Hazin bir hayat hikayesi seninki…
Anadolu’nun bereketli topraklarından kopup gelmiştin. Payitaht’ta ‘Hukuk’ okuyacaktın. Derken bir ‘öğrenci evi’ne yerleştin. Dava ateşi benliğini yakıyor kavuruyordu.
İdealisttin, her genç gibi…
“İslam bir bütündür. Sanatıyla, sporuyla, müziğiyle, hukukuyla, çarşısıyla, pazarıyla, mimarisiyle, estetiğiyle… Biri olmazsa diğeri de olmaz, İslam bir kompozisyondur.
Hepsi birden mükemmel yaşanmalıdır ki, bir anlam ifade etsin!” diyordun.
“Yoksa siz, dinin bir kısmına inanıyor, bir kısmını inkar mı ediyorsunuz?” Yüce İkaz’ı her an seninle beraberdi.
“Bir mezun olayım. İslam Hukuku’nu uygulayacağım. İnsanın, hayvanın, bitkinin, suyun, ateşin, toprağın, havanın… hakkını koruyacağım.” diyor, eğer zerre kadar saparsan Öte Dünya’da azap çekeceğine inanıyordun.
Örnek hukuk metinleri, seni heyecandan heyecana sürüklüyor. “Ne muhteşem bir inancım var. Hayatın tüm alanlarına müdahale etmiş. Bir boşluk bırakmamış” diyordun.
Sorular zihninde peşisıra diziliyordu:
“İslam ülkesinde katil İncirlik Üssü olur mu? Faizci kapitalist düzen, Müslüman mahallesinde ne vakte kadar salyangoz satacak?
Fuhşa sürüklenen kadınların kızların yuva kurma hakkı yok mu?
Kadınlar, kadınların mutluluğunu neden istemez? Yaradılışta eş, dinde kardeş değiller mi?
Miras, neden insanların gönlüne ve keyfine bırakılmış? İslam Ceza Hukuku varken, ceberrut kanunları uygulamak da niye?”
Stajyerlik için başvurduğun hemşerin, sendeki takvayı, şuuru çabucak farketmişti. Sana Adliye’de iş postalıyor, dosyalar arasında bir ileri iki geri, uygun adım gidiyordun. Bir “Marş marş!” diyenin yoktu!
Koltuğunda evraklar, şuursuzca yürüyor yürüyordun. Yaşadıkların yaşayacaklarının teminatı mıydı?
Yol boyu düşündün.
Az önce katip/katibe istediğin dosyayı çıkarmakta gönülsüz davranmış, biri kulağına fısıldayıp, “Bu şempanzeleri doyurmazsan istediğini yapmazlar, dımdızlak ortada kalırsın” demişti.
Şaşkındın: “Ne demek bu, anlamadım!”
Öteki fırsatı kaçırmamış; hinoğlu hinliğini konuşturmuştu:
“Ben de avukatım. Dosyayı raftan indirmek 100, hatırı sayılır dava ise 500 lira. Biz de ilk başta vermiyorduk, ama baktık, kazın ayağı öyle değil, savurmaya başladık. Maymun gözünü açtı, bir kere”
İkilem içinde kalmıştın. Bir tarafta stajyerlik, diğer tarafta “Rüşvet alan da veren de ateştedir” hadisi.
Gayriihtiyari elin cebine gitti. Ne olduğuna bakmadan görevliye(!) uzattın. Fotokopi sırasına nasıl gittin, ne kadar zaman geçti, anlamadın bile.
İlk şoku atlattın ya, günahın biri bin para. Yıllardır yanından ayırmadığın Mecelle, uygulama metni değil, bir kültür kitabıydı(!), artık.
O gece gözüne uyku girmedi. Nasıl yapmıştın bunu? Hani haramla işin olmazdı?
Geç uyumuş olmalısın ki, patronun telefonuyla ancak kendine gelebildin.
Kelli felli avukatın geleni gideni eksik olmuyordu. Sen de meraklı gözlerle bakıyordun. O akşam, cebine bir zarf kıstırdı.
Sen tuhaf tuhaf bakınca, “Üzümünü ye, bağını sorma. Ankara gibi yerde asgari ücretle yaşanır mı?”
Bir saati geçmeden telefonun çaldı:
“Sen yeni avukatsın değil mi? Yarın 9’da Adliye’de ol, işimiz var. Hani cebindeki zarf var ya, o bizden sana hediye. Güle güle harca!”
Meğer, minareyi çalan kılıfını hazırlamış, iyiden iyiye kumpasa gelmiştin. Çarkın içindeydin. Öğütüyor da öğütüyordu seni.
Can havliyle manevra yapıyor, kuşatmayı yarmaya çalışıyordun:
“Abi, 28 Şubat Davasını izleyebilir miyim?”
“Ohoooo, olmuşla ölmüşe çare mi var? Nerden baksan 20 yıl geçti, boşver, daha önemli işlerimiz var. Bankacılar gelecek, az sonra!”
“Peki, söz vermiştim arkadaşlara, Yasin Börü davasını bari izleyeyim”
“O işlere girme, para mı veriyorlar, sanki?”
Umudun azalmış, direncin kırılmış, aşkın tükenmiş, sevdan bitmişti. Sıradanlaşmıştın. Sen de onlardan biriydin artık.
İşi gücü bırakıp memleketine dönsen, “O kadar okuduğun boşa mı gitti?” diyecekler, dönmesen kalsan, vicdanınla cüzdanı arasına sıkışmış bir zavallı olacaktın.
Oldun da…
Şimdi politika bile yapıyor, temayülde destek istiyorsun. Sana bel bağlayanlar, dolu çantalarla gelip boş çantalarla çıkıyorlar.
Başkasının düzeninde ideal aramışsın. Değiştiremeyince değişmişsin.
Seni de kaybettik.
Bukalemunlara taş çıkartıyorsun. Etrafın ucuz adamlarla dolu. “İnsan iddiasından vurulur” diye boşuna dememiş, İsmet Özel.
Ama ne gam!
Sen kaybettin diye dünya yas tutacak değil ya… Emeğin ve adaletin bayrağı yere düşmez.
Sen düşsen de…
Tarık Sezai Karatepe - habermektebi.com