Bugün “Çözüm süreci” olarak anılan noktaya gelinen yolda, AK Parti hükümetleri kamuoyuna yansıyan ilk adımları 2009 yılında attı. İlk olarak “Kürt açılımı” olarak duyurulan, sonra “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” ve “Demokratik açılım” gibi isimler de verilen tüm bu süreçlerin koordinatörlüğünü en başında ve çok uzun süre boyunca Beşir Atalay yürüttü. Kamuoyuna süreci ayrıntılarıyla anlatan ilk isim oldu, Habur sürecinde de en aktif isim yine Atalay’dı.
İlk yıllarda hükümette İçişleri Bakanı olarak görev yapan Atalay, sonra Başbakan Yardımcılığında da bulundu. Ahmet Davutoğlu’nun Başbakanlığında kurulan ilk hükümette ise yerini Yalçın Akdoğan’a bıraktı. 7 Haziran seçimlerinde partideki üç dönem kuralı nedeniyle aday olmayan Atalay, 1 Kasım seçimlerinde AK Parti’nin Van adayları arasında ve birinci sırada yer alıyor. Seçim çalışmalarını yürütmek için bulunduğu Van’da Al Jazeera’nin sorularını yanıtlayan Atalay, “Silahlar bırakılmadıkça, bu irade ortaya konmadıkça çözüm süreci yeniden başlamaz” dedi. Ancak Beşir Atalay’ın dikkat çektiği bir nokta daha var, o da Türkiye’nin yeniden çok sıcak bir tartışma konusu haline gelen Suriye. Atalay’a göre “Suriye olmasaydı çözüm süreci hedefine çok daha kolay ulaşırdı.”.
Van’dan aday olmanız sadece Van’a değil bölgeye de bir mesaj niteliği taşıyor. Siz nasıl yorumluyorsunuz?
Sayın Başbakan da bana öyle söyledi. Neticede benim görüşüm alınarak bir değerlendirme olmadı. Bizde aday belirleme mekanizmaları var, üst kurul var. Üst kurulda tartışılmış ve sonra böyle bir karar verilmiş. Biz de o kararı uyguluyoruz. Bana ifade edilen, “Bölge için güçlü adaylar arıyoruz, onun için size Van’a gönderdik.” Niye bölgenin başka bir ili değil de Van derseniz, ben burada bir deprem yılında bir yıl kadar çaba sarf ettim. Deprem sonrası devletin yürüttüğü çalışmaları koordine ettim. Depremzedelerin yaralarını sarmak, evlerini yaptırmak gibi konularla uğraştım.
Bölgedeki kozmopolit yapısıyla dikkat çeken bir il. Siz çözüm süreci açısından Van’ı nasıl anlamlandırıyorsunuz?
Van’ın yerli nüfusu daha fazla. Van’dan ayrılmak istemiyorlar. Buranın coğrafyası da ne Diyarbakır ile ne de doğunun başka illeriyle mukayese edilebilir. Bir cazibe merkezi. İran komşusu ve İran ile münasebetleri de çok fazla. Van’ın ekonomisi çok canlı. Van, Diyarbakır kadar da ideolojik bir il değildir. Daha yerli bir nüfusu vardır. Yerli derken milliyi de kastediyorum. Burada nüfus da karışıktır. Değişik etnik yapılar da vardır. O açıdan Van’ın bundan önceki seçim nüfusu herkes için bir sürpriz oldu. Diğer iller bu kadar sürpriz değildi ama 7 Hazian’da Van’da ortaya çıkan sonuç sürpriz oldu.
Neden öyle oldu sizce?
Bu tabi çok irdelenebilir. Genel sebepler olabilir, yerel sebepler olabilir. Geçen seçimin atmosferini hepimiz biliyoruz. Bu atmosfer yok şu anda. Geçen seçimde gündem öyle yerleşti ki, HDP barajı geçecek mi geçmeyecek mi? Bu seçimin en önemli konusu, acaba AK Parti tek başına iktidar olabilecek mi? Olacak gibi bizim aldığımız veriler ve hisler. İnşallah tekrar bir toparlanma olur. 7 Haziran’dan bu yana geçen sürede bir boşluk olmadı. Biz de “Millet bize muhalefet görevi verdi” deyip bir kenara çekilmedik. Ülkenin meselelerinin hepsi yürütüldü. Ama yine de tabi ekonomide bazı sallantılar oldu. Millet istikrarı arıyor sanki. Özellikle ekonomik çevrelerde bunu daha çok görüyoruz. 13 yıllık bir alışkanlık da var. Seçimler yapılır hiç kimse beklemez hükümetin kurulamamasını, işler kaldığı yerden devam eder. Bu biraz da farklı bir 3 ay oldu. Koalisyon kurulamadı. Sanıyorum Türkiye yeniden istikrarı kazanır ve yoluna devam eder.
Bölgedeki seçim ortamı son dönemde güvenlik perspektifi üzerinden tartışma konusu. Sandıkların taşınması tartışmasında son sözü YSK söyledi. Siz seçim ortamını nasıl gözlemlediniz, size gelen bilgiler nasıl?
Devlet daha güvenli bir seçim ortamı sağlamak için çalışıyor. Güvenlik meselesinin önceki seçimden daha ciddiye alındığını görüyorum. Biz de parti olarak da seçim güvenliğini çok önemsiyoruz. Kendi müşahitlerimiz, sandık güvenliği, sandıklara hâkimiyet olarak daha büyük bir gayret sarf ediyoruz. Geçen seçimde sandıklar ve bizim müşahitlerimiz ile ilgili de tartışmalar yaşandı. Tabi seçim kurulları kendi arasında çözüyor. İlçe Seçim Kurulu teklif ediyor, Yüksek Seçim Kurulu da bunu reddediyor. Bu bizim partimizin talebiyle olmadı. İlçe seçim kurulları o konularda karar sahibidir. Onlar belirler. Orada makul ile makul olmayan olabilirdi. Keşke ayrım yapılsaydı. Cizre’yi örnek vermek gerekirse, Cizre’nin bazı mahallelerinde son aylarda sorunlar yaşandı. Oradaki İlçe Seçim Kurulu diyor ki, “Burada taze yaralar var, sorunlar var. Buradaki okuldan öbür mahalledeki okula taşıyalım.” Mesafeler çok uzak değil, olabilir. Bunda bir hukuki zorluk da yok. Seçim sandığının yerini belirleme yetkisi var. Burada taşıma filan da yok. Nüfusu bir yerden bir yere taşımak da yok. Hemen karşıdaki öbür okula gidiyorsun. Bunlar makul şeylerdi ama kendileri bilir. Ben ayrıca şu anda çok büyük bir sorun olarak görmüyorum. Bu böyle çok büyük bir seçmen kitlesini de ilgilendirecek veya çok belirleyici bir nüfus değil. O başvuru yapılan sandıkların hepsini toplasanız, çok büyük bir seçmen kitlesi değil.
Siz çözüm sürecinin mimarlarından birisiniz. Bugün gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce en başında süreci topluma anlatmak mı zordu, bugün gelinen nokta daha mı zor?
Bu konulara konjonktürel bakmamak lazım. Ben hep söylüyorum, toplumla beraber yürütüyorsunuz. Toplumu ikna etmelisiniz, şeffaf olmalısınız. Bu süreçleri yürütürken bazen kızgınlıkları üzerinize çekersiniz. Bazen daha olumlu tepkiler gelir. Onlara bakarak süreç yürütemezsiniz. Bu süreçler zor süreçlerdir. İniş çıkışlar olur, kesintiler olur. Her ülkede böyle olmuştur. Başladığı ile bitmesi 9-10 yılı alır genelde. Ben böyle bakıyorum. Şu yaşadığımız ortamı da yine konjonktürel görüyorum. Bu sorunların köklü çözümü yine o tür çalışmalarla olur. Bazen aksaklıklar da olur, bazen de istediğiniz gibi gitmez. Burada seçim sonrası HDP sağlam bir irade ortaya koymadı, terörle arasına mesafe koymadı. Aksine terörle daha bütünleşik bir algı oluştu. HDP’nin teröre karşı tutumu hiç öyle milletin beklediği gibi olmadı. Millet HDP’ye oy verirken sanki biraz, “Terör ve şiddet biter, siyaset güçlenir” gibi oy verdi ama o da olmadı. Dolayısıyla o kesimde tutarsızlıklar oldu. Bir de tabii, Suriye konusu çözüm sürecini etkileyen en önemli faktördür. Suriye olmasaydı çözüm süreci hedefine daha kolay ulaşırdı. Bunu işin içinde olan herkes bilir. Suriye kaynaklı pek çok olumsuzluk yaşanıyor, şu anda da var.
Bugün Türkiye içinde hangi adım atılırsa atılsın Suriye konusu çözülmedikçe çözüm sürecinin istenen noktaya gitme ihtimali var mı?
Çözüm sürecine öyle bakmak lazım. Çözüm süreci komşu ülkelerle de irtibatlıdır. Hele terör konusuna bakarsanız uluslararası irtibatları çok fazladır. Ama Suriye’deki gelişmeler, Suriye’nin kuzeyindeki oluşum çok önemli. PYD oluşumu bu. Uzun bir sınırımız var. Dolayısıyla Türkiye’de bu konudaki çalışmaları çok etkiledi. Biliyorsunuz Suriye’deki PYD, PKK’nın bir parçası. Kuzey Irak’taki ile çok karıştırmamak lazım. Çok organik bir yapı var, yardımlaşma var. Daha önce de normal zamanlarda Kandil’de vs. örgütün içindeki militanların epey bir kısmı zaten Suriye’den geliyordu. Şimdi daha dinamik bir iletişim var aralarında.
Bununla bağlantılı olarak HDP kanadından çözüm sürecinde yöneltilen eleştirilerde “Hükümet bazı adımları zamanında atmadığı için süreç istenen noktaya gelmedi” vurgusu öne çıkıyor. Sizce takvimde bir gecikme oldu mu, daha farklı olabilir miydi?
Hiç öyle bir şey yok. Onlar yanıltıcı şeyler. HDP kanadı biliyor AK Parti’nin 13 yıldır neler yaptığını. Bir defa bile, “AK Parti ülkenin tarihi, geleceği, ülkenin demokratikleşmesi, Kürtlerin demokratik hak ve özgürlükleri için şunları yaptı” diye bir cümleleri yoktur. Onlar sadece suçlarlar. Maalesef, bu da bir şanssızlıktır. Ne tam demokrat olabildiler, ne tam özgür olabildiler. Şu anda yine vesayet altında bir siyasi parti görünümü veriyorlar. Bu seçimde de ülkenin değişik kesimlerinde o bekledikleri oyu da alabileceklerini sanmıyorum ben. 7 Haziran seçimleri sonrasında çok tepki geldi.
Bir yöntem tartışması var çözüm süreci ile ilgili olarak. “Süreç devam eder ama bu yöntemle değil” mesajı veriliyor hükümet cephesinden. Bu yöntem nasıl değişebilir, nasıl devam eder?
Burada yönteme takılmamak lazım, bir sağlam irade önemli. Çözüm sürecinin özü şu: Silahlar bırakılacak, terör unsurları yurtdışına çıkacak. Ondan sonra devlet de terör unsurlarının eve dönüşü, hayata dönüşü ile ilgili çalışmalar yapacak. Her yerde çatışma çözümleri böyle yapılır. O irade olmadan yani silah bırakma iradesi, çözüm süreci olmaz da, bir sonuç da alınmaz. Böyle o zaman hep kesintiler olur, geri başlar. Şu anda Türkiye Cumhuriyeti’nin kararlılığı şu yönde, kamu güvenliği kesin olarak sağlanacak. O konuda hiç bir tereddüt yok. Yapılacak her şey yapılıyor ve yapılmalı da. Silahlar bırakılmadıkça da, bırakma iradesi ortaya konulmadıkça da çözüm süreci yeniden başlamaz.
İmralı ile görüşmelerin, HDP heyetleri ile görüşmelerin başlaması için bu şart…
Bunlar hep ayrıntı. Bu iradenin ortaya konması lazım. Bu olmadan olmaz. Çünkü onlar istismar ettiler, yanılttılar, söz verdiler durmadılar. Burada devlet, devletin kurumları elinden geleni yaptı. Bu sorunu çözmek için çok ileri adımlar atıldı ama karşıda çok büyük bir samimiyetsizlik görüldü. Dolayısıyla bundan sonrası daha dikkatli, daha temkinli olunur. O irade ortaya çıkmadan da çözüm süreci devreye girmez.
Şırnak’ta cenazenin bir polis aracının arkasında sürüklenmesi görüntüleri ortaya çıktı ve çok tartışıldı? Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Burada tabii biraz böyle şeyler de sanki fırsat olarak kullanılıyor. Bunlar çok kötü görüntüler. Eminim birilerinin provokasyonu. Başka bir şekilde yapılamaz bu. Bir provokasyon. Seçim ortamlarında böyle provokatif olaylar olur. Ben onlardan birisi olduğunu zannediyorum ama tabii İçişleri Bakanlığı’nın araştırmasının sonucunu merakla bekliyoruz.
Nasıl bir provokasyon?
Oradan ne çıkacak bekliyoruz. Onaylamak mümkün değil, çok gayri insani bir şeydir. Burada tabii yapılan her yanlışlığı kınama bakışı içindeyiz. Biz Adalet ve Kalkınma Partisi olarak çok adaletli bir yaklaşım içindeyiz. Yanlışın her türlüsüne yanlış deriz. Birini savunup da diğer yanlışı görmezden gelmeyiz. Hepsine öyle bakmak lazım. Terör örgütünün veya o kesimlerin yaptığı o kadar büyük zulümler var ki. Eskiden devletin yaptığının ötesinde şeyleri şimdi onlar yapıyorlar. Psikolojik bir sindirme yerleşmiş maalesef, geri planda milleti korkutuyorlar. Kendi içlerinde örgütün öyle gayri insani cezalandırma yöntemleri var ki, buna infaz diyorlar. Orada bunların bin misli şeyler var. inşallah bunların hepsi biter. Bu yanlışların hiç birisi olmaz.
Kaynak: Al Jazeera