, kesin emin olmadığım kimseyi ne suçlar ne de aklarım.
Hüseyin Gülerce’nin deyimiyle: “F. Gülen, bu milletin çocuklarının genleriyle, ruhu ile vicdanı ile oynadı. Topluma fedakâr, eğitimli, ahlaklı bir “altın nesil” vaat etti ama karaktersiz, yalancı, takiyeci, kendi ülkesini yabancılara şikayet eden onursuz, Türkiye’nin düşmanları ile işbirliği yapan hain nesiller çıktı karşımızda." Kendi çıkarından başka hiçbir ahlaki ilke tanımayan bu insanlara karşı çok dikkatli olmak gerekir.
FETÖ tabanının yüzde 1-2 civarında olması ile etkinliği arasında ters orantı vardır. Kuşkusuz, FETÖ militanları seçimleri kökten etkileyebilecek kadar değil, ama dünya da etkin ve büyük güçler tarafından korunmayı sağlayacak düzeydedir.
Biz ise FETÖ ve PKK terörüne koşulsuz karşı çıkıyor. OHAL'in devlet içindeki terör çetelerinin temizlenmesine kadar devam etmesini savunuyoruz. Bu arada kimseye haksızlık yapılmamasını gerektiğini savunuyoruz. Bu arada ben suçsuzum diyen herkese inanmamak gerekir. Peşinen suçlu olduğunu da savunmamak gerekir. Ben şu ana kadar kendisini suçlu göreni görmedim desem yeridir. Kuşkusuz devletten beklentimiz her suçluyu cezalandırması, suçsuz olan tek kişinin bile ceza almamasıdır.
28 Şubat sürecinde Kemalist asker, sivil bürokrat ve siyasal aktörlerle yürütülen ve dindarları hedef alan baskılara ses çıkarmayalar şimdi şikayet edemezler. O zaman başörtüsü takanların atılmasına ses çıkarmayalar şimdi itiraz edemezler. Her dönem devlet memurluğu için ideolojik tercihin karşısında durulmalıdır. 28 Şubat ve FETÖ süreci devletin ideolojik veya cemaatsel bir yapıya dönüştürülmesinin sakıncalarını yaşattı. Ne cemaatler ne de Kemalizm devlet memurluğu için tercih olamaz. Olursa hem verimlilik hem de liyakat biter. FETÖ terör örgütü yıllardır liyakat yerine Cemaate mensubiyeti tercih nedeni yapmıştır. Kuşkusuz bu ayırımcı zihniyet sadece FETÖ örgütüne ait değildir. Ülkemizin en iyi eğitim kurumlarından biri olan ODTÜ’ye asistan alınırken uygulanan kriterlere geçmişte bir bakın, Fethullah çetesinin uygulamalarını gölgede bırakacak kadar ayırımcı ve vahimdir.
15 Temmuz akşamı muhalefetin darbe karşısındaki ikircikli tavrı da dikkat çekicidir. 15 Temmuz darbesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan, hava alanı FETÖ’cü teröristlerin elinde olduğundan bir süre İstanbul'a inemedi. Güvenlik sağlandıktan sonra iniş gerçekleştirildi. Oysa aynı hava alanına Kılıçdaroğlu, daha önceden inmişti. Yani hava alanı FETÖ'cü subayların elinde olduğu saatlerde. İniş güvenliği sağlandığı gibi, Bakırköy'e gidişi de sorunsuz olmuştu. Belli ki Kılıçdaroğlu darbecilerin koruduğu bir kişiydi. Şimdiki ittifak boşuna değil.
15 Temmuz darbecilerini en çok yanıltan şey, geçmiş darbelere sivil direnişin hiç olmamasıdır. 15 Temmuzda da aynı şeyin gerçekleşeceği yanılgısına kapıldılar. Ama karşılarında ne Demirel gibi son derece korkak ve pragmatist bir siyasal figür vardı, ne de evinde oturarak gelişmeleri bekleyecek bir halk. Nitekim FETÖ terörünün destekçisi olan yazar, ekranda Erdoğan'ın direniş söylemini ve sokakta insanların protesto yaptıklarını öğrendiğinde oluşan ruh ifadesi, bunu hiç beklemediklerini göstermektedir. Bu arada onların da referandumda hayır kampanyası yürüttüğünü hatırlamak gerekir.
CHP'nin 15 Temmuz darbe girişimine karşı duruşu göstermelik olmaktan başka bir değer taşımamaktadır. Nitekim Darbe girişiminin arkasından kurumsal olarak CHP, darbe karşıtı hiçbir miting yapmamıştır. 15 Temmuz karşıtı bir tek protesto yapmamış bir sol anlayıştır, Türk ve Kürt solu. Türk ve Kürt solunun iki önemli siyasal hareketi olan CHP ve HDP, parti olarak bir tek protesto mitingi yapmamıştır. Bu darbe girişimine karşı çıkanlar, ağırlıklı olarak muhafazakar -dindarlar, daha az olmak şartıyla milliyetçilerdir. Hiç kimse, darbe tehlikesi savuştuktan sonra 15 Temmuz karşıtlığı yapmasın. 15 Temmuza karşı çıkmanın onuru muhafazakar dindarlara aittir.
Özünde haklı olan ve sivil siyaset üzerindeki askeri vesayeti bitirmeye yönelik Ergenekon davaları, FETÖ’cüler tarafından vesayetle mücadele gerekçesiyle siyasi iktidarın da desteğini sağlayarak istismar edildi, konuyu şirazesinden çıkardı ve suçlu ile suçsuzu karıştırarak davayı kadük hale getirdiler. Vesayetle mücadele ediyoruz bahanesiyle kendilerine karşı olan herkesi eleyerek kendi kadrolarını oluşturdular. Bir anlamda siyasal iktidar kendine ihanet edecek çeteyi kendi eliyle büyüttü ve besledi yıllarca.
Oslo görüşmelerinin sızdırılmasıyla uyanan Erdoğan epeyce geç kaldıklarını ama bir yerden bu çeteyle hesaplaşmak gerektiği konusunda kararlılığını gösterdi.
Erdoğan'ın “aldatıldık” söylemi toplumda yaygın kabul gördü, Çünkü fark ettiği anda Türkiye'de şimdiye kadar hiçbir iktidarın cesaret edemediği cemaatle cepheden mücadeleye başladı. Şunu unutmamak gerekir ki, Erdoğan, Askeri ve bürokratik vesayeti bitireceğini düşündüğü için Cemaate destek verdiği zaman da samimiydi, cemaatin iç yüzünü gördükten sonra cemaati bitirmek için yürüttüğü mücadele de samimidir. Cemaatin örgütlenme ve gizlilik siyaseti, gerçek niyetlerini gizleme konusundaki başarısı nedeniyle aldanış içinde olanları anlayışla karşılamak gerekir. Ancak 15 Temmuz’dan sonra cemaati hangi gerekçe ile savunuyor olursa olsun, bu savunma asla kabul edilemez. 15 Temmuz sonrası cemaate az bir sempati duyan bile ihanet içindedir.
Ne yazık ki, Erdoğan'ın cemaat ile mücadeleye başlamasına eş zamanlı olarak Erdoğan karşıtı muhalefet Cemaatin tezlerini dillendirmeye başladı. Haber kaynağı olarak cemaat tezlerini dillendirdi ve cemaat propagandasına teslim oldu. Hatırlıyorum, Oslo görüşmelerinden sonra bazı öğretmen arkadaşlar da cemaat kanallarını izleyerek düşüncelerini oluşturuyordu. Kuşkusuz onlarında bu propagandaya aldanma ihtimalleri vardı. Ancak şu an hala cemaati savunan kişilerin davranışı asla kabul edilemez.
Hiç kuşkusuz haksız yere görevden atılan kişilere hukuki ve diğer anlamda yardım edilmelidir. Ama bunu gerekçe göstererek 15 Temmuz süreci sabote edilemez. Kuşkusuz peşinde olduğumuz şey suçlu olan herkesin cezalandırılması olduğu kadar suçsuz olan bir kişinin bile mağdur olmamasıdır. Milletin başına bomba yağdıran ve onları destekleyen on binlerce hain temizlendi. Özgürlük savunucusu olduğu söyleyen ve 15 Temmuz ve PKK katliamlarına ses çıkarmayan zihinler de kendini insan hakları savunucusu diye pazarlıyor. Atılanların tümünü masum görüyorlar anlaşılan. Öyle bir algı yaratılıyor ki, sanki önüne gelen hiçbir soruşturmaya uğramadan keyfi olarak atılıyor. Biz asla bu çarpık düşünceye teslim olmayacak suçluların cezalandırılmasını, suçsuzlularında ceza almamalarını ve mağdur olmamalarını savunacağız. Milletin üzerine alçakça bomba yağdıranları masum gösteren alçaklara da Asla pirim vermeyeceğiz. Kuşkusuz 15 Temmuzla halk, din adına hareket eden bir cemaatin gerçek yüzüyle karşılaşmıştır. "Halk, verdiği oylarla iktidara taşıdığı meşru siyasi iktidarı, önce 17-25 Aralık 2013'de "bürokratik sivil bir darbe" teşebbüsüyle devirmeye çalışan, ancak bunda başarılı olamayınca bu sefer 15 Temmuz 2016'da bir askeri darbe teşebbüsüne girişen dini motifli küresel bir terör örgütüyle yüzleşmiştir. Bu acı yüzleşme, içinde hayal kırıklığı, şaşkınlık, inanmazlık, kandırılmışlık vb. pek çok insani duyguyu barındırmaktadır. Çünkü yaşanan tecrübe sözde dini bir cemaatten hiç umulmayan bir hadise olarak tarihe geçmiştir. "( Dini Gruplar ve Siyaset 2 FETÖ PYD/ Hüseyin Arslan). BU olayın daha fazla tahribat yapmaması için her türlü önlemi almak gerekmektedir.
"Din ortak paydasından yola çıkan Türkiye'deki dini cemaat/grup ve tarikatlar, modernite ve küreselleşme fenomenleriyle tanıştıktan sonra,adına "sekülerleşme/dünyevileşme" denen kavramsallaştırmaya uygun bir halde, kendilerini fazlasıyla dünya işlerine kaptırmaya,asli fonksiyonlarından soyutlanmaya ve bu iki olguya göre pozisyon belirlemeye,değişim ve dönüşüm geçirmeye başlamışlardır."( Dini Gruplar ve Siyaset 2/ FETÖ /PDY / Hüseyin Arslan) FETÖ özelinde yapılan hesaplaşma,Türkiye’deki diğer gruplar için de yapılmalıdır. Öyle görülüyor ki, toplumsal zeminde bu çarpık yapıları üretmeye imkan veren bir anlayış yuvalanmıştır. Bu yapıları üreten ve tarihi derinliği,epistemolojik dayanakları olan söylemle cepheden hesaplaşmak gerekir.
15 Temmuzda bir askeri darbe yapmaya kalkışan, FETO ve ona bağlı militanlara karşı yürütülen mücadele haklıdır kuşkusuz. Ama bu mücadele sırasında mağdurlar yaratmamak, hele suçsuz yere kimsenin cezalandırılmaması gerekir. Gizlemeyi silah olarak kullanan, kolaylıkla yalan söyleyen bir yapıyla mücadele etmek zor kuşkusuz. Bundan dolayı suçsuz olduklarını söyleyenlerin durumunu dikkatle incelemek gerekiyor. Bir zorluk da darbeye doğrudan karışanlar bile masum olduklarını söylemeleridir. Bu savunma biçimi kuşkusuz davayı işlevsiz kılmak içindir. Suçsuz birini cezalandırmak adaleti yaralar, tıpkı suçlu birinin cezalandırılmaması gibi. Bundan dolayı davayı çok dikkatli yürütmek gerekir. Cemaat çetesinin davayı işlevsizleştirmek için kurduğu tuzağa da düşmemek gerekir.
Kuşkusuz 15 Temmuz Anadolu irfanının beslediği toplumsal zeminin dirilişine de tanıklık etti. Kemal Sayar’ın deyimiyle; "15 Temmuz gecesi, tarihin yeniden kurulduğu, bu ülkenin ruhunu çatan derviş yiğitliğinin derinlerden bir yerden fışkırarak gelip bizi onardığı bir geceydi. O geceden sonra hiçbir şey aynı biçimde cereyan edemez. Adeta yürüyen İstiklal Marşı'na dönüşmüş bir millet, bir tarihe ve duaya yaslananların bileğinin bükülemeyeceğini cümle aleme gösterdi." (Kemal Sayar/ Karanlıkta Görmek)
15 Temmuz'da ülkeyi işgal etmeye çalışan Haşhaşi çetesine karşı direnen, kaçacak iddialarına karşı İstanbul'a dönüp direnişin ateşine yakan ve bağımsızlığını sağlayan bir siyasal aktöre karşı, muhalefetin referandumu bağımsızlık eksenine oturtmak çabası çok anlamlı değil, ama muhalefet onu deniyor galiba. Gülen kimin ne düşündüğüne bakmaz. Erdoğan karşıtı olması yeterlidir onun için. Gülen’in bir dini aktör olarak başvurduğu pragmatist yöntem aslında onun en zayıf tarafıdır.
15 Temmuzdan sonra yapılan referandumda partilerin tavırları da darbe konusunda ilginç ipuçları vermektedir. Referandum HDP açısından ne ifade ediyor, sorusunu analiz etmek bu partinin siyasal görüşü hakkında bilgilendirici olacaktır. Kuşkusuz şu haliyle HDP, Kandil ve PKK’nın dışına çıkamaz. Onlara düşen PKK söylemini halkı iradesi olarak cilalamadır. HDP ve Kürt milliyetçi militanlar da belirlenen doğrultuda siyaset yapacaklardır. Anahtar kelimeler: Halkın iradesi, diktatörlük, sömürgecilik vs. Referandum sürecinde FETÖ ve HDP/PKK’yı aynı çizgide buluşturan Erdoğan karşıtlığıdır kuşkusuz.
Kuşkusuz referandum süreci MHP’de iç hesaplaşmaya dönüşmüştür. Referandum MHP açısından 15 Temmuz öncesi yarım kalan Bahçeli- Akşener(Gülen) hesaplaşmasıdır. Şimdilik bu hesaplaşmayı Bahçeli kazanmış gözüküyor. Ancak MHP seçmeninin önemli ölçüde bölündüğünü kabul etmek gerekir.
KHK'ler ile yapılması muhtemel bazı haksızlıklara karşı çıkmak başka, KHK'ler ile FETÖ,PKK ve İŞİD ile yürütülen mücadeleyi işlevsizleştirme hedefi başkadır. İkincisine asla destek olmamak gerekir. KHK'leri tümden olumsuzlamaya çalışmak gibi bir FETÖ operasyonu var buna bazı entelektüeller de alet oluyorlar. KHK'leri tümden işlevsizleştirmek isteyenlerin yukarıdaki terör örgütlerine karşı olan operasyonları yumuşatmak gibi bir gizli hedefi var. Biz onlarla aynı çizgide hiçbir zaman olmayacağız. Bizim ilkemiz şu: Terör örgütlerinin ve destekçilerinin devletten ayıklanmasına sonuna kadar destek vereceğiz. Bir tek kişinin bile haksız yere suçlanmasının ise karşısında duracağız.
15 temmuz darbesine giden süreçte de, darbeye karşı direniş sürecinde de belirleyici faktörler iç nedenlerdir. Kuşkusuz dış nedenler de vardır. Ama dış nedenler belirleyici değil, etkileyicidir. Bu yüzden 15 Temmuz direnişi tarihi önemdedir. Bu toplumun asli damarının bir tepkisidir.
Gülen çetesi ile yapılan mücadeleyi sonuna dek desteklemek gerekir. Elbette hukuk ihlallerine arka çıkmamak gerekir. Bir kişinin bile haksızlığa uğraması olasılığı karşısında dikkatli olmak gerekir. Ama yapılan hataları bahane ederek ve abartarak davayı işlevsizleştirmeye çalışanların sinsi oyununa gelmemeliyiz. Cemaatçi olarak tutuklanan, yargılanan ve açığa alınanlar hakkındaki belirsizliği normal karşılamak gerekiyor. Çünkü karşımızda kırk yıldır kendini gizleyen, gizlemeyi ilke edinen profesyonel bir yapı var. Böyle bir yapı karşısında suçluyu suçundan ayırmak gerçekten zor. Elbette amaç bir suçsuz kişinin bile ceza görmemesidir . Ama bunu sağlamak zor. Bu adam Cemaatçi değildir diye kefil olduğunuz birinin yıllardır kendini gizleyen bir eleman olması muhtemeldir. Adalet sağlansın derken ,zulüm muhtemeldir bu durumda. Bunun tersi de mümkün. Ne yazık kı bürokraside biriken düşmanlıkların hesabını görmek için dava araçsallaştırılabilir. Zayıf karakterli kişiler bir şekilde kin besledikleri kişileri haksız yere ihbar edebilirler. Yine de adil ve kusursuz Allah'ın yargılaması olacaktır. Dünyevi yargılamada amaç en az hatayla Allah'ın huzuruna varmaktır. Şu süreçte çok iyi bilinmedik kimseyi peşinen suçlamamak, ya da aklamamak gerekir. Yapılacak olan adil bir yargılama için kamuoyu oluşturmaktır.
Bu terör çetesi ve sempatizanları vatanımıza, namusumuza, silah arkadaşlarına, millete acımasızca saldırmıştır. Ne adına olursa olsun affedilemez, görmezden gelinemez bir alçaklıktır bu.
15 Temmuz darbe girişimi, din üzerinden bir terör yapılanmasının olabilme imkanını göstermektedir. Aslına bakılırsa İslam tarihi bunun örnekleriyle doludur. Hariciler, Haşhaşiler ve heterodoks dini yapılanmalar, iktidarlar şiddete meyilli olmuşlar, şiddeti bir siyaset aracı olarak kullanmışlardır. Aslında şiddet insan ontolojisine içkindir ve genellikle egemen olduğu alanlarda kendini göstermektedir.
Geçmişte Cemaat üzerinden İslam’la mücadele eden anlayışları iyi tanıyoruz. Bizim mücadelemiz, İslam’ın temel kavramlarını yeniden tanımlayarak, İslam’la ve milletle savaşan bir anlayış yaratan cemaatin toplumda oluşturduğu tahribatı önlemeye dönüktür. Geçmişte Cemaatle mücadele ettiğini savunan siyasal anlayışların çoğunun hedefi cemaat üzerinden İslam’la mücadele idi. Bunun farkındayız. Ulusalcılar, Kemalistler ve sol -sosyalist düşüncenin mücadelesi cemaat üzerinden İslam’la mücadeleydi. Zaten darbe sırasında sokağa çıkmayanlar da bunlardı. Şimdi Cemaatle mücadele için akıl veriyorlar. Oysa Erdoğan Cemaatle mücadeleye başladığında CHP, MHP ve HDP cemaatin istediği doğrultuda politika üretti. Bu işbirliğinin bütün serüveninin seçimlerde gördük.
Cemaat soruşturmasında siyasi ayak önemlidir. Siyasi ayağa yönelik operasyon talepleri de önemlidir ve meşru isteklerdir. Ancak şöyle bir tehlike var. Mücadeleyi siyasi ayak yürütüyor. Bu istek siyaseti zayıflatıp, ülkeyi yeniden seçim ortamına sokup, başka bir sonuç çıkarmak isteyebilir. Acaba hemen operasyon yapıp, seçime gitmek mi daha iyidir, yoksa belli bir aşamaya kadar mücadeleyi sürdürüp yeni bir seçimle siyasetteki temizliği yapmak mı?
Cemaatin Türkiye'nin gündemine düşen konularla ilgili yaklaşımında ahlak, vicdan,erdem denilen hiçbir ilke yok. Her davranışlarında kendilerini tükettiklerini bile fark edebilecek ferasetten yoksunlar ne yazık ki. Bir örgüt ve bir militan arasında olan sarsılmaz bağlılık duygusunun getirdiği bir savunma refleksi bu. Ne de olsa kendiliğinden konuşmayan bir hocaları var. Son yaptığı bedduayı normal gösterecek bir vicdan var mı acaba?
"Sivil diktatörlük", "saray eleştirileri" 17-25 Aralık ertesinde dillendirilen yolsuzluk iddiaları, Gezi kalkışması, Mit tırları tartışması, Rus uçağının düşürülmesi, 17-25 Aralık operasyonları gibi olaylar üzerinden yapılan Erdoğan karşıtlığı darbeye uygun bir zemin yaratmak için kullanılmıştır. Cemaatin darbe kalkışması Kemalizm’e, Cumhuriyete karşı değildi. Cemaatin karşı olduğu Erdoğan ve onun taşıdığı misyondur. Cemaat Ak Parti ile çatışmaya başladığından itibaren hedef Ak Parti ve Erdoğan'dı. Cemaatin hedefi hiçbir zaman Kemalizm üzerinden inşa edilen bürokratik sistem olmamıştır. Bu olaylar üzerinden siyaset üretenlerin hepsi cemaat destekli darbe ortamının hazırlanmasına katkı yapmıştır.
Kuşkusuz PKK- FETÖ bağlantısı da önemlidir. Eğer FETÖ terör örgütünün başarısız darbe girişiminin ardından silahlı eylem ve katliamlara girişirseniz algı şudur: FETÖ'nün bıraktığı yerden PKK devam ediyor. Gülen şu suçlardan da yargılanmalı:
1-Çocuğu iyi bir eğitim alsın diye okullarına gönderdiği velileri mağdur etmesinden.
2- Yurt dışında İslami yayıyorlar diye elinden geleni yapan yardımseverlerden.
3- Kendi elemanlarına soruları çalıp vererek haksızlık yaptığı memur adaylarından.
4- Dini hislerini istismar ederek derin bir hayal kırıklığına uğrattığı dindarlardan.
5- İstismar ettiği Allah ve Peygamberden.
6- Özel hayatını çekip şantaj aracı olarak kullandığı kişilerden.
Gülen çetesi ile olan ilişkisini işin farkına vardıktan sonra koparan Erdoğan’ı muhalefet eleştiriyor. Bir miktar hakları da var kuşkusuz.
Ancak Erdoğan Gülen konusunda onları uyardığı halde onunla birlikte oldular.
17-25 Aralık cemaatin siyaseti dizayn amaçlı bir eylemi olduğu açık halde muhalefet tarafından sahiplenildi. Böylece muhalefet Gülen'in amaçlarına alet oldu. Yetmedi Cumhurbaşkanlığı seçiminde arkasında Gülen'in olduğu bilinen aday desteklendi. Yetmedi muhalefet Gülen'in " sivil diktatörlük" retoriği üzerinden Gülen kalkışmasına zemin hazırladı. Sonuç şu: Erdoğan karşıtlığı yüzünden muhalefet son dört yıldır çerçevesini Gülen çetesinin çizdiği muhalefet siyasetini izledi. Muhalefet Erdoğan’ın tepki koyduğu Gülen karşısında sessiz kaldı, dahası destek oldu. Hep söylüyordum mantıksız Erdoğan ve saray karşıtlığı muhalefetin anlamlı bir muhalif siyaset üretmesini engelledi.
15 Temmuz' akşamı tanklara, uçaklara, mermilere direnen; sonrasında demokrasi nöbetlerine katılan insanlar bu ülkenin namuslu ve şerefli insanlarıdır.
Darbenin başarısız olmasından sonra darbe karşıtıymış gibi görünenler ise bu ülkenin en namussuz insanlarıdır. 15 Temmuz namuslu ve namussuz ayırımının en büyük göstergesidir. Meydanlara çıkan insanları küçümseyen, kendince alay etmeye çalışanlar ise bu ülkenin en alçak insanlarıdır. 15 Temmuz' akşamı tanklara, uçaklara, mermilere direnen; sonrasında demokrasi nöbetlerine katılan insanlar bu ülkenin namuslu ve şerefli insanlarıdır.
Gülen'in iadesi konusunda en mantıklı baskı İncirlik üstünden yapılabilir. Amerika tarihin en pragmatik siyasal aklına sahiptir. Daha çok zarara daima daha azını tercih eder. Ancak görünen o ki, ABD, Ortadoğu ve Türkiye politikaları için Gülen ve çetesini kullanılabilir görmektedir.
Yusuf Yavuzyılmaz - Fikir Zemini