1 Kasım sonuçları herkesin şapkasını önüne koyup analiz etmesi gereken sonuçlar doğurdu.
Erdoğan, cemaatin sergilediği tavır karşısında tavrı en net olan liderlerden biridir. 7 Haziran seçiminde ortaya çıkan kaotik tabloyu lehine çevirmek için büyük bir performans sergiledi.
Ak Parti'nin, daha doğrusu Erdoğan'ın en büyük başarısı , Cemaatin dini terminolojisi semantik bir müdahale ile yapı bozunuma uğratan retoriği ve Kur'an'ı menfaatlerine uygun aracı bir metin haline dönüştüren yaklaşımını; devlet katmanlarında örgütlenmedeki hukuk ve adalet tanımaz pervasızlığnı; Cemaatin çıkarlarını korumak için her şeyi meşru sayan pragmatizmin; İktidar eleştirisi yaparken, bu toplum kültürüne ve değerlerine savaş açan siyasal kesimlerle yaptığı ahlak temelinden yoksun işbirliğini ortaya çıkarması oldu.
Cemaat liderinden gelen her emri sorgusuz sualsiz kabul eden Cemaat militanları ise içinde bulundukları pozisyona hiç bakmaksızın, partileri lider sultası var diye eleştiriyor. Oysa sosyolojik gerçek lider sultalarının teolojik temelini inandığı cemaatin lideri oluşturuyor olduğudur.
Cemaat o kadar çok insanın kalbini kırdı, hayalleriyle oynadı ki, haklı olduğu konularda bile yanlarında kimseyi bulamıyor. Çünkü başka kişi ve gruplara darlık zamanlarında hiç yardımcı olmadılar. Dahası mazlum kimseleri terörist, İrancı diye suçladılar ve kendi dışındaki herkesi kategorik olarak dışladılar.
Cemaatin izlediği politika ve yaptıkları sorunlu ahlaki yapıları olan insanların bile yapamayacağı/yapmaktan utanacağı davranışlarla dolu. Bu yüzden 1 Kasım sonucunda Ak Parti karşısında aldıkları pozisyon sonuç vermedi.
Bütün siyasal geleceğini 1 Kasım seçimlerinde Ak Partinin kaybedeceği üzerine inşa eden Cemaat mensupları, istediklerini alamayınca iyice şirazeden çıktılar.
Aslına bakılırsa Cemaatin ve cemaat yapılarının çözülmesini sağlayan gelişmelerin yaşanması, Cemaatin iktidarla yürüttüğü savaştan daha belirleyici olacak. Türkiye'deki resmi din anlayışı ile Cemaat ve tarikatların din algısını ayakta tutan mülkiyetçi dini söylemin çözülmeye başlaması, bu yapıların geleceğini tehdit eden en önemli gelişmedir.
Gülen Cemaati de dahil bütün Cemaatler liderlerinin merkezi konumunu sağlamlaştıracak bir dini retorik üretirler. Cemaat ve tarikatlar oluşturdukları yapıyı tehdit edecek demokratik epistemolojiden ve yeni dini yorumlardan kaçarlar. Onlara göre yeni yorumlar dini tehdit etmektedir. Aslında tehdit edilen din değil, din üzerinden din üzerinden oluşturulan sadakate dayalı Cemaat retoriğidir.
Dini cemaat veya tasavvuf geleneğinde demokrasinin tehdit olarak salgılanmasının altında mensupları üzerinde inşa ettikleri sadakat dayalı söylemin zarar göreceği endişesinin etkisi nedir? Kuşkusuz cemaat ve tarikatlar dayandıkları epistemoloji gereği demokrasi ve özgürlükten şeytandan kaçar gibi kaçarlar.
İçtihat kapısının kapatılması sonucu ortaya çıkan yerleşik veya değişime kapalı din algısı kendi kurumlarını yaratmıştır. Bu kurumlar halk üzerinde mülkiyet kuran bir din dili oluşturmuşlardır. Yeni yorumlar bu mülkiyet ilişkisini sarsacağından tepki ile karşılanmaktadır. Cemaat ve tarikatlar bu yerleşik din dilinin en önemli savunucularıdır.
Dinin öz anlamından uzaklaştırılarak geleneksel/kültürel bir çizgiye çekilmesi bir yandan avamın din algısını şekillendirmiş, diğer yandan avamın gerçek din ve hikmet ile arasını iyice açmıştır. Bu açılımda cemaatlerin din algısının büyük etkisi olmuştur.
Dini teolojik bilgi yerini itaat ve sadakat kültürüne bıraktığında, demokratik çoğulcu epistemoloji reddedilecektir. Arkadaşlarıyla müzakere eden Peygamberin yerini itaat edilen Peygamber alacaktır; "siz dünya işlerini benden iyi bilirsiniz" diyen Peygamberin yerini her konuda sorgusuz itaat edilen Peygamber alacaktır.
Türkiye'de cemaat, tarikat gibi dini kuruluşlarda veya siyasal partiler ve dernekler gibi örgütlenmeler de demokratik dile karşı direnç nasıl analiz edilmelidir? Sanıyorum demokratik yönetime karşı direncin kaynağında, bu örgütlenmelerin kitle ile kurdukları itaat/sadakat ortamının bozulma endişesi yatmaktadır. Bu durum din dilinin de siyaset dilinin de demokratikleşmesini önleyen bir mekanizma oluşturmakta ve otoritelere bağımlılığı artırmaktadır.
|
||
İçtihat kapısının kapatılması sonucu ortaya çıkan yerleşik, durağan, geçmişi tekrar eden veya değişime kapalı din algısı kendi kurumlarını yaratmıştır. Bu kurumlar halk üzerinde mülkiyet kuran bir din dili oluşturmuşlardır. Yeni yorumlar bu mülkiyet ilişkisini sarsacağından tepki ile karşılanmıştır. İlahiyat fakülteleri ve Cemaat-tarikat ekseninin hakim görüşü Gazali-Eşari çizgisidir. Bu söylemin oluşturduğu hakim görüşü tehdit eden dini söylemlere karşı çıkarlar. Bu yüzden Mustafa İslamoğlu ve Mehmet okuyan gibi ana çizginin dışında kalan okumalara şiddetle karşı çıkarlar. Cübbeli Ahmet ile Mustafa İslamoğlu arasındaki tartışma da bununla ilgilidir. Mustafa İslamoğlu’nun İslam okuması, Cübbeli Ahmet Hoca'nın oluşturduğu mülkiyet düzenini tehdit etmektedir. Mehmet Okuyan ise hem İlahiyat içinde yer almakta hem de egemen din söyleminin dışında bir anlayış inşa etmektedir. Bu durum, İlahiyatların her ne kadar resmi anlayışı derinleştirmek için tahkim edilse bile, farklı anlayışlara da zemin hazırlamaktadır. Özellikle cemaat ve tarikatların bu isimlere şiddetle muhalefet etmeleri kitleler üzerinde kurdukları hegomonik dilin kırılacağı ve etkisini yitireceği endişesinden dolayıdır. |
Cemaate diğer partilerin eleştirel yaklaşmamalarının, en azından sessiz kalmalarının, dahası destek olmalarının altında topluma verecekleri mesajda yetersiz kalmaları önemli rol oynadı. Oysa Ak Partinin en meşru savaşı cemaate karşı verdiği savaştı.
1 Kasım sonuçlarının en çok şok etkisi yarattığı bir toplumsal kesim de Kemalistlerdir. Her seçim sonrasında gündeme gelen çoğunluğun haklı olmadığı yolundaki tartışma, Yılmaz Özdil gibi arkaik Kemalist zihinlerin seçim sonuçlarını manipüle etme kurnazlığıdır.
İlk olarak belirlemek gerekir ki, seçim ve sandık hak, hukuk merkezi değildir, bizi kim yönetecek sorusunun meşruiyet aracıdır. Hak, hukuk, adalet elbette azınlık ya da çoğunluğun belirleyeceği bir şey değildir. Ancak Kemalistlerin sorunu bu değil. Temeldeki sorun demokrasiye inandığını savunanların halkın tercihine ne kadar saygı gösterdiği, demokrat olduğunu savunan, ancak bürokratik elitizme gırtlağına kadar batmış olan postal yalayıcı Yılmaz Özdil gibi faşistlerin hazımsızlığı, totaliterizmin ve seçkinciliğin soylu geleneğine Platon'un kemiklerini sızlatacak derecede bağlı olan Kemalist-solun tutarsızlığı, her yürüyüşte " halk mahkemesi" " halkımız hesap soracak" " AKP halka hesap verecek" diyen arkaik, sevgisiz ve halk için mücadele ettiğini savunan solun halkın tercihini reddeden faşizmi, halk için çalıştığını iddia eden radikal solun halkla bir defa omuz omuza saf tutacak ferasetten mahrum olması.
Laik kesimde Ak Partiye karşı politik bir söylem oluşturup bunun toplumda karşılık görmemesinin yarattığı hayal kırıklığı ve tedirginlik var. 1950'lerin söylemleriyle, Halk evleriyle, Köy Enstitüleriyle modern çağın çocuklarına çarpıcı ve çekici bir ideoloji oluşturmak zor.
Siyasal sonuçları halkın bilinçsizliğine dayandıran siyasal elitist akıl, bilgili ve bilinçli seçmenler olarak okumuşlar işaret eder. Burada yapılmak istenen kendi politik başarısızlığını rasyonalize etmektir.
Acaba birbirinden haklı dünya tasavvuru olan bilinçli bir sosyalistle bilinçli bir liberal bir noktada bulunabilir mi? Peki hangisi yanlış?
Anadolu halkının bilgisi eksik olabilir ama irfani son derece yüksektir.
Seçmeni bilgi üzerinden eleştirmek ahlâki anlamda son derece sorunludur. İnsanlığa kan kusturan sosyalizm ve faşizm aydınlar tarafından üretilmiştir.
Bilgi cehaleti giderir ama asla daha ahlâklı olmanın garantisini vermez.
Modern akıl dinin bıraktığı boşluğu seküler bilgiyle doldurarak anlamlandırmak yapmıştır. Dahası bir üniversite öğretim elemanının çobandan daha iyi bir tercih yapacağı tezi, modern bir masaldır .
HDP'nin niçin oy kaybına uğradığı tartışılıyor. Doğrusu hiçbir sosyal olay tek boyutlu değildir. Bu nedenle oy kaybını tek bir nedene indirgemek doğru değil. Ancak en belirgin nedenlerden biri, HDP'nin 7 Haziran seçimleri sonrası izlediği politikalardır. İkinci neden HDP'nin Türk soluyla kurduğu sorunlu ilişkidir. HDP'nin bu sorunlu dil ile kurduğu ilişki, HDP'ye destek veren dindar Kürtleri rahatsız etmiştir. Ayrıca Laik-Kemalist-sol ve Alevilerin 7 Hazianda Ak Parti barajı geçmesin diye verdikleri emanet oyları geri çekmesi de gerilemenin nedenleri arasında sayılabilir. Üçüncü neden 7 Haziran öncesi barış söylemini dilendiren HDP'nin Yükselen PKK terörüne sessiz kalması. HDP'nin barışı bozan tarafın İktidar olduğunu söylemesi çok tatmin edici bulunmamasıdır. Bir başka neden Kürt dindarların HDP'ye destek verse de endişelerinin olması ve bu endişeleri haklı çıkaracak gelişmelerin yaşanmasıdır. Unutmamak gerekir ki, HDP'nin kayıplarının büyük bölümü Kürtler arasında yaşanmıştır. Bunun analizi mutlaka yapılmalıdır.
PKK terörünün yükselişini PKK faktörüne bağlayan Türk muhafazakar-dindar ve milliyetçi seçmenin Ak Partide mobilize olması da bir başka nedendir.
Kürtler arasında, özellikle, Yasin Börü cinayeti sonrasında PKK-HDP çizgisinin bu olayı yeterince dikkate almamaları sonucunda ortaya çıkan güven bunalımı yaşatmıştır. HDP'nin Türk solu kanalıyla dışa açılma stratejisinin radikal sol ve Aleviler üzerinden yürümesinin getirdiği tereddüt de oy kaybında etkili olması da HDP’nin oy kaybında etkilidir. HDP'nin kısa aralıklarla girdiği seçimlerin ikincisinde uğradığı kayıp, HDP seçmeninin henüz netleşmediğini de gösteriyor. Öyle görülüyor ki HDP sahip olduğu ideoloji ile hem dindar Kürtleri, hem Alevileri hem Türk radikal solunu, hem de Kürt solunu bir arada tutması kolay olmayacak.
Değişik eğilimlere sahip Kürt gruplarını İslami temelde Kürt milliyetçiliği etrafında mobilize etmek amacıyla Azadi tarafında ileri sürülen " Kürdistanilik" düşüncesinin, Kürtleri mobilize etmedeki yetersizliği de dikkate alınmalıdır.
Azadi’ nin birlik oluşturma gayretinin önünde hem geleneksel Kürt dindarlığının hem de Hüda Par'ın temsil ettiği radikal Kürt İslam’ının endişelerinin getirdiği kuşku henüz aşılamamıştır. Sonuç olarak ana sorun HDP'nin tutarsız politikaları olmuştur. HDP bu tutarsızlığı analiz edecek yerde " saray" ve " seni başkan yaptırmayacağız retoriğine sığınmıştır. PKK siyaseti: Silah bırakmakla, kazdığı hendeğe gömülme riski arasında kalmıştır.
Kürt siyaseti eleştirisini dışa doğru değil, içe doğru yapmalıdır. Haziran'da alınan destek beş ayda nasıl tüketildi konusu Ak Parti eleştirisi üzerinden temellendirilemez. Çünkü HDP'nin Ak Partiye yönelttiği bütün eleştiriler HDP'nin oyunu artırması beklenen eleştirilerdir. Sorun başka yerde. HDP Ak Partiyi suçlayarak eleştiriyi erteleyemez. Dahası HDP'nin oy kaybındaki en etkili sebep beş ay boyunca güttüğü siyasal retorik ve davranış biçimidir. HDP'nin cevaplaması ve yüzleşmesi gereken soru şu: "Beş ay içinde 1 milyonu aşan seçmeni kendimizden nasıl uzaklaştırdık? Başarısızlığın nedenlerini sürekli kendi dışında arayan ideolojik zihin hem kendini eleştirmekten uzaklaşmakta, hem de doğruya ulaşma şansını yitirmektedir.
Seçim sonuçları milliyetçi düşüncenin ikiye yarıldığını gösteriyor. Birincisi Erzurum-İstanbul hattındaki İslami değerlere de bağlı olan muhafazakar milliyetçilik, İkincisi ise Antalya Balıkesir hattındaki kıyı milliyetçiliği. Muhafazakar milliyetçilik İslami değerlere daha yatkınken, kıyı milliyetçiliği Atatürkçü, laik, seküler değerlere yatkındır. Muhafazakar milliyetçiliğin ikinci tercihi Ak Parti, kıyı milliyetçiliğinin ikinci tercihi CHP'dir. Devlet Bahçeli elbette kıyı milliyetçiliğine ait bir politik lider olarak görülmektedir. Bundan dolayı muhafazakar milliyetçilerin liderliğine Erdoğan Bahçeliden daha uygun bir liderdir.
Devamı : http://www.fikirzemini.com/yazarlar/yusuf-yavuzyilmaz/secim-cemaat-epistemolojisi-hdp-kemalizm-ve-erdogan/53/