Bu kadim topraklara "barış" yakışır diyen Tahir Elçi'yi de katlettiler; Dört ayaklı kadim minarenin önünde hem de…
O minare ki canlı tanığıdır bu topraklardaki derin muhabbetle süzüle gelen kadim bir kardeşlik mirasının. Kadirşinas bir mazinin emanetiydi çünkü. Bir kaç gün önce Sur ilçesinde çıkan bir çatışma esnasında ayakları darbe almış ve epey tahrip olmuştu. Görüntü ve fotoğraflar sosyal medyaya yansıyınca çoğumuzun içi acımış ve feryad etmiştik.
Elçi'ye göre geleceğimize barış hakim olsun da ne olacaksa olsundu belki; ama ortak tarihi mirasımızdı bizleri ebedi kardeşlikte buluşturacak yegane anahtar… Onu katledenler öyle anlaşılıyor ki bu milletin tarihine de, geleceğine de, barışına da apaçık düşmandır.
Elçi’nin kaderi, tıpkı bütün derdi ve davası, bu yaralı coğrafyanın; /artık kabuk bağlamış, günden güne derinleşen ve hepimizi bilinmez bir uçuruma doğru sürükleyen/ o talihsiz kaderine benziyordu. Barış, eşitlik ve çözüm kavramlarını hemen herkes kullandı belki ama hiçbirimizin vurgusu, onun bu kavramları sahipleniş tarzı ve dillendirmesi kadar ısrarlı ve etkileyici olmadı belki…
İki baskın gücün etkisi ile arada kalan Türkiyeli Kürt aydınların trajik kaderini yaşıyordu çoğu zaman. Diyarbakır Barosu başkanlığı görevini üstlendikten sonra sadece bir insan hakları ve hukuk savunucusu kimliğiyle değil, artık siyasi ve kanaat adamı kimliğiyle de zorunlu olarak bir ağır yükün altına girmişti. Barış'ı ve diyaloğu temsil etmenin ağırlığını hissediyordu omuzlarında…
Tahir Elçi, PKK'lı değildi. Malesef seçim arefesinde katıldığı bir televizyon programında ajitatif ve absürd bir soruya gereksiz bir cevap vererek o imajın oluşmasına neden oldu. Bulunduğu konum itibariyle, o sorunun cevapsız bırakılması gerektiğini bilmeliydi. O ani reflekle gelen hatası belki de hayatına mal oldu. Çünkü açıkça karanlık ve puslu ortamın avcılarına hedef olmuştu.
Eşref Bitlis, Gaffar Okan, Musa Anter ve Tahir Elçi.... Bu milletin has evlatlarını kadim kent Diyarbekır'de katletti Karanlık Yapılar. Bütün bunların birer teasadüf olduğunu mu düşünelim yani… Hepsinin de ortak özelliği ve düşüncesi bu milletin selameti, eşitliği, kardeşliği, barışı ve huzuru idi. Bugün katledilen sadece Tahir Elçi değildi aslında; onun şahsında barış, çözüm ve kardeşlik fikriydi bir kez daha hedef alınan.
Türkiye, bu kuşatılmışlık çemberi içinde birden çok tehdit unsuru ile mücadele ediyor. En büyük tehdit ise iç barışı açıkça hedef alan devlet içindeki 'kripto' Paralel unsurlar ile ne olduğu belirsiz şu Ydgh denilen paravan örgüttür. Tahir Elçi cinayeti böylesi bir dönemde faili meçhul kalırsa bundan kazançlı çıkacak olan, bu paravan yapılar ve arkalarındaki güçler olacaktır. Bu nedenle, mutlak surette fail bulunmalı ve olay aydınlatılmalıdır.
Musa Anter'in 90’lı yıllarda öldürülmesi, o gün kime ve kimlere yaradıysa, Tahir Elçi'nin ölümü de bugün odur. Bunu açığa çıkaracak olan, elbetteki bütün sıkıntılara rağmen artık bir umut olmaktan öte realiteye doğru seyreden 'Yeni Türkiye' vicdanıdır. Barış ve huzur diyenlere kalkan eller ve sıkılan kurşunlara lanet etmekten başka şimdilik elden ne gelebilir ki…
Şu bir gerçek ki Elçi, iki tarafa da (hem Devlete hem PKK’ya) mesafeliydi. Ama, özünde Kadim tarihe sahip çıktığı ve bir nedeni de ''hendek siyaseti'' olan ucubeliği eleştirirken vuruldu.
Elçi’nin eşi can havliyle yakarıyordu: ‘’Dört ayaklı minare yıkılsaydı da sen yıkılmasaydın’’ diye.
Maalesef yıkıldı barış ve hukukun elçisi! Acı olan şu ki dört ayaklı minarenin hemen yanında alınıyordu aramızdan.
Gerçek şu ki: Kadim bir mirasa sahip çıkarken ve güzel şeyler söylerken vuruldu. O tarihi cami önünde vuruldu. O, artık kadim bir mirasın göbeğine gömülmüştür.
Mekanı cennet, Ruhu şad olsun.
Veysel Yenigül - Fikir Zemini