Özyönetim, geleneksel iş mekanizmalarının tersine, işçilerin çalıştıkları işyerlerinde işyerinin kaderi ile ilgili karar alma sürecini bizzat elinde bulundurması anlamına gelir. Daha çok ekonomik alanlarda uygulama şansı bulmuş olan ekonomik bir model olup siyasal bir sistem değildir. Bu modele siyasal bir şekil verdiren olay 1955 yılındaki TİTO-SSCB anlaşmazlığıdır. TİTO SSCB bloğundan ayrıldığını ve Yugoslavya’ya özgü bir ekonomik model uygulayacağını ileri sürerek Varşova Paktının ekonomik iskeletinden ayrıldı. Ancak TİTO sosyalist sistemden, sosyalist ekonomik modelden ayrılmadı, sosyalizmin doğasına aykırı davranmadı..
Özyönetimin daha çok devletçe ya da işyeri sahiplerince işçilerin taleplerini karşılamamak için kapatılan fabrikaları çalışanların işgal etmesi ile oluşan işyeri yönetimlerine verilen addır.
Özyönetimin İspanyolca adı "Fabricas Recuperadas"dır.Yani Türkçe anlamı ile; “Fabrikayı iyileştirmek amacı ile tekrar ele geçirmek, yeniden kazanmak, islah edilmiş, işçi denetimine alınmış fabrika” gibi geniş bir anlama gelmektedir. İçerik ve alan itibari ile siyasal bir model olarak uluslararası hukuk literatüründe pek anılmayan Özyönetimin dünyadaki deneylerinden anlaşılan o ki, Özyönetim daha çok ekonomik bir model olarak tecrübe edilmiştir. Bilinen tanım ve içeriklerine rağmen bu gün Türkiye’de PKK/HDP çevresi bu modeli siyasal bir modelmiş gibi algılayarak topluma nihayi bir kurtuluş ve özgürlük modeliymiş gibi dayatmaktadır.
Türkiyede bir Kürt ulusu var ve onun ulus olmaktan kaynaklanan kolektif hakları var ve bu hakların bir kısmı hala gasp altında ya da ipotek edilmiş durumdadır. Dahası savlandığının tersine Özyönetim hayat bulsa dahi Kürt ve Kürdistan sorunu çözülmemiş olacak. Bu nedenle Özyönetimi “Özerklik” gibi ikame etmek sadece bir manipülasyondur. Buradan hareketle örneğin Diyarbakır belediyesi iyi yönetilmiyor denilerek oradaki emekçiler Diyarbakır Belediye yönetimine el koyarsa bu bir özyönetim hareketi olabilir. Ama Diyarbakırda hendekler kazınarak onca insanı kırıp dökerek özyönetime ulaşmak olanaklı olmaz.Özyönetimin inşası için ayrıca tüm bu şiddete ve vahşete gerek yoktur. Bu nedenle PKK/HDP’nin dillendirdiği şekli ile özyönetim tezi anlamsız ve siyasal karşılığı olmayan bir kavram kargaşalığından öte bir şey değildir. Eğer bununla kasıt bir “özerkleşme” ise o zaman durum değişir.
ÖZERKLİK-MUHTARİYET-OTONOMİ
Türkçesi ile Özerklik, Kürtçede Xweserî, Arapçada benzer isimle Welayet, Farsçası ile Muhtariyet , Xûdmûxtarî,ya da Avrupa dilleri ile Otonomi; bir siyasal modeldir ve “self-determinasyon” içermektedir. Çünkü Özerklik, sözcük anlamı itibarı ile, merkeziyetçiliğe ve merkezin katı yönetimine karşı gelen, bu nedenle yerel yönetimleri güçlendirmeyi amaç edinen,merkezi hiyerarşi yerine yerel hiyerarşiyi öngören kitlelerin gönüllü katılımı üzerine kurulu,açıklık ilkesine bağlı, bireyler topululuğunun bir arada yaşamasını ifade eden bir düşünce ve dayanışma birliğidir.Bu nedenle “özerklik” makbul, kabul edilir ve uluslararası toplum nezdinde anlayış gören bir modeldir.Ancak Koşullarının doğru tespit edilmesi koşulu ile,bölgeleri esas almak kaydı ile, yani “coğrafya” temelinde sunulması gereken bir modeldir.
Sosyolojik ,etik ve felsefe bakımından “Özerklik” ya da otonomi için yapılan tespitleri şöyle sıralamak mümkündür.
1-Özerklik, kendi kendini yönetmenin bir biçimidir.Ya da bir kimsenin, dış müdahaleden ya da mutlak belirleyicilik niteliğinde etkilerden bağımsız olarak kendi yaşamını belirleme sistemidir.
2-Özerklik aynı zamanda etik felsefesinin terimlerinden biridir. Bireyin ilkeler dışında başkaca bir şeyden etkilenmeden yargılara ulaşabilme yetisidir. Özerklik ile bireyin dışındaki, dış otoriteler arasında bir karşıtlık vardır. Özerk insan doktrini, sosyal felsefede bireylerin kendi kendilerine karar almaya yeterli hale gelmeleri için, ekonomik kaynakların yeniden dağıtımını ve sosyal yapılara (gelenek, adet vs.) müdahale edilmesini gerektirebilir.
3-Özerklik, bireylerin ya da etnisitenin dışında, kurumlar için de kullanılan bir kavramdır. Bu durumda, bir kurumun yönetsel yapılanma içinde hiyerarşik olarak bağlı olduğu ana/merkez kurum(lar) karşısında, yönetsel ve mali alanda görece bir bağımsızlığa sahip olması, faaliyetlerini ve işleyiş biçimini seçmekte, gelirlerini nasıl harcayacağını belirlemede ve iç işleyişinde kısmi bir özgürlüğe/ serbestliğe sahip olması durumu olarak da anlamlandırılabilir.”Özerk Üniverisite ,”Döner sermaye” “Hastane” ya da devlet içinde var olan kimi kamu kurumlarının iç işlerindeki serbestiyet hakkı gibi.
Bu tespitlerden hareketle olayı bölgesel bazda incelediğimizde, bölgenin yada “müstahkem mevkinin” kendi yapısı içinde çoğulculuğu esas alan “ Bölgesel Özerklik” modeli “kendi kaderini belirleme”nin bir biçimi olarak uluslararası toplum nezdinde kabul görebilir. Bu yüzden herhangi bir bölgesel özerkliğin “demokratik” olmama olasılığı yoktur. Dolayısı ile “demokratik özerklik” diye bir kavram, sadece kelimeleri yormak olur, “demokratik”liğe haksızlık olur.PKK/HDP çizgisinin en başat alışkanlıklarından olan her kavramın başına” demokratik” sözcüğünü yerleştirmek ( demokratik Ulus, demokratik toplum, demokratik cumhuriyet, demokratik özerklik vs.) bir demogojiden başka bir şey değildir.
DEMOKRATİK TOPLUM KONGRESİNİN DEKLERE ETTİĞİ ŞEKLİ İLE DEMOKRATİK ÖZERKLİK ANLAYIŞI BİR BÖLGESEL ÖZERKLİK SAYILIR MI ?
Bugün HDP/PKK/ DTK tarafından ilan edilen, BDP tarafından da benimsenen ve programında yer alan “Demokratik Özerklik”in çerçevesi, şu şekilde tanımlanıyor:Türkiye siyasi ve idari yapısında demokratikleşmeyi sağlamak amacıyla köklü bir reformu öngörür
1. Sadece devlet sistemini değiştirerek sorunların çözülemeyeceğinden hareketle, toplumun öz yeterliliğini esas alır. Sorunların çözümünde geliştirilecek yöntemler için, yereli güçlendirme, halkı söz ve karar sahibi kılma felsefesiyle hareket eder.
2. Halkın karar süreçlerine dâhil olması için demokratik katılımcılığı savunur ve tüm yerel birimlerde meclis sistemini esas alır.
3. Salt “Etnik” ve “Toprak” temelli özerklik anlayışı yerine kültürel farklılıkların özgürce ifade edildiği bölgesel ve yerel bir yapılanmayı savunur.(…?)
4. “Bayrak” ve “Resmi Dil” tüm “Türkiye Ulusu” için geçerli olmakla birlikte her bölge ve özerk birimin kendi renkleri ve sembolleriyle demokratik öz yönetimini oluşturmasını öngörür.
5. Demokratik özerk yönetim, “bölge meclisi” olarak örgütlenir ve meclislerde görev alan kişiler de “bölge meclis temsilcisi” olarak tanımlanır. Meclis hem meclis başkanını hem de görevli olduğu alandaki işleri yürütecek yürütme kurulu üyelerini ayrı ayrı seçer. Başkan ve yürütme kurulu üyelerinin, meclisin aldığı kararların icrasından sorumlu olmaları öngörülür.
6. Bölgelerin her biri o bölgenin özel adı veya bölge meclisinin yetki sınırları içinde bulunan en büyük ilin adıyla anılacaktır.
7. Demokratik özerklik modelinde il valileri, hem merkezi hükümetin hem de bölge yürütme kurulunun aldığı kararları uygulamakla görevlidir. Bakanlıkların taşra teşkilatları da aynı prosedüre tabi olacaklardır. İl Genel Meclisleri, Belediye ve Muhtarlıklar gibi diğer idari yapılar varlığını korumaya devam edeceklerdir.”
Buradan bakıldığında yukarıda savunulan görüşlerin gerçek anlamda “Bölgesel Özerklikle” hiç bir ilgisi yoktur. Bu tanımlanan ve ileri sürülen maddeler “bölgesel” dilsel ya da toprak bazında her hangi bir talep içermediği göz önüne alınırsa bu tarzda bir “demokratik Özerklik” ne gerçek manada bir özerkliktir ne de bilimsel özerklik tanımı ile bağdaşmamaktadır. Bu fikirler sadece muğlak fikirlerdir ve kafaları karıştırmaya yarayan düalist, bulanık ve her yana çekilebilen bir algı ve anlayışın ürünüdür. Bu nedenle burada tek tek 9 maddeyi sıralayarak gerçek bir “Bölgesel Özerklikle” bağdaşır yanlar aramak gereksizdir. Lakin bu bulanık suda balık avlamak gibi bir şey olur.
Çünkü özerklik, bir devlet çatısı altında, siyasal egemenliğin değil ama yönetim yetkilerinin bir bölümünün yerel yani bölgesel bazda seçilmiş-temsili yapılara devredilmesini öngörmektedir.
Keza yukarıdaki belirlemelere bakıldığında bu tespitlerin hiçbiri Kürt ve Kürdistan sorununa çare değil.Çünkü bu taleplerde ne “ulus” ne de” ülke” kavramları hiç anılmıyor ve hatta bu talepler “Türkiyenin genelini” içermektedir ki, sorun bu değil. Çünkü Kürt sorunu bir bireyler ya da örgütler sorunu değildir.Sunulan bu önermeler “Türkiyelileşmeyi” öngören ve üniter yapıya dokunmayan “Kemalist” bir esinlenmeden öteye bir şey değildir.Üniter yapı korunarak Kürt ve Kürdistan sorunu çözülemez.PKK/HDP çizgisi ise “Üniter” yapıyı dokunulmaz kabul etmektedir.
Bu nedenledir ki Türk devleti bu tespitleri iyi okuyor ve bir iç egemenlik savunmasına yöneliyor.Uluslararası toplum da bu nedenle yaşanan anlamsız ve amaçsız kargaşayı bir iç güvenlik sorunu olarak görüyor ve sessiz kalıyor.Bu arada “insan hakları” “hukuk” ve “hak ve özgürlüklerin” açısı da devletin isteği yönünde giderek daralıyor, müzakere ve diyalogun kapıları bir bir kapanıyor.
AVRUPA'DA ÖZERK BÖLGELER DENEYİMİ
Avrupa'da resmi açıdan tanınmış, özerklik dereceleri ve biçimleri birbirinden farklı birçok özerk bölge bulunuyor: Finlandiya'nın Aland Adaları, Danimarka'nın Faroe Adaları, İspanya'da Galiçya, Bask ve Katalunya'nın öne çıktığı ayrı özerklik dereceleri bulunan 17 ayrı bölge, 1707 yılından sonra ilk kez 1999 yılında kendi parlamentosunu seçen İskoçya, İtalya'da özerk konumu bulunan ülkenin vergi gelirleri açısından en zengin bölgesi Güney Tirol, Portekiz'de Azor Adaları ve Madeira, Belçika'da üniter devlet statüsünden federal sisteme geçilmesiyle tanınan ancak Valon ve Flamanlarla eşit statüde olmayan Alman Bölgesi, Moldovya'da Gagavuz bölgesi, Ukrayna'da Kırım /Tatar bölgesi,Kanada Kebek bölgesi vb.gibi bölgelerin yönetimleri incelendiğinde özerklik konusu ve işleyişi çok daha net olarak görülecektir.
Sonuç itibarı ile PKK/HDP/DTK’nın “demokratik özerklik” olarak sunduğu model bir “ ortak vatan”,”toprak birliği” “Üniter Yapının korunması koşulu” gibi çekincelerden ötürü siyasal bir özerklik modeli değildir. Bu “Yerel yönetimler” ve “Paris Şartı” “Kopenhagen Kriterleri” gibi iyileştirmelerle elde edilebilecek bir yerelleşme, yereli güçlendirme talebi olmaktan başka bir şey değildir. Zaten bölgede 100 den fazla belediye ve yerel yönetimlerle “yerelde iktidar olan” PKK/HDP/DTK çevresi eldeki bu kazanımları genişletmek ve doğru değerlendirmek sureti ile amaçlarına ulaşabilirler.Bu kavgaya, çatışmaya ve savaşa gerek duymadan demokrasi içinde bu amaca ulaşma olanağı vardır.
Tabi eğer gerçek amaç başka bir şey değilse. Örneğin eğer amaç “kendi tekil” anlayışını her şeye rağmen egemen kılmak değilse.
...
{ Latif Epözdemir / Araştırmacı-Yazar }
-- Fikir Zemini