erotik shop
Bugun...


Kürt Siyasi Aktörlerin Sivil Siyaset ve Siyasal Şiddetle Sınavı
Kürtlerin sosyal, kültürel ve siyasal varlığını değişik gerekçelerle kendileri için engel veya sorun olarak gören iktidarlar, onları başta baskı ve şiddet yoluyla, sonradan da değişik yöntemlerle boyun eğmeye zorlamışlardır. Bu yüzden Kürtlerin, kendi kaderi ve siyasi-toplumsal geleceği noktasında tabi oldukları egemen devletlerin global ve bölgesel düzeydeki menfaat-güç siyasetlerinin hem nesnesi hem de araçları olma pozisyonundan, kendilerinin öznesi olabilecekleri bir siyasetin ve yapının kurulması mücadelesine erişebilme pozisyonu için isyan etmeleri kaçınılmaz hale gelmişti. Haliyle, uluslaşma bilincinin bütün dünya halkları gibi Kürtlerde de şu veya bu şekilde tevarüsü mukadder olmuştur.

facebook-paylas
Tarih: 03-02-2016 03:03
Kürt Siyasi Aktörlerin Sivil Siyaset ve Siyasal Şiddetle Sınavı
+ -

Birinci dünya savaşı devam ederken 1916’da vuku bulan Sykes-Picot gizli anlaşmasının öngördüğü siyasal sistemin yüzüncü yıl dönümündeyiz. Bu anlaşma, dönemin hakim güçleri eliyle Ortadoğu’daki kadim halkların ve inançların bünyesine aykırı bir biçimde çizilen sınırları ihtiva eder. Çizilen bu sınırlar son yüzyılda hepimizi gergin, sıkıntılı ve çatışmalı bir kadere mahkum etmiştir. Siyasal yönüyle mahkumu haline geldiğimiz bu sistem, beraberinde getirdiği kültürel ve ekonomik modernleşmenin dayanılmaz baskısıyla halkların değişim taleplerini zirve noktasına taşımıştır. Arap baharı diye nitelendirilen halk ayaklanmaları biriken sorunlarla günümüze kadar gelen sürecin doğal sonucuydu. Ne var ki bu değişim süreci, Küresel ve Bölgesel aktörlerin yeni dönemde bölge üzerinde insiyatif alma girişimleri sonucu Suriye’de tıkanma noktasına geldi ve ülke acımasız bir iç savaşın pençesine takıldı. Irak ve Suriye’de devam eden siyasi krizler tüm bölgeyi vekalet savaşlarının yürütüldüğü bir arenaya dönüştürmüş durumdadır.

***

Soğuk savaş döneminden sonra Ulus devletlerin dünya ölçeğinde bir değişim ve dönüşüm süreci yaşadığı malum. Denilebilir ki bugün küreselleşmenin etkisiyle dünya ölçeğinde ulus devlet paradigması hem niteliksel hem de formel olarak kabuk değiştirmektedir. Dünya tarihini siyasi yönüyle incelediğimiz vakit, halkların çoğu genel olarak uluslaşma sürecini 20.yy.ın başı ve ortalarında tamamladıkları görülmektedir.

 

Kürtlere gelince...

Kürtlerin geçen yüzyıldan bugüne içinde yaşadıkları coğrafyanın stratejik değeri ve bu stratejik değeri algılayabilme kapasitesinden mahrum oluşlarıyla sahip oldukları sosyal, kültürel ve siyasi bilinç arasında devasa bir uçurum olduğu gerçeğinin altını çizmek gerekiyor.

Bu bağlamda dünyadaki değişim ve dönüşümleri, kendi konumu özelinde anlayabilecek ve algılayabilecek siyasallaşmış bir tabandan yoksun olarak mücadele veren dönemin Kürt ileri gelenleriyle aydınlarını bekleyen kader, kaçınılmaz bir biçimde yenilgi olmuştur.

19. yy’da başlayan ve 20.yy’ın ilk çeyreğinde dünya genelinde süren uluslaşma süreci, Ortadoğu coğrafyasının kadim bir halkı olan Kürtleri her açıdan trajik bir konum ve travmaya sürüklemiştir. (Bu durum sadece Kürtleri de değil, aslında uluslaşma sürecine yabancı diğer toplulukları da olumsuz etkilemiştir.)

Bu süreçte Kürtler, Ortadoğu’da ulus devlet olma çabası içine giren devletlerin envai türden baskısına maruz kalarak feodal kültürün etkin olduğu bir yapıdan uluslaşma bilinci ekseninde yeni bir merhale olan ‘toplumsallaşmaya’ doğru evrilirken, toplumun asli dinamiklerini törpüleyici bir biçimde cereyan eden sekülerleşmeyle paralel olarak bazı açılardan talihsiz sonuçlar yaşamışlardır. Bu baskıyla birlikte geleneksel değerlerinin muhtevasından kopuk ve tamamen soğuk savaşın ideolojik sol kültürüyle laikleşme şeklinde cereyan eden süreç; Kürt kimliğinin karakteristik yönünü ve tarihsel boyutunu kendi doğal mecrası içinde iç dinamiklerine dayalı olarak dönüşümünden ziyade radikal, dışsal bir dayatmayla değişimini kamçılamıştır. Bu süreç tabir yerindeyse Kürtlüğün yeniden tanımlanması ve oluşturulmasıyla eş-zamanlı olarak vuku bulurken, bir şekilde onun doğal zemininin de tahribine yol açmıştır. Denilebilir ki 70 ve 80’li yıllarda Kürt coğrafyasındaki siyasi aktörlerin ve aydınların zorunlu olarak ‘ulusal’ Marksist-sol düşünce dünyasının kavramlarıyla kendi sorunlarına eğilmesinin doğurduğu sonuçlardı bunlar.

Kürtlerin sosyal, kültürel ve siyasal varlığını değişik gerekçelerle kendileri için engel veya sorun olarak gören iktidarlar, onları başta baskı ve şiddet yoluyla, sonradan da değişik yöntemlerle boyun eğmeye zorlamışlardır. Bu yüzden Kürtlerin, kendi kaderi ve siyasi-toplumsal geleceği noktasında tabi oldukları egemen devletlerin global ve bölgesel düzeydeki menfaat-güç siyasetlerinin hem nesnesi hem de araçları olma pozisyonundan, kendilerinin öznesi olabilecekleri bir siyasetin ve yapının kurulması mücadelesine erişebilme pozisyonu için isyan etmeleri kaçınılmaz hale gelmişti. Haliyle, uluslaşma bilincinin bütün dünya halkları gibi Kürtlerde de şu veya bu şekilde tevarüsü mukadder olmuştur.

Kürtlerde uluslaşma bilincinin başladığı dönem 1970’li yıllara, yaygınlaştığı ve yükseldiği dönem ise 1990’lı yıllara tekabül eder. 70’li yıllarda meşru taleplerini gayet makul yöntemlerle ifade eden, kitleselleşerek günbegün sivilleşme ekseninde legal siyasi bir mecrada ilerleyen Kürt hareketlerinin kendi geleneksel dokusuyla zayıf bir biçimde kurduğu bağın getirdiği dirençsizlik dikkate alındığında, dış bir müdahaleyle kolayca manipule edilebilmiş olması ve bugün hala daha çoğumuzca fark edilmesi imkansız bir siyasetin ve her dönem yenilerek devam ede gelen stratejinin aracı haline dönüştürülebilmiş olmaları sürpriz sayılmaz. Özellikle Kürt milliyetçiliğinin yaygınlaştığı 1990’lı yıllar, bu tarz bir siyasetin neticesinde vuku bulan kör-şiddet ile sistemin bölge halkına reva gördükleri olduğu gerçeğinin altını çizmekte yarar var.

Ortadoğu’ya hükmeden ve yeni bir paylaşım savaşında açık kartlarla vekalet savaşı yürüten büyük güçlerin, bölgesel ve küresel planları kadar çıkarlarını koruma yöntemlerinin değişebilirliği  dikkate alındığında, tarihten belli oranda ders alabilmiş politik bir tecrübeye sahip Kürt siyasi aktörlerin, coğrafi değeri paha biçilmez bir bölgede kendi kaderleri üzerinde söz sahibi olabilmelerini zorlaştırmaktadır. Hakeza bu çok esnek ve karmaşık dengelere gebe zeminde  varoluş mücadelesi vermeleri de kolay olmasa gerek...

Bugün değişen dünya ve bölge koşulları, düne nazaran Kürtlere büyük fırsatlar sunmaktadır. Ne var ki mevcut kimi Kürt siyasi aktörleriyle bir kısım aydınlarının değişen dünya koşullarından anladıkları şey ile değişen bölge ve dünya siyasetinin akmakta olduğu mecra arasında ciddi bir uyuşmazlık ve çelişki vardır.


Değişen dünya ve bölge siyasetinde şiddete yer var, sivil ve barışçıl politikalara da… Hangi seçeneği tercih edeceğinize bağlı olarak gelişiyor olaylar.

Soru şu: Kürtlerin kaderini siyasal şiddet mi yoksa sivil ve barışçıl politikalar mı belirlemeli?

Bu sorunun cevabını aramak bugünkü Kürt aydınlarının ve politikacılarının tartışması ve karar vermesi gereken bir konudur.

Çünkü şiddet, 21.yy’ın şartlarında değişimi tökezlemek ve kendi konumunu muhafaza etmek isteyen statükocu güçlerin can simididir.  Yakın zamanda, Suriye’de değişim isteyen halkına silah doğrultarak siyasal çözüm zeminini şiddetle manipule eden Esad ve Baas rejiminin tutumu buna somut örnek olmuştur.

Bu bağlamda altını çizmekte fayda olan diğer bir konu da şudur: Eski Türkiye’de varlığı ve hakları inkar edilen Kürtler için silahlı mücadele veren PKK’nin, kendisine açılan barışçıl- sivil siyaset kredisini pervasızca değerlendirmeye kalkışması ve Suriye’de aldığı pozisyon, tercih ettiği cephe itibariyle Türkiye’de bunca zamandır yürttüğü silahlı mücadele pratiğinin 'haklılık' gerekçesini kendi eliyle ortadan kaldırmıştır.

Ortadoğu’nun değişime direnen dikta yönetimlerinin, şiddeti bir yandan ömürlerine ömür katmak için bulunmaz bir nimet olarak gördüğünü, diğer yandan bu darboğazı şiddetin bizatihi kendisini bahane ederek, bir başka ifadeyle ‘’terör veya şiddet’’ argümanıyla gerçekliği manipüle edip çürüyen bünyelerini yapısal açıdan kısmen tedavi ederek yenidünya düzeni içinde konumlama çabası içinde oldukları göz önüne alınırsa, 

Ortadoğu’da sınırların değişmesinin konu edildiği yeni dönemde ‘demokratik çözüm’ iddiası ve söylemiyle mücadele veren Kürt siyasal aktörlerin tutarlı ve ferasetli bir siyaset için şu noktalarda tercihleri elzemdir diye düşünüyorum.

 

1- Şiddetten tamamen uzaklaşmış bir biçimde hakiki anlamda demokratik bir kulvarda asli sorunlarını gündeme taşımaları…

2- Kürt coğrafyasında varlık gösteren siyasi hareketlerin en başta geçmişleriyle yüzleşmesi… Geçmişle yüzleşme, stratejik kaymayı durduracağından tabandan farklılaşmış bir siyasi aklın kendi özüne ve realitesine dönüşünü kolaylaştıracaktır.

3- Demokratik ve tamamen barışçıl siyaseti eksene alarak kendi içindeki farklı toplumsal kesimlere ve her türden inanç ve düşüncelere açık, şeffaf ve çoğulcu bir anlayışı hakim kılmaları elzemdir.

Bu bağlamda Suriyeli Kürtleri temsillen Cenevre’ye PYD yerine ENKS’nin çağrılması da herkesin üzerinde düşünmesi gereken bir konudur.

Hasılı Kürtlerin, bugün içinde yaşadıkları ülkelerin siyasi sistemlerin demokratikleşmesi ve çoğulculaşması için mücadele vermeleri yararlarınadır. Çünkü uzun vadede istikrara kavuşmuş Ortadoğu’da hakiki demokratik sistemler, her türden çözümün formülünü potansiyel olarak ihata ve ihtiva ederler.


Şu bir gerçek ki; Totaliter ve baskıcı sistemler değişmeden Kürtlerin Ortadoğu’da arzu ettikleri statüye ve tabii haklarına diğer halkları da ikna ederek kavuşması, aynı zamanda bölgenin de tarihsel dinamiklerine uygun bir tarzda asıl eksenine oturması çok zor görünüyor. Bu ise hali hazırda; ''Kürtlerin iç ve dış ilişkilerde diğer komşu milletlerle kardeşlik ve barış temelinde bir dili ve duruşu ortaya koymalarıyla mensubu oldukları ülkelerin değişim ve dönüşümüne katkı sunmaları'' şeklinde özetlenebilir. Irak'ta bu koşullar kalmadıysa bile Türkiye ve Suriye'de bu yöntemin denenmesinin çözümde gerçeklik payı daha yüksektir. Kürtler bu noktada Irak'ta başarılı bir sınav verdiler. Irak'ın bugün siyasal bölünmüşlük ve istikrarsızlık içinde olmasından dolayı dünyada hiç kimse Kürtleri suçlamıyorsa durup düşünmek lazımdır. 

Ötesi boş hamlelerden ibaret, çözümsüzlüğü ve çaresizliği çözüm diye diretenlerin ülkeden ülkeye farklılık arz eden spesifik ve çağın normlarıyla uyuşmayan modelleri çözüm diye masaya koyanların siyaset-sizliği’dir.  Öyle ki artık ‘malum siyasetin, bir halkın geleceğini ipotek altına alanlara ve bugün de birbirine üstünlük kurmak için kapışan küresel ve bölgesel aktörlerle Türkiye’de başkanlık sistemine negatif bir tutumla iç siyasi çekişmelere malzeme taşıması dışında bir şey başarabileceğine inanmak, mevcut durumda güç geliyor insana…

Bu yanlış ve tutarsız politikası nedeniyle PKK’nın Türkiye’deki 2,5 yıllık barış ve çözüm ortamını sabote ettiğine şahit olduk.

7 Haziran’dan sonra çözüm ve çatışmasızlık sürecinin bozulması beraberinde bir kez daha şiddet sarmalını getirerek toplumu demoralize etmeye ve çözüm fikrine ilişkin sözü, çabası olan insanları dar bir kıskaca hapsetmeye başladı.

İlçe merkezlerinde kazılan hendekler ve süren çatışmalar, operasyonlar bazılarının niyetini ayan beyan ortaya çıkarmıştır. Burada sivilleri sürekli çatışma alanı içine çekip ölüme itmekle kaos senaryosu peşinde olanlar var. Bazı güçler ''iç savaş'' koşulları için çaba harcarken, bazıları da darbe mekaniği için fırsat kolluyor. Bu ülkede milletin feraseti iç savaşı önleyebilir belki ama yönetimde istikrarsızlık ve huzursuzluğun derinleşmesi 'darbeye' davetiye çıkarabilir. Bir yandan bu süreci iyi yönetmek, öte yandan da bir an evvel iç barışı tahkim edici, çözüm perspektifini içeren yeni bir sayfanın açılması gerektiğini düşünenlerdenim.

Veysel Yenigül - Fikir Zemini 




Bu haber 2908 defa okunmuştur.

YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
YUKARI