Sosyolojik analiz ile ideolojik söylem arasındaki fark, ilkinin mevcut durumu ikincisinin ideal bir geleceği anlama çabası olarak ortaya çıkmasıdır. Bundan dolayı sosyolojik ve ideolojik bakışın kendine özgü bir siyasal paradigması vardır. Sosyolojik analizin test sahası toplumdur. İdeolojik söylem ise tarihten bağımsız ütopik bir söylem üzerine kendini inşa eder. İdeolojik söylemde söylemin gerçekliği değildir önemli olan, kitleleri yönlendirme gücüdür. Tıpkı Ziya Gökalp in "Turan" analizinde olduğu gibi.Ziya Gökalp, “Turan “ idealine ulaşmanın neredeyse imkansız olduğunu kabul ettikten sonra, bu ütopyanın Türk gençlerine verilmesi gerektiğinden söz eder. Çünkü ütopyaların kitleleri muhayyel bir gelecek yönünde motive etme gücü yüksektir.
Sosyolojik bakış, içinde bulunulan koşulların analizini yapar, bakışı bugünedir; aktüel sorunlara verilecek cevabın ne olduğu üzerinden hareket eder. İdeolojik bakış ise yarına bakar, ideal olanı gösterir. Kuşkusuz burada önemli olan ideal olanla reel olan arasında mantıklı bir denge kurabilmektir. Sadece ideal olana odaklanmış siyasal anlayışlar bugün içinde bulunan durumu anlamakta zorlanırken, sadece bugüne yönelen anlayışlar da ideali hedefleyen felsefeden uzak düşerler. İdeal ve reel olan arasındaki dengeyi büyük liderler kurar. Bosna mücadelesinin efsane ismi Aliya İzzetbegoviç böyle bir liderdi. Bütün felsefi birikimine karşın, savaş boyunca, dünya siyasetinin reel koşullarını hiç ihmal etmemiştir. Bosna'nın kuruluş belgesini imzalarken zihnindeki idealin bu olmadığını, ancak şu anki şartlarda ancak bunun yapılabileceğini söylemiştir. Bu siyaset tarzının izleri Barzani'de de görülmektedir. Bugün reel olarak bir Kürt devletinin bütün şartları Güney Kürdistan'da mevcuttur. Peki Barzani neyi beklemektedir? Bana göre idealini mevcut koşulların en verimli noktasında uygulamaya koyacaktır. İdeologların onun ne Türkiye ile Amerikan ilişkilerini, ne de Irak yönetimi ile olan ilişkilerini ne de PKK ve PYD ile olan ilişkilerini anlamaları mümkün değil. Onların mantığı ihanet ve satılmışlık üzerinden yürüyor çünkü. İdeolojik okumaya o kadar kendini kaptırmışlardır ki,dünyanın reel siyasi konjonktüründen ve üzerinde siyaset yaptıkları toplumsal zeminin reel koşullarından kopmuşlardır.
Şurası açık ki, örgütlerin sosyologlara,bilim adamlarına, aydınlara ve alimlere ihtiyacı yoktur. Örgütlerin yol göstericileri ideologlardır. İdeologlar sosyolojik zeminin ihtiyaçlarını değil, zihinlerinde tasarladıkları kusursuz geleceğe motive ederler kitleleri.
Çatışma süreci bir sorunu müzakere yolu ile çözmek isteyenlerin değil, silahı bir siyaset biçimi olarak kullananların önünü açar. Çatışma sürdükçe ve derinleştikçe, kelimeler sertleşiyor, dil sertleşiyor, karşılıklı saygının yerini hakaret alıyor. Kaba ideolojik dil her şeyin önüne geçiyor. Bu sadece karşıt görüşler arasında değil, aynı grup içindeki farklı görüşler arasında da yaygın olarak görülüyor.
İdeolojik dil sadece seküler örgütler arasında değil, dini temelli ideolojik okumalarda da fazlasıyla görülmektedir. İster dini isterse din dışı olsun ideolojik okuma tek yönlü, farklılıklara yer vermeyen bir okuma biçimidir. Kendi okumasının dışında kalan diğer okumaları meşru saymadığı gibi mücadele edilmesi ve yok edilmesi gereken düşünceler ve gruplar olarak görür. Hariciler ve onu takip eden benzer yaklaşımların en önemli özelliği inandıkları ve savundukları ideolojik söylemi tek gerçeklik olarak kabul etmeleridir.
Çatışma sürecini tek taraflı suçlamalarla anlamlandırmak mümkün değildir. Devletin hataları PKK'nın saldırılarını masum hale getirmiyor. Dahası PKK saldırılarını tartışmanın dışına çekmek için sürekli olarak süreç devlet nefreti üzerinden anlamlandırılıyor. Bu kuşkusuz tek yönlü bakıştır ve olayı sosyolojik değil,ideolojik yönden temellendirmektir. Süreçte yaşanan olaylar açıkça göstermiştir ki, PKK militanları uyguladıkları yöntemler, asla devlet nefreti üzerinden mazur gösterilemez.
Çatışma sürecinin tüm çıplaklığı ile gösterdiği acı bir gerçek de Kürtlerin önderliğini sol/sosyalist Kürtler ve Türkler gibi, Kürt kültürüne ve İslam’a yabancı siyasi aktörler yapıyor olmasıdır. Bu durum Kürtlerin siyasal önderliğine soyunan aktörlerin sosyolojik zeminle uyumu konusunda daima kuşkulara yol açmaktadır. Kürtleri sekülerleştirme projesi kimin projesiyse bir miktar başarılı olmuş demektir.
Çatışma süreci açıkça göstermiştir ki, Kürtlerin realist politikacılara ve önderlere ihtiyacı var. Ama ortada Kürtlerin değerlerinden habersiz, dini anlayışa yabancı ideologlar dolaşıyor. İdeolog için tarihsel gerçeklik, toplumsal ve kültürel zemin önemli değildir. İdeolog muhayyel bir gelecek için kitleleri ölüme sürer.
Özellikle Türk ulus devletin inşası sürecinde uygulanan etnik ve dini politikalar, Devlet ile Kürtler arasında siyasal bir soruna sebep oldu. Siyasal alarak üst yapıda var olan bu sorunun sosyolojik zeminde karşılığı yoktur. Şimdi Kürt milliyetçileri bu sorunu sosyolojik zemine yayarak yeni bir siyasal paradigma yaratmaya çalışıyorlar. Ne var ki, bu gelip geçici hevesin PKK/HDP çizgisi bile farkında. Yapılan son kongrede ortaya çıkan “Ortak vatan” vurgusu sosyolojik zeminin baskısı sonucu ortaya çıkan bir söylem. Ancak bu ortak vatan duygusunun sahici bir dil mi, yoksa asıl niyeti gizleyen bir söylem mi olduğu kuşkusu giderek derinleşmekte, HDP söylemini güvenilmez bir noktaya sürüklemektedir.
Gelinen noktada Kürtlerin bir bölümünün hala kararsız olduğunu gösteriyor. Sanıyorum bu uzun geçmişte devletin etnik kimlik, PKK’nın da dini kimlikten rahatsızlığının sonucu oluşmuş bir psikoloji. İki ateş arasında kalan Kürtlerin bilinci parçalanmıştır. Böyle bir psikolojik ortamda kimsenin işi kolay değildir. Çünkü herkesin geçmişi,muhataplarına güvensizlik aşılayan karanlık olaylarla dolu. Bundan dolayı Kürtleri bir projeye ikna kolay olmayacak. Bunu HDP’nin oylarındaki değişiklik üzerinden bile okumak mümkün. 4-5 ay arasında yapılan seçimlerdeki HDP’nin aldığı oy oranları arasındaki farklılık, denize düşenin yılana sarılmasının fark edilmesi olarak da yorumlanabilir.
Kürtlerin devlet isteği ümmet kavramı üzerinden analiz edilerek reddedilemez. Sorun Türkiye özelinde sosyolojik veriler ışığında değerlendirilmelidir. PKK ve HDP’yi ortak vatan vuruşuna zorlayan nedir? Sorusu üzerinde düşünmek gerekir. İsrail, Bağımsız Kürt devleti derken en büyük Kürt siyasal hareketi ortak vatan diyor. Çünkü diğerinin bu sosyolojide uygulanabilir bir karşılığı yok. Nihayetinde her siyasal projenin test alanı toplumun üzerinde yaşamını sürdürdüğü toplumsal zemindir.
Devletin bölünmez bütünlüğü" ilkesi tartışılamaz, bütün zamanlar için geçerli bir hakikat değildir. Dünya tarihi sınırların sürekli değiştiğini gösteriyor. Sınırların değişmesinin nasıl bir sonuç üreteceği konusu, sosyolojik zemin analiz edilerek verilecek bir cevaba göre anlamlandırılabilir. Devletin bölünmez bütünlüğü ilkesi ayrıca hukuku erteleyen bir sonuç üretmemelidir. Gücünü adaletten, halk egemenliğinden ve insan haklarından aldığı müddetçe devlet güçlü olmalıdır.
Türkler ve Kürtler arasında etnisitenin değil inanç biçiminin daha belirleyici olduğunun en açık örneği Kürtler ve Türkler arasında yapılan evliliklerdir. Evlilik bağı sosyolojik olarak tarafların birbirini kabullendiğini gösterir. Evlilik bağı taraflar arasındaki sosyal mesafeyi ortadan kaldırır. Kürt bir Sünni, kızını Kürt Aleviyle mi evlendirmeyi tercih eder yoksa Türk Sünni ile mi? Bu durum sosyal ilişkilerde dini aidiyetin hala belirleyici olduğunu gösteriyor. Ne ki uzun geçmişte devlet de, PKK’da Kürt toplumunun temel değerlerini oluşturan dine karşı bir siyaseti dayatmışlardır. Devlet bunu yaparak dolaylı yoldan PKK’nı sol-sosyalist taban oluşturabileceği ortamı kendi elleriyle yaratmıştır.
Gelinen noktada Benim öngörüm, Kuzey Irak denilen coğrafi bölgede yakın bir zamanda Birleşmiş Milletlere girecek bir Kürdistan devletinin kurulacağıdır. Dahası devlet kurmaya yakın en önemli sosyolojik zemin orasıdır. Türkiye de ise sosyolojik zeminin birlikte yaşamaya daha elverişli olduğunu düşünüyorum. Zaten HDP bile ortak vatan vurgusunu yapıyor. Ancak bu konunun yasal çerçevesinin oluşturulması gerekir kuşkusuz. 1920’li yılların başından itibaren zamanın şartlarına göre inşa edilen, milliyetçilik ve laikliği temel alan ulus-devlet modeli ile sorunu çözmenin imkansız olduğu görülmektedir.
Kürtlerin sorunları olduğunu ve bu sorunların çözülmesi gerektiğini düşünüyorum. Ama bu sorunların PYD ve PKK üzerinden çözülemeyeceğini düşünüyorum. PKK ve PYD Kürtlerin temel değerlerine uygun bir siyasal retorik üretmekten uzak ideolojik yapılardır. Bazı PKK yandaşlarının iddia ettiği gibi PKK eleştirisi yapmakla Kürtleri eleştirmek aynı düzlemde ele alınamaz. Örneğin MHP siyasetine karşı çıkmak Türklere karşı çıkmak olmadığı gibi, PYD veya PKK'nın siyasi anlayışına karşı çıkmak da Kürtlere karşı çıkmak değildir. Ne ki söylem, MHP'nin Türkleri PKK'nın Kürtleri temsil ettiği yönündedir. Çünkü bu siyasal gruplar kendilerini böyle konumlandırıyorlar. Türk veya Kürt dediklerinde kendi tanımlarını anlıyorlar. Oysa sadece bir ideolojinin temsil edebileceği böyle topluluklar yoktur.
Kürt sorununun en büyük açmazı HDP/PKK siyasal çizgisinin neden Kürtleri kuşatıcı bir ideoloji oluşturamadığı konusunda düğümlenmektedir. Oysa devlet çözüm süreci boyunca onlara, kuşatıcı bir ideoloji oluşturma imkan ve fırsatını fazlasıyla verdi. Ancak görünen o ki, PKK/HDP siyasal çizgisinin Anadolu'nun kültürel zeminine ve sosyolojisine uygun bir retorik üretmekte yetersiz kalmaktadır. PKK/HDP çizgisi halkın duyarlılıklarına uygun olarak siyasetini revize edeceği yerde, modernleşmeci akımların yaptığı gibi kendi ideolojisini halka dayatmıştır.
PKK/HDP çizgisi Türk –Kürt ilişkilerini sömürgecilik üzerinden analiz etmeleri de sosyolojik zemine uygun bir yaklaşım değildir. Sosyalist terminolojiden alınan bu kavramsallaştırma Anadolu gerçeğini ifade etmede son derece yetersizdir. Salt devlet karşıtlığı ve sömürge/işgal söylemi PKK/HDP’nin konumunu açıklayabilecek retoriği üretmeye yetmiyor
Diğer taraftan Kemalist ulusalcılık üzerinden Kürt sorununun çözülmesi mümkün değildir. Mehmet Akif'i sürgüne, Said Nursi'yi hapse gönderen bir ideolojik tutum bu milletin ortak değerlerinden uzaktır. Kürt sorunu iki haklıda kuşatan yeni bir paradigma ile çözümlenebilir. Bu paradigmanın çerçevesini insan hakları, demokrasi ve hukuk devleti oluşturmalıdır.
Yusuf Y.Yılmaz - Fikir Zemini