Televizyonun yeni çıktığı zamanlardı. TRT’de gösterime giren ilk dizilerden biri olan Uzay Yolu ( orijinal adı Star Trek) hepimizi derinden etkiledi. İlk kez 1966’da ABD’de NBC televizyonunda yayınlanan dizi bizim kuşağın hayallerine renk kattı. Komşuların gelişini, demli çaylar eşliğinde Atılgan Yıldız Gemisi’ne binişimizi, Kaptan Kirk ve mürettebatı ile birlikte uzayın derinliklerinde kayboluşumuzu, “daha önce hiç kimsenin gitmediği yerlere gitmek” olan görevine dahil oluşumuzu hatırlıyorum. Bir de aileden biri haline gelen Mr. Spock vardı, geminin başka gezegen doğumlu, yeşil kanlı, uzun kulaklı, sakinliğini hiçbir koşulda bozmayan bilim subayı. Dizi Amerikan rüyasının taşıyıcısıydı ve entrikalarla dolu Dallas Çiftliği’ne ya da babalarımızın dizisi Kaçak Doktor Richard Kimble’a göre daha çok ilgimizi çekerdi.
O yıllarda bir uzay filmi de sinemaları kasıp kavurdu. Filmin senaryosunu yazıp yönetmenliğini yapan George Lucas’ın eseri Yıldız Savaşları’nın ilkini (1977) çoğumuz hatırlarız. Yine Amerikalıların bu dünyadan taşan hayalleri. Sokaklarda sağcılar solcular birbirini vururken sanal alemde uzaya çıkma maceramız.
Olaylar ‘çok uzun bir zaman önce’ bir galakside geçmektedir. Evrendeki gezegenlerin çoğu demokratik Galaktik Cumhuriyetin bir üyesi iken, kötücül bir güç halkları ele geçirip galaktik bir imparatorluğun tebaası haline getirmek istiyor. Gezegenler arasında savaşlar başlıyor ve mücadeleyi efsaneye, destana, kahramanlık ve direnişe dönüştüren, bazı insanlarda kendinden menkul olarak bulunan olağanüstü güç, filmlerin ana eksenini oluşturuyor. Görsel manada Tanrısız bir dünya tasavvuruyla ilk kez bu filmde karşılaştığımı, Tanrı olmadan ilkeler yaratamamanın açmazıyla tanrısallıklar üretildiğini söylemeliyim.
YıIdız Savaşları serisinin 1977’de yayınlanan ilk filminin alt başlığı ‘Yeni Bir Umut’ idi. Sömürgeci savaşlar ve gücü ele geçirme arzuları yüzünden yakılıp yıkılan dünyada ümidini kaybeden insanlığa yeni bir düzen vaat etmek önemli elbette. Filmin dünyadan bütün evrene taşan büyük mücadele fikrinin oluşumunda aya adım atılması esin kaynağı olmuştur şüphesiz. Neil Louis Armstrong’un 1969’da aya basması da, ‘insan için küçük ama insanlık için büyük bir adım’ sözleri de unutulacak gibi değil.
Hükümranlığı ele geçiren tanımlama hakkını da elde etmiş oluyor ve savaşlarda sözler ve yazılar bu yüzden öldürücü bir silaha dönüşüyor. Akademi sanat ve medya ne yaparsanız yapın haklılığınız için seferber olunca dünyanın geri kalanının ikna edilmesi hiç de zor değil. Yıldız Savaşları serisi aslında tek kutuplu dünyada iyileri kötüleri ikisi arasındaki mücadelenin koşullarını belirleme gücünün hikayesi. Demokrasiden söz edilse de insanların sıradanlığı eşitliği önemli değil, filme göre toplumu yönlendirecek olağanüstü güçlere ihtiyaç var ve bu da herkeste bulunmayan seçkin insanlarda bulunan bir özellik. İyilerin toplumu da kötülerinki gibi sadece bazı insanlara atfedilen güç sayesinde daha baştan kaçınılmaz bir eşitsizlik üzerinde yükseliyor. İyilerin de kötülerin de seçkinleri telekinezi, zihin kontrolü, önceden olacakları görme, kehanet, olağanüstü hız ve refleks gibi meziyetlere sahip. Bu varoluş sebebi açıklanmayan kendinden menkul güç bizi çevreler ve içimize işler. Galaksiyi hep birlikte bağlı tutar. Bu gücün kaynağı nedir sorusunun cevabı hazırdır sözümona; o yaşayan her şey tarafından yaratılan bir enerji alanı. Yaşayan her şeye verilen yaşam ve enerjinin kaynağını ise sormamak lazım, güce iman etmemiz yeter.
Yıldız Savaşlarının merkezindeki tüm evreni kapsayan ve ancak yetenekli bireyler tarafından kullanılabilen güç ilk filmden son filme kadar bütün canlı varlıkları sarıp sarmalıyor, delip geçme ve birbirine bağlama yeteneklerini barındırıyor. Ancak gücün aydınlık ve karanlık taraflarının varlığı insanları ikiye ayırır; iyi tarafta cumhuriyet ve eşitlik için gücünü kullanan Jediler, onları yetiştiren Obi Wan Kenobi gibi bilgeler, öte tarafta ise galaksiyi ele geçirmek için bu güçlerini nefret saldırganlık kötülük için seferber eden Sihtler.
İlk üçlemenin ikincisi ‘İmparator’ (1980) ve üçüncüsü ‘Jedi’nin Dönüşü’nde de (1983), 1997’de üçleme yirmi yıl sonra yeni teknoloji ve efektlerle güçlendirilmiş olarak vizyona girdiği zamanlarda da temel mantık hiç değişmedi. Saf değiştiren kişilerin renk kattığı ve olayların akışını hızlandırdığı gerçekti ama Irak’ın işgalinde belirginleşen ‘ya bizdensin ya onlardan, uygar olanlar ve olmayanlar’ zemininde kötü ve iyi net biçimde tartışmaya açılmadı. Gerçek dünyada teknik ve parasal gücü ele geçirenler ahlaki güç için Yıldız Savaşlarından ilham almış olabilirler.
İkinci üçleme ise 1999’da başladı. ‘Yıldız Savaşları -Gizli Tehlike’yi’, ‘Klonların Saldırısı’ (2002) ve ‘Siht’in İntikamı’ (2005) takip etti. Filmleri masumane varsayalım, iyilerin zaferi arayışında olsa da yeryüzünün gerçekleri içinde Yemen’de, Afrika’da, Irak’ta, Mısır’da yapılan katliamların kötülere karşı yapıldığı ve iyilerin dönüp kendinden bir an bile kuşkuya düşmediği bir tutumla eş duyguda filmler.
Yönetmen ve senarist George Lucas’ın yapmak istediği belki de özeleştiriydi, bu aşırı güçle ne yapılacağını ortaya koyma çabası. Çünkü Jedi ulusu daha ilk filmlerde korkunun karanlık tarafın yolu olduğunu, korkunun öfkeye onun da nefrete dönüşeceğini öğreniyordu. Bu dünyada herkes benzerleriyle yaşamanın ve güven içinde olmanın peşinde, bilmediğine dair de derin korkular besliyor bu fasit çemberi tamamlamak üzere. Oysa kendimiz için kurabildiğimiz ‘her yolculuğun bir ilk adımı ve her destanın bir başlangıcı var’ cümlesi bilmediğimiz halklar için de geçerliydi ve herkes kendi efsanesini yaratmaya çalışırken düşmanlıkla değil merakla kesişmeliydi yollar.
Lucas’ın gençlik çağlarından itibaren Doğu ve Ortadoğu’yu iyi araştıran bir tarih profesörü olması önemli. Star Wars evreni için sayısız din felsefe ve inanış biçimlerinin ilkelerinden yararlanmaya ve herkesi içine alacak bir dünya kurmaya çalışmış ama yine de iyiliği getirme rolünün beyaz adama verildiğini anlıyoruz.
Cumhuriyeti yıkıp imparatorluğu inşa etmek isteyenlerin liderine gezegenlere açılan savaşın yasal olup olmadığı sorulduğunda ‘ben yasallaştıracağım’ demesi manidar. İnsanın aklına ister istemez Guantanamo geliyor. Yasal olmayan şeyin yasallaştırılması kaygısı bile yok artık, yasadan muaf bir “iyi güç” var karşımızda.
Bitmez tükenmez hükmetme arzusu aslında cumhuriyetçileri de sarmıştır. Onlar da galaksiye barış ve özgürlük getirmenin gücünü bir hükümranlığa ve minnete dönüştürme arzusuyla dolular. Bu aslında hayvanlar Çiftliğinde boyunduruktan kurtulma zaferini yaşayanlar görülen lüzum üzerine kendi aralarında otoriteyi yeniden icat ederler.
Direnişçi liderlerinden Anakin, sevgilisi Padme’ye ‘görmüyor musun artık kaçmak zorunda değiliz. Ben cumhuriyete barış getirdim. Ben şansölyeden daha güçlüyüm. Ben onu bile düşürebilirim. Sen ve ben birlikte Galaksiye hükmederiz, işlerin bizim istediğimiz gibi yürümesini sağlarız’ der. Padme onun değiştiğini söylemekte haklıdır, en çok değiştirmek istediği şeye dönüştürmüştür çünkü kendini. Farkına varmadan zihni karanlık tarafından ele geçirilmişti. Ben cumhuriyet ve demokrasiden yanayım diyen yakın arkadaşı Obi-Wan’a bile tehditler savurmaya benimle birlikte değilsen o halde benim düşmanımsın demeye başlamıştı. Karanlık taraftan korkmuyorum ben diyordu. Yeni imparatorluğuma barış güvenlik adalet ve özgürlük getirdim derken imparatorluk lafına hayret eden arkadaşına bana kendini öldürtme demeye başlamıştı. Yalnızca bir Siht zorbalık yapardı, artık Jedi değildi o, ama bunları duyacak halde değildi Anakin.
Filmlerin çekici yanlarından biri de galakside yeryüzünün bütün ırklarını temsilen çeşitli görünümde varlıklar bulunması. Çekimlerde Müslüman ülkelerin mekanlarından da yararlanılması seyirci kitlesini genişletiyor. Önemli bir kahramanın yaşadığı gezegenin ismi Fas’ta bir şehrin adı olan Tatooine. Önemli bir iyi kahramanın bindiği dev kertenkelenin adı da Tunus’un meşhur içeceği Boga.
Filmler olay örgüsünün sırasına göre çekilmediğinden hepsi hakkında genel konuşma imkanı doğuyor. Geçtiğimiz haftalarda bütün dünyayı yeniden etkisi altına alan 7. Film, ‘Güç Uyanıyor’, artık ideallerin yolunda değil sanki. Hasılat peşinde sıradan bir Amerikan kurgu filmi. Belli ki seyirci ne ister noktasından hareket edilmiş. Avatar’daki gibi bir kız olsa fena olmaz diyerek direnişçilere özenen Rey rolü eklenmiş. Filmdeki robot Draid’in oyuncak versiyonu daha film gösterime girmeden satıştaydı mesela. R2D2 robotu gençlerin çocukların gözdesi olmuş. Gezegenlerde gezip dolaşan Rey’in peşi sına yuvarlanıp duruyor.
Filmlerin etkisini yabana atamayız. İngiltere’de filmdeki Jedi öğretilerinden esinlenerek 2001 yılında ilk Jedi tapınağını kuran Daniel Jones adlı İngiliz günde yaklaşık bin kişinin kendilerine başvurup Jedi olmak için ilk adımı attığını söylemiş. Bir dine mensubiyet ihtiyacı hiç bitmiyor, katılanların sayısı 250 bini bulmuş.
Daha ‘Güç Uyanıyor’ bölümü vizyondayken insanlar gelecek olan filmi konuşmaya başladı. ‘Rogue one: A star wars story’ için 2017’yi beklemek gerekecek. Belki galaksilerin bir araya geldiği üst yönetimde güçlülerin değil hak ve adaletten yana duran gezegenlerin sözü daha çok geçer, güçlerine, nüfuslarına ve nüfuzlarına bakılmaksızın. İşte o zaman yeni bir şey söylenmiş olur, umut kelimesi yerini bulur.
Yıldız Ramazanoğlu - Edebiyatçı / Yazar
[ Serbestiyet ]