erotik shop
Bugun...


PKK ve HDP Kürtler’in temsilcisi değil!
Çözüm Süreci'nin en önemli eksikliği hukuk/fıkıh üretilememesidir. Hâlbuki bizler en temel meziyetlerinden biri, hukuk üretmek olan bir medeniyetin varisleriyiz. Tabi ki hukuk üretmekten kastettiğimiz, mevzuat üretmek değildir. Sürecin yasal altyapısını inşa etmek ve bu süreçte görev alan bürokratları korumak için çıkarılan kanunlar da değildir. Üretilecek olan hukuk İslam dünyasının klasik dönemlerde karşılaşmadığı ve tamamen ulus-devletlerin ürünü olan bir sorunu çözecekti: İslam ülkelerinde Müslüman azınlıklar sorununu. Bu yüzden bu konuda hukuk üretmek yasama organını da aşan, cemaatlerin, STK'ların, üniversitelerin, ama özellikle de İslamcıların aktif katkıda bulunacağı bir süreç olmalıydı. Şayet bu hukuku üretebilseydik, ortaya bütün dünyaya örnek olacak yeni bir Medine Vesikası örneği çıkarabilirdik. Hala da bu şansımız var.

facebook-paylas
Tarih: 03-10-2016 15:46
PKK ve HDP Kürtler’in temsilcisi değil!
+ -
Misak-ı Milli sınırlarına çekilmiş olmamıza rağmen Osmanlı’nın doğal sınırlarındaki her türlü olumlu ve olumsuz gelişmeden doğrudan etkileniyoruz. Osmanlı’dan miras kalan avantajlardan maalesef yararlanamadık. Aynı toprakta yaşadığımız Kürtlerle olan münasebetlerimizi ne yazık ki avantaja çeviremedik. Milliyetçiliklerin kışkırtıcılığı dolayısıyla aynı dinin, aynı toprakların mensupları ayrı düştüler.

Yapılan yanlışlar nedeniyle güçlenen ve küresel siyasetin taşeronluğunu yapan, Kürtler için mücadele ettiğini söyleyen PKK ve Siyasi uzantıları, hem Kürt’ü öldürüyor hem de Türk’ü…

Bu kan gölünde boğulan kardeşlik ne yazık ki sürekli birbirlerine bilenen, birbirine düşmanlık olarak yeniden doğuyor. Biz de bu süreçte Kürtlerle ilgili çok değerli araştırmaları olan, meseleye gerçekten, samimi şekilde kafa yoran Nihat Karademir’le konuştuk. Kendisi Müslüman bir Kürt… Meselenin dışında değil. Vicdanıyla hareket ediyor… Karademir’in Sultan Abdulhamit ve Kürtler, Korku ve Ümit & II. Abdulhamit Dönemi Kürt-Ermeni İlişkileri’  adlı kitapları konu ile ilgili gerçekten okunmaya değer çalışmalar.

EN SON KÜRT MİLLİYETÇİLİĞİ

Kürt Milliyetçiliğinin ortaya çıkışı, Kürt kimliğinin etnik/milli bir içeriğe evirilmesi süreciyle ilgili neler söylersiniz?

Kürt milliyetçiliği, XIX. yüzyılda uzun bir kuluçka süreci yaşadıktan sonra, ancak I. Dünya Savaşı'nın sonlarında bağımsızlık talebi de olan ayrılıkçı bir düşünceye evrilebilmiştir. Tarihsel sürece baktığımızda Kürt milliyetçiliği, sadece Balkan milliyetçiliklerinden değil, Arap ve Arnavut milliyetçiliklerinden çok sonraları oluşmaya başlamıştır.

Bu gecikmenin temel sebepleri Kürt toplumuna hâkim olan ayrıştırıcı ve çatışmacı aşiret yapısı, birleşmeyi ve entegrasyonu engelleyen zorlu coğrafya, en az dört farklı lehçenin kullanılmış olması, dini ve mezhebi ayrılıklar, milliyetçi düşünceyi üretecek ve taşıyacak bir aydın/burjuva sınıfının yokluğu, modern eğitim kurumlarının bulunmaması, modern düşüncenin Kürtler arasında yayılmasını geciktiren kapalı ve izole sosyo-ekonomik yapı ve tabi ki İslamiyet'in ulusalcılığı frenleyen ümmetçi paradigmasıdır. XIX. yüzyılda şeyhlerin Kürt toplumunun yeni siyasal önderlikleri olarak evrilmesi ve Sultan Abdülhamid'in İttihad-ı İslam politikaları da bu gecikmeye katkı sağlamıştır. 

KEMALİST CUMHURİYET, EN ÇOK KÜRTLÜK ÜZERİNDEN VURDU

Klasik Osmanlı toplum yapısında Kürtlük’ün siyasallaştırılmamış bir anlama sahip olduğunu söylüyorsunuz. Bugün ise Kürtlük’ün siyasallaştırılmış anlamı dışındaki bütün anlamlarının unutulmuş olduğunu görüyoruz. Bize bu süreci anlatır mısınız? Nasıl oldu da Kürtlük ya da Kürtler bu denli siyasallaştı?

Aslında siyasetin bu kadar konuşulduğu ve devletin/iktidarın bu denli belirleyici olduğu bir toplumda siyasallaşmayacak hiçbir değer yoktur. Sanırım Milan Kundera'nın sözüydü; “İktidar sizi nerenizden yaralıyorsa, orası sizin kimliğiniz olur.” Kemalist Cumhuriyet, Kürtleri en çok Kürtlükleri üzerinden vurdu. Kürtlük yok edilmeye, susturulmaya çalışıldıkça Kürtlerin önemli bir kısmı diğer birçok değerini ihmal etmek pahasına sadece Kürtlüklerine sarıldılar. Aynı dönemlerde Kürtler için yeni tür Kürtlükler üreten veya icat eden birçok siyasal ve ideolojik gruplar da türemeye başladı.

SEKÜLER, İSLAM KARŞITI KİMLİK ÜRETMEK

İşte tam da burada asıl kritik durum ortaya çıktı. Kürtlüğün siyasallaşması kadar, belki de bundan daha da önemli olan durum, bu yeni kimliğin içeriğinin ne olacağı ve kimler tarafından belirleneceği sorunuydu. Çünkü çoğunluğu Müslüman olan bir coğrafyada, eğer azınlık olan unsur da Müslüman ise, hâkim Müslüman unsura karşı milliyetçi bir ideoloji üretebilmek çok zordur. Bunun en kolay yolu ise seküler, hatta İslam dünyasındaki birçok örnekte olduğu gibi, İslam-karşıtı bir milliyetçilik ve kimlik üretmektir.

Kürt kimliğinin etnik ve siyasi içeriğe evrilmesi de aynı yöntemle oldu. Egemen Kürt siyaseti, Müslüman Türkleri, Müslüman Kürtlerin ötekisi kılmak için, laik bir dil kullanmış ve bu yöntemde de önemli oranda başarılı olmuştur.

Ancak aynı laiklik ya da İslam karşıtlığı tercihi devletin de işini kolaylaştırmıştır. Çünkü Kürtçülük düzeyi arttıkça Kürtlük niteliği de aynı oranda azalan bir siyasal geleneğin Müslüman toplumdan büyük destek alamaması ayrılıkçı ve bölücü siyasetin en büyük zaafı, ama ironik bir şekilde, laik devletimizin de aynı yapılara karşı en önemli avantajı olmuştur.



BAB-I ALİ, KÜRT İSYANLARINI ASAYİŞ OLAYI OLARAK GÖRDÜ

İslam coğrafyasındaki kaosun bitmemesi için küresel siyasi akıl (ister İngiliz aklı diyelim isterse görünürdeki uygulayıcı ABD) sürekli yeni tezler ortaya atıyor. Şu an İngilizler tarafından desteklenen Kürt isyanları tezi var. Gerçekten olmuş mu böyle bir şey? İngilizler tarafından desteklenmiş Kürt isyanı tezi doğru mu? Nedir bunun aslı astarı?

Modern dönemlerde Kürt Sorunu diye kavramsallaştırdığımız sürecin XIX. yüzyıldaki ve erken XX. yüzyıldaki gelişimine bakıldığında, İngilizler tarafından desteklenmiş bir Kürt isyanına rastlamak mümkün değil. İçlerinden bazıları çok istemelerine rağmen, Kürt beyleri ve şeyhleri bu destekten kendi tercihlerinden dolayı değil, Batı'nın emperyal stratejilerinden dolayı yararlanamamışlardır.

Hâlbuki XIX. yüzyıl imparatorluklarının bünyesinde patlak veren bölgesel ve etnik/dini ayaklanmaların etkinliğine ve başarısına etki eden en temel faktörlerden biri Batı desteğidir. Kürt isyanlarının en önemli zayıflığı, isyancıların sadece bölge devletlerinden değil, Batılı büyük güçlerden destek alamamalarıdır.

Büyük Devletlerin bu tercihi Osmanlı seçkinlerinin Kürt isyanlarına yönelik algılarını ve politikalarını da etkilemiştir. Bab-ı Ali, Balkanlar’daki isyanlardan farklı olarak, genellikle, Kürt isyanlarını dış tahrik olmadan gerçekleşen ve bundan dolayı siyasi ve diplomatik ehemmiyetleri olmayan, her zaman patlak verebilecek asayiş olayları olarak değerlendirmiştir.

Kürt coğrafyası, XIX. yüzyılda, İngiltere, Fransa ve Rusya’nın artan görünürlüğü ile klasik Osmanlı-İran-Kürt ilişkileri üzerine kurulan dengelerin değiştiği yeni bir döneme girmiş olmasına rağmen, Kürt ayaklanmaları sadece bu belirleyici destekten mahrum olmakla kalmamış sık sık karşılarında Osmanlı ile işbirliği yapan veya isyan hareketlerini kendi çıkarları için manipüle etmek isteyen bir Batı koalisyonu da bulmuşlardır.

İsyan eden beylerin en büyük şanssızlığı ve dolayısıyla Devlet-i Aliye’nin en büyük şansı, isyanların İngiliz-Osmanlı dostluğunun yeniden başladığı, belki de zirvede olduğu ve İngiltere ile birlikte diğer Büyük Devletlerin de Rus tehdidinden dolayı Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğü hususunda en hassas oldukları bir dönemde gerçekleşmiş olmasıdır.  Öyle ki bazı Osmanlı paşaları, bölgede sürekli dolaşan İngiliz gezginlerinden Osmanlı ordusu içindeki mektup ve mesaj iletişimini sağlamak için bile yararlanıyorlardı.

KÜRT COĞRAFYASINDA ERMENİSTAN TESİS ETMEYE ÇALIŞTILAR

Biraz daha spesifik örnekler üzerinden konuşacak olursak, modern manada en büyük dört Kürt isyanı olarak değerlendirilebilecek Revanduzlu Mir Muhammed, Cizreli Bedirhan, Cizreli İzzeddin Şer ve Şeyh Ubeydullah Nehri isyanları İngilizlerin doğrudan katkıları ile bastırılmış ve içlerinden bazıları Osmanlı hükümetine değil, bölgedeki İngiliz konsoloslarına teslim olmak zorunda kalmışlardır.

XX. yüzyılın en önemli isyanı olan Şeyh Said kıyamında da İngiliz hükümeti Kemalist rejimin yanında durmayı tercih etmiştir. Dahası İngilizler, asi Kürt beylerinin sürgün benzeri daha hafif cezalar almalarını kabullenememiş ve Bab-ı Ali'yi daha ağır cezalar vermesi hususunda sürekli sıkıştırmışlardır. Osmanlı bürokrasisi ceplerinde sürgün edilecek Kürt beylerinin ve ağalarının listelerini taşıyan İngiliz konsoloslara bile tanık olmuşlardır.

Bu coğrafyayı yaklaşık yarım yüzyıl derin bir krize sokan Kürt-Ermeni çatışmasında da Kraliçe'nin hükümeti Ermenilerin tarafında yer almış ve Kürtlerin kadim topraklarında gayrimeşru bir Ermenistan tesis etmek için mücadele etmiştir. Bütün bunlardan dolayı, Kürt'ün tarihsel hafızasında Moskof'tan sonra en olumsuz imge İngiliz imgesidir.

KEMALİZM, İNGİLTERE’NİN EN BAŞARILI PROJESİ

Bu tarihsel gerçeğe rağmen, son günlerde ortaya atılan iddiaların kaynağının Kemalist blok olması şaşırtıcı değildir. Bu coğrafyada gelişen her İslami, milli ve yerli hareketi Batı'ya gerici, hilafetçi ve İslamcı diye jurnalleyen Kemalistlerin aynı hareketleri içeride de İngiliz oyunu, emperyalizmin maşası, Yeşil Kuşakçı ve benzeri ifadelerle itibarsızlaştırmaya çalıştıklarına yaklaşık yüz yıldır tanık olmaktayız.

Elbette bunu söylerken Kürtlerden veya İslamcılardan bazılarının zaman zaman Batı'dan destek aradıklarını unutmuyoruz. Nitekim yukarıda zikredilen Kürt beylerinin ve şeyhlerinin bir kısmı da Ruslardan ve İngilizlerden destek istemişlerdir. Ancak bugün olduğu gibi, dün de Batıcı, seküler ve modernist hareketler desteklenmiştir. Bu bağlamda Kemalizm de İngiltere'nin bu coğrafyadaki en başarılı projesidir.



HALK, 15 TEMMUZ’UN İŞGAL GİRİŞİMİ OLDUĞUNU GÖRDÜ

Malum olduğu üzere 15 Temmuz’da püskürtülmüş bir darbe yaşadık. Halkımızın da engin ferasetiyle FETÖ’nün bu organizasyonu başarıya ulaşmadı. Bu vakıayı -Kürtleri de- merkeze alarak değerlendirin desek, neler söylersiniz?

Doğrusu, 15 Temmuz'un bir darbeden çok bir işgal girişimi olarak algılandığını görüyoruz. Çünkü bu ülke daha önce de bir darbeler yaşamıştı. Halk her ne kadar darbeleri benimsememişse de yapılan eylemi bu halkın yaramaz çocuklarının bir yanlışı olarak kabul etmiş ve darbelere hiçbir zaman bu denli şiddetli bir tepki göstermemişti. 15 Temmuz'u farklı kılan hem bir darbe için gerekli olan asayişsizlik, ekonomik kriz veya siyasal çözümsüzlük gibi klasik koşulların bulunmaması hem de bu kalkışmanın halkımız tarafından bir işgal operasyonu olarak algılanmasıdır.

DARBE OLSAYDI KÜRTLER VE İSLAMCILAR BÜYÜK ZARAR GÖRECEKTİ

Şüphesiz, Allah korusun, FETÖ'nün darbe girişimi başarılı olsaydı, bundan en çok zarar görecek olan iki kesim, Kürtler ve İslamcılar olacaktı. FETÖ, bir yandan ABD'nin siyasal/radikal İslam ile mücadele yalanına katkıda bulunmak ve DAEŞ üzerinden motive edilmiş olan uluslararası toplum nezdinde itibar kazanabilmek için İslamcıları genellikle DAEŞ ile ilişkilendirerek yok etmeye çalışacaktı.

Öte yandan AK Parti hükümetinin teröre çok fazla taviz verdiği söylemi üzerinden toplumu ikna etmek ve kendilerinin ayrılıkçı terör konusunda daha tavizsiz oldukları imajını vermek için Kürtlerin üzerinde ağır bir baskı ve zulüm mekanizması kuracaktı. Aslında darbelerin ilk kurbanları arasında yer almak Kürtlerin kaderidir ve bu kader bu sefer de değişmeyecekti.

İSLAM’I ARAÇSALLAŞTIRAN ORTAK PARAMETRELERE SAHİPLER

Fetullah’ın sözde İslami cemaatinin Müslüman Kürtlere bakışı hakkında bir değerlendirme yapabilir misiniz? Bu yapının Kürtlere bakışı Kemalist söylemle özdeşleştirilebilir mi?

Aslında Kemalistlerin, Gülenistlerin, bazı İslamcıların ve bir kısım sağcılar ile bir kısım solcuların Kürtlere ve Kürt meselesine bakışları arasında çok küçük farklar var. Hemen hemen hepsi de devleti ve devletin çıkarlarını merkeze alan, Sykes-Picot düzenini ve Lozan'ın sınırlarını adeta kutsayan, asimilasyoncu ve dini yorumlarından ve laiklik durumlarından bağımsız olarak İslam'ı Kürt meselesi için araçsallaştıran ortak parametrelere sahiptir.

Gülencilerin de diğerleri gibi öncellikleri, güvenlik tedbirleri, eğitimin mevcut hali ve içeriği ile yaygınlaştırılması ve ekonomik kalkınmaya önem vermektir. Zihinlerinin derunundaki asıl beklenti ise Müslüman Kürtlerin bir süre Müslüman Türkler içinde erimesidir. Gülen, doğudaki okullarını bu amaçla ve en etkin şekilde kullanmıştır.

Gülen'in diğerlerinden farklılaştığı nokta, nasıl ki Türklük ve Türkçe vurgusunu kendi örgütsel amaçları için kullanmışsa, Kürt meselesini de kendi hegemonyasını tahkim etmek için veya hizmetinde yer aldığı küresel hegemonik gücün çıkarları için manipüle edebilme veya provoke etme potansiyelinin ve buna uygun bir ahlak anlayışının olmasıdır.

YENİ BİR MEDİNE VESİKASI ÇIKARABİLİRDİK

Güncel manada Kürt meselesinin çözümü için çok iyi niyetle başlanan Çözüm Süreci akamete uğradı. Bu süreç hakkında neler söylersiniz?

Çözüm Süreci'nin en zayıf noktası olarak daha çok muhatap sorunu ve muhatapların birbirlerine oynadıkları oyunlar üzerinde durulmaktadır. Bu doğru olmakla beraber, daha önemli doğruların tespitini de engelleyen eksik bir bakış açısıdır.

Çözüm Süreci'nin en önemli eksikliği hukuk/fıkıh üretilememesidir. Hâlbuki bizler en temel meziyetlerinden biri, hukuk üretmek olan bir medeniyetin varisleriyiz. Tabi ki hukuk üretmekten kastettiğimiz, mevzuat üretmek değildir. Sürecin yasal altyapısını inşa etmek ve bu süreçte görev alan bürokratları korumak için çıkarılan kanunlar da değildir.

Üretilecek olan hukuk İslam dünyasının klasik dönemlerde karşılaşmadığı ve tamamen ulus-devletlerin ürünü olan bir sorunu çözecekti: İslam ülkelerinde Müslüman azınlıklar sorununu. Bu yüzden bu konuda hukuk üretmek yasama organını da aşan, cemaatlerin, STK'ların, üniversitelerin, ama özellikle de İslamcıların aktif katkıda bulunacağı bir süreç olmalıydı. Şayet bu hukuku üretebilseydik, ortaya bütün dünyaya örnek olacak yeni bir Medine Vesikası örneği çıkarabilirdik. Hala da bu şansımız var.

Çözüm Süreci'nin diğer önemli eksiği ise bir ekonomi-politiğinin olmamasıydı. Bu süreci üretenler şayet Kürt sorununun ve terörün ekonomi-politiği üzerinde biraz kafa yormuş olsalardı, çözümün de bir ekonomi-politiği olması gerektiğinin farkına varabilirlerdi. Bu bölgede petrolün, ticaretin, kamu kaynaklarının dağıtımına dair yeni paradigma geliştirerek PKK'nın, devlet-Kürt ilişkilerini sömürgecilik ilişkileri üzerinden kurgulayan ve özellikle genç kuşak Kürtler arasında alıcı bulan paradigmasını etkisizleştirmedikçe ürettiğimiz her çözüm akamete uğrayacaktır.



PKK-HDP KÜRTER’İN TEMİCİSİ DEĞİL

PKK, HDP ya da bunların diğer uzantıları, Kürtlerin temsilcisi olabilir mi? Bundan sonra sorunun çözümü için neler yapılabilir?

Öncellikle şunu kabul etmemiz gerekiyor: PKK-HDP'nin, Kürtlerin temsilcisi olduğu vehmini en çok besleyen ve tahkim eden gelişme, bu Kürtlerin çözüm sürecinde devlet tarafından tek muhatap olarak kabul edilmeleridir. Burada Kürtlere adeta ‘bakın sizin adınıza bunlarla görüşüyorum, bundan sonra sizin temsilciniz bunlardır’ mesajı verilmiştir.

Ama artık Kürt meselesini konuşurken PKK-HDP merkezli analizleri ve çözüm önerilerini terk edemesek bile azaltmalıyız. Kürtlerden, içinde PKK-HDP geçmeyen cümleler kurarak konuşabilmeyi becerebilmemiz gerekiyor. Bunu terk etmediğimiz sürece zaten farkında bile olmadan bu örgütlerin, Kürtlerin temsilcileri olduğunu itiraf da etmiş oluyoruz.



PKK TERÖR PAZARINDA ÜRÜN SATIYOR, SÜREKLİ EFENDİ DEĞİŞTİRİYOR

PKK'yı ve siyasi uzantısını iki sebepten dolayı Kürtlerden ayrı düşünmek zorundayız. Birincisi uzun zaman önce iddia ettiği ve birçok insana da benimsettiği gibi, PKK artık ayrılıkçı ve milliyetçi bir Kürt örgütü değildir. PKK, uluslararası terör piyasasında ürünlerini en yüksek fiyata satmaya çalışan ve sürekli müşteri/efendi değiştiren bir terör konsorsiyumunun adıdır. Bir çatıdır.

Kürt meselesi üzerinde tekel kurmuş olması ve elinin altında kolaylıkla feda edilebilecek binlerce Kürt gencinin bulunması, PKK'nın en önemli rekabet avantajıdır.

İkincisi PKK, Kürtlerin siyasal, ekonomik, kültürel ve zihinsel gelişiminin önündeki başat bariyerdir. Bu örgüt özellikle son zamanlarda hem Türkiye'de hem de Suriye'de özellikle Kürtleri öldürüyor. Bu yüzden PKK ile Kürtleri özdeşleştirmek bir yana aynı cümle içinde kullanırken bile daha vicdanlı olmak gerekiyor.

Yeni bir çözüm için yukarıda da belirttiğimiz gibi hukuk/fıkıh üretme çabalarına ve adaleti, paylaşımı ve kardeşliği önceleyen bir ekonomi-politik paradigma oluşturmaya gayret etmek gerekiyor.

HAK VARSA VERİLMELİ

Bunun yanında bir halkın haklarını ve hukukunu bir terör örgütüyle pazarlık konusu yapmaktan vazgeçilmelidir. Hak varsa verilmeli, yoksa gündeme bile getirilmemelidir. Kullanılan dilin incitici olmamasına daha çok özen göstermeli.

PKK ve PYD'den kaynaklan sorunlar ile Kürtlerin meseleleri birbirinden bağımsız olarak değerlendirilmeli. Bu örgütlerle olan mücadele sanki dünyadaki tüm Kürtlere karşı yapılan bir mücadeleymiş ve sanki dünyanın herhangi bir yerinde Kürtlerin lehine olan herhangi bir gelişme kaçınılmaz olarak Türkiye'nin aleyhine olacak algısı değiştirilmeli.

Ve tabii ki PKK ve FETÖ gibi örgütlerle mücadele edilirken, bu sorunların ana kaynağı olan Kemalizm ile mücadele de ihmal edilmemeli. 

Röportaj: Muaz Ergü - Haber10




Bu haber 2497 defa okunmuştur.

YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
YUKARI