YeniŞafak gazetesinden Leyla İpekçi yazdı:
Muhafazakâr kesim iktidarın nimetlerinden yararlanmaya başlayıp da zaaflarıyla yüzleştikten sonra kendi nefsini sorgula maya başladığında hep aynı şeyi gözlemledim: Yetiştiğim çevrede 80 sonrası ‘muhalif yerli-Batılı laik’ kitlenin idealist sosyalist ahlaklı elemanları nasıl değerlerinden çözülme sürecine girmişse, tıpkı onların yaşadığı gibi bir liberalleşme serüvenini ikinci kez seyrediyordum.
“Biz Müslümanız, bu kapitalist küresel sisteme uymak zorunda değiliz” diye başlayan serzenişlerin hayat pratiklerinde nasıl da silineceğini az çok görebiliyordum. Hatta zaman zaman konuşuyordum da muhafazakâr kesimden eş dostla.
“Henüz parayla övgülerle, iktidar alkışlarıyla, itibar ve şöhretle, protokol sıralarıyla, gösterişli evlilik törenleriyle, çocukların kolejlerde okumasıyla sınanmadınız ki. Korkarım aynı yanılgı içindesiniz” diyordum. Gerçekten de özellikle son on yıllık süreçteki özeleştirilere bakınca, en yakınımdaki muhafazakâr eş dost ahbap bu anlamda ahlakî çöküntü içinde olmaktan nasıl kurtuluruz derdiyle dertlenmiş durumdalar giderek her fırsatta.
***
Çoluk çocuk yetiştirmek dahi büyük sorumluluk böyle bir iklimde. Bir yandan ‘milli ve yerli’ değerlerimizi yetkin hale getirip sahip çıkalım, bir yandan dünyaya açık, Batıyı bilen gençler yetiştirip dört bir yana salalım derken gençler sosyal medyanın baskın gücüyle küresel tektip bir yaşam tarzının esiri olmaya başladı giderek.
Çocuklarıyla sınanan muhafazakârlar aile yapısında da çıkmazlara düştü. Kadın erkek ilişkileri giderek hak talep etme ve sen ben davaları yüzünden sabır tahammül ve rıza parametrelerinden koptu. Aileler kolayca dağılmaya başladı. “Ne farkımız var laik kesimden” diye sitem edip duruyor en yakınlarım.
Ah diyorum, ah! Yanılgı en baştan beri vardı. Geçmişte tam model Müslüman’dık, çok ahlaklıydık yanılgısı yüzünden şimdiki çürümeyi yerli yerince değerlendirmek zor oluyor. Sorun şu ki geçmişte hep mağdurdunuz. Hakkınız yenmişti, ordudan devletten, okullardan atılmıştınız. Güçle sınanmamıştınız ki!
***
Yetiştiğim yerli-Batılı, laik, liberal, küresel, demokrat, muhalif çevrede (ki bu sıfatların her biri giderek anlamsızlaştı) içten içe sezilen din düşmanlığının üzeri 28 Şubat döneminin son derece zalim uygulamaları karşısında kurduğumuz vicdanlar ittifakı döneminde olabildiğince örtülmüştü aslında. Erdoğan nefretiyle giderek alenileşmesi daha sonraki döneme rastladı, özellikle Gezi kalkışması ve sonrasına.
Fakat bu süreç yine de belli bir iç içeliğe imkân tanıdı. Kalpten kalbe giden yollar mümkün olduğu kadar açıldı, aşıldı karşılıklı. Artık en Kemalist, en katı laik kitleler bile eskisi kadar tavizsiz, hoşgörüsüz değil çevresindekilere karşı. Her şehirde açılan üniversitelerde en zıt kimlikliler karşılaşıp kaynaşıyorlar. Halk arasındaki hayat tarzı veya ideolojik ayrımlar eskiye oranla yumuşadı.
Buna mukabil bütün öfke ve nefret yöneticilere, Tayyip Bey’e ve devlete yöneldi. Gelgelelim laik kesimde siyasete karşı gösterilen muhalif tutumdan farklı olarak sosyolojik açıdan görülen kısmi tahammül bu ayrımcılıktan mağdur edilmiş muhafazakâr kesimde henüz hakkıyla gerçekleşmiş değil. Örnek vereyim.
***
Geldiği çevrenin içinde yaşarken az çok almış olduğu Müslüman kültüre rağmen sol değerlerin etkisiyle dine mesafeli büyümüş olanların bir gün beş vakit namaza başlaması veya hayat tarzlarını tamamen değiştirerek başka türlü yaşamaya başlamaları karşısında: Bu kişilerin “aramızdan birileri” olduğunu unutarak, onları Anadolu’nun yansıttığı en muhteşem karmaşalarımızın ruhundan bir parça olarak değil, apayrı bir ‘gavur’ dünyadan geldiğini ve ‘ihtida’ ettiğini sanıyor mesela kendine “İslamcı’” diyen geniş bir kitle.
Sanki yerli-Batılı bir hayat yaşayan herkes ateist olmak zorundaymış gibi, sanki kalbini yarıp içine bakmışlar gibi, “aramıza hoş geldin” alkışlarıyla, aslında kendi nefislerini alkışlıyorlar: Kendi durdukları yeri sanki doğuştan Müslüman olmakla çoktan hak etmişler gibi bir kibirle hem de. (Elbette genelleştirip herkesin hakkını yemek istemem ama bunu da kayda geçirmek gerekiyor.)
Siz ise sanki İslam bir mahallenin veya bir kesimin tekelindeymiş gibi, “aramıza gelenler” olarak kalıyorsunuz. Size hep “ihtida” hikâyeleriniz soruluyor. Kendileri hidayetlerini tamamlamış gibi. Ve tabii ki geldiğiniz yeri eleştirmeniz bekleniyor. Sanki kalbiniz genişleyince mahalleniz darlaşacak ve illa sadece bir tarafa ait olacakmışsınız gibi.
Bu da yetmiyor. Siz eğer onların doğuştan sahip oldukları ‘mahalleli imtiyazları’nı kendiliğinden paylaşmaya başlıyorsanız, mesela sizin eserlerinize muhafazakâr kesimin entelektüel kurumları bir ödül filan takdir ediyorsa: “Bu gavur da nereden çıktı, bu mu temsil edecek bizim en kutsal, en temiz, en hak edilmiş İslami değerlerimizi?”
Bu minvalde veya çok daha ağır küçümsemelerle, vicdanlarındaki ayrıştırmayı açığa vuruyorlar. Bazen başörtülü kızlara benim geldiğim kitlede gösterilen tahammülsüzlükten çok daha ağır şekilde vuku buluyor üstelik bu kaba sataşmalar. (Elbette bunu da genelleştiremem ama oldukça yaygın bir yaşanmışlık tecrübesi bu.)
***
Allah’ın Doğusu Batısı olmadığı gibi tekrarı da yok, her kalpte tecellisi biricik. Kimse kalbindeki nuru birbirine bir cemaat veya mahalle aidiyeti üzerinden gösteriş yaparak kanıtlamakla yükümlü değil. Mümkünse “bu bizden, şu değil” ayrımının tevhid şuurunu zedelediğini ve yükümlü olduğumuz ‘güzel ahlak’ tamam olmadan dinin kemale ermeyeceğini artık biraz olsun fark edin. Demek istiyorum nefsimize bir kere olsun.
Zira karşımızdaki kendi nefsimizin bir suretidir, aynayı bize tutar.
Kitleler toplu halde İslam’a geçebilir ama iman nuru insanın kalbinde bir sır. Bu nasibin sırrını Allah bilir. Şeriat elbette cemaat içinde yaşanır. Lakin toplu irşad diye bir şey yok.
Nefsimizi Müslüman etme mücahedesi ferdi bir gayret. Ki bunu tamamlamadan “aramıza hep sonradan geldiği için ayrıksı duran” kardeşlerinizi ısrarla kınayıp yaftalayıp hakir gördüğünüz sürece, yani vicdanınızda ağyar kaldığı sürece yâr yüzünün sakini olamazsınız. (Nereye bakarsam O’nun yüzüdür gördüğüm mertebesinden bahsediyorum). İster küresel kapitalizmde ister cumhuriyette. Hangi mahallede, hangi cemaatte yaşarsanız yaşayın.