Malumunuz HDP, Türk solu (Kemalizm) ile Kürt solu (Apoizm) ittifakının partisi. İttifakın kuruluşundan görev tanımlamalarına, yetki paylaşımından nimet külfet dengesine kadar nereden bakarsanız tutarsız ve Apoistler aleyhine adaletsiz bir ittifak. Tabii Apoistlere de bir şey olmadığı için haliyle ittifakın mağduru tarihin hiçbir döneminde değişmediği gibi yine Kürtler…
Kürt solu partisi BDP, PKK’nin silah baskısıyla birlikte Türkiye’de kemik yüzde 6-7 oranında oy oranına sahip, Türk solu ise MLKP/TİKKO ve DHKP-C’nin silahları, hücre evleri, devlet içi yapılanmaları dâhil ne kadar zorlarsanız yüzde 2’yi bulmuyor. Ancak ESP’nin ülke genelinde 2500 kadar oy alan genel başkanı Figen Yüksekdağ, bu ittifakla gelip 6 milyon oy almış Kürt solu partisinin başına geçiyor; milletvekili dağılımında Türk solu kanadı, Kürt solu kanadından daha fazla, söz söyleme ve söylem geliştirme de tamamen Türk solunun yetkisinde.
80 YILLIK KATLİAMIN MİMARI
Tabii en çok can acıtan taraf ise; Kürtlerin 80 yıldır maruz kaldığı tüm zulüm ve katliamların mimarı olan Kemalizm’in bu ittifakla Kürtlerin hamisi, sözcüsü, velisi ve kurtarıcısı olmasıdır ve 80 yıl boyunca türlü baskı ve tezgâhlarla sekülerleştiremediği Kürtleri, bu ittifak sayesinde istediği noktaya getirmesidir.
Evet baskı, asimilasyon, inkâr ve katliam politikaları Kürt kadınına “Biz kimsenin namusu değiliz/Biz emanet değiliz/Ayağımızın altında cennet istemiyoruz” pankartlarını taşıma noktasına getirmedi; ama bu ittifak getirdi. Eşcinselliğin savunucuğunun Kürtlere ihale edilmesi ve bu taşeronluğun iştahla yapılması konusunu hatırlamak bile istemiyorum…
KÜRTLERE KARDEŞLİK ELİNİ UZATMIŞ BİR İKTİDAR
Bu ittifakın, Kemalist sistemin Kürtlere 80 yıldır uyguladığı tüm baskı ve asimilasyon politikalarını çöpe atmış ve Kürtlere kardeşlik elini uzatmış bir iktidara karşı yapılmış olması ve bu ittifakın, Kürtler için asrın fırsatı olan Çözüm Süreci’ni heba edip devleti eski refleksine geri getirmeye zorlaması da Kürtler adına en hazin durum, Türk solu kanadının da en büyük kazanımı olarak kayda geçmek istiyorum.
Hepimizi gönülden yaralayan ve PKK tabanının da sert tepki verdiği Silvan duvarlarında “Size Türk’ün gücünü göstereceğiz” faşist sloganının hayata geçmiş halidir, Türk solu ile ittifak.
Türk solu bu ittifakla Barzani’ye küfreden Temelli’yi, Koçgiri katilinin torunu Kürkçü’yü ve daha diğerlerini Kürt oylarıyla seçtirip Kürt temsilcisi yapmakla; kutsalsız devrim fantezilerini Kürt çocuklarının kanı üzerinden hayata geçirme çabasıyla ‘Demokratik(!) bir Türkiye’ için Kürt çocuklarını öldürüp şehirlerini yakıp yıkıp Kürtlere göç ettirmekle ve bir daha Kürtleri kendilerine köle yapmakla zaten Türk’ün gücünü Kürt’e göstermiş oldu! Bu gerçeğin karşısında o slogan espri olarak kalır…
ÇELİŞKİLİ DURUM
Cihangir kafelerinde oturup bir twitle Kürtleri sokağa dökebilmek, kendi şehirlerinde bir kaldırım taşı kırığı veya bir çukur için hükümete ağzına geleni söyleyip Kürt şehirlerinde tek talimatla hendekler kazdırıp harabeye çevirmek, kendi geliştirdiği söylem ve sloganları Kürt gençlerine benimsetip o sloganlarla vandallık yaptırmaktan daha âlâ güç gösterisi/ispatı mı olur?
Ergenekon sanığı Yalçın Küçük’ün şu ifadesini hatırlayınız; “Hakim bey ben olmasaydım Kürtler ilerde Barzani ile bir olup Türkiye’den toprak talebinde bulunacaklardı. Ancak ben PKK üzerinden Kürtleri bizim için ölmeye ikna ettim. İlerde Kürt çocukları, demokratik Türkiye için mücadele edip ölecek. Bu hepimizin hayali değil mi zaten? Hakim bey, benim soyadım Küçük; ama ben bu ülke için büyük işler başardım…”
BELİRLENMİŞ KELİMELER
Bu ittifakın aslında taban olarak güçlü kanadını (PKK/Kürt solu) temsil eden Demirtaş’ın konuşacakları da taban karşılığı kırıntıyla ifade edilecek (MLKP/DHKP-C/Kemalistler) temsilcisi Yüksekdağ tarafından belirleniyor. Tabii telaffuzu yasaklanmış kelimeler belirlenmiş, kullanılacak kelimeler tayin edilmiş, Kürt kanadına tebliğ edilmiş ve o tebliğe harfiyyen uyuluyor.
Ya ne yapılacak?
Yapılacak olan şu: Kemalizm’in kutsallarına asla laf söylenmeyecek, Cumhuriyet devrimleri tartışmaya açılmayacak, Cumhuriyet dönemi zulümlerine atıfta bulunulmayacak, bayrak, Atatürk, Misak-ı Milli üzerinden polemik yapılmayacak!
‘AKP’ VE ‘SARAY’ DENİLECEK
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu AK Parti’nin iktidara geldiği tarih olarak kabul edilecek, bugüne kadar yapılan tüm zulümler, baskı asimilasyon, idam ve katliamlardan AK Parti sorumlu tutulacak, ‘Devlet’ ve ‘Türk’ kelimelerinin yerine ‘AKP’ ve ‘Saray’ kelimesi kullanılacak.
‘Devletin polisi/askeri’ veya ‘Türk polisi/askeri’ demek kesinlikle yasak! Çünkü bu tanımlar bu ülkenin sahibi iddiasındaki Kemalist azınlığı da rahatsız edebilir, dahası AKP’li olmayan Türkleri de AKP’li yapabilir. O nedenle ‘AKP polisi/askeri’ veya ‘Saray polisi/askeri’ denilecek.
Türk Devleti veya Türkiye Cumhuriyeti demek de kesinlikle yasak! ‘AKP devleti’ denilecek!
EN ÇOK BU İKTİDAR ÇÖZÜME YAKLAŞTI
Malumunuz olduğu üzere bu tebliğe HDP de Kandil de medyaları da tabanları da harfiyyen uyuyor ve kimse de çıkıp ‘Kardeşim bu sorun AK Parti ile başlamadı, sorunun çözümüne en çok bu iktidar zamanında yaklaşıldı, bir partinin askeri polisi olmaz, asker ve polis devletindir, bu devletin adı Türkiye Cumhuriyeti’dir, AKP devleti ne zaman ilan edildi’ diye sormaya gerek duymaksızın koro halinde Yüksekdağ’ın bestelediği şarkıyı bağırıyor.
Bu ittifak sonrası kurulan HDP’nin ‘Kaçak Saray’ ve ‘Seni Başkan Yaptırmayacağız’ söylemi dışında bir şey duyan oldu mu; Kürtlerin haklarına dair tek bir talep dile getirildiğini duyan oldu mu; hatta Roboski olayına bile değindiğini duyan oldu mu? Hayır!
NEDİR BU KAÇAK MUHABBET?
Nedir bu kaçak saray muhabbeti?
Halkın yüzde 52 oyuyla seçilmiş, kendi kurduğu partinin hükümet ettiği, sarayın bulunduğu ilin belediyesinin kendi partisinde olduğu bir Cumhurbaşkanı’nın yaptığı bir köşk tapusuz/ruhsatsız kaçak olabilir mi; bir devletin yönetildiği bir binanın kaçak olma imkân ve ihtimali gerçekten var mı?
Tabii ki yok…
Kim kaçak olduğunu; Kemalistlerin geçim kaynaklarından biri olan milleti bir kaşeyle kendilerine haraç ödetmeye kanunla mahkûm eden odalardan biri olan Mimarlar Mühendisler Odası. Bu kıytırık oluşumun bu hezeyanına koca bir kitle sorgusuzca iman edip amel ediyor.
Peki bunun asıl nedeni nedir, nereden çıktı, kim çıkardı bu saray kavgasını?
Mevzu şu; Tayyip Erdoğan, Kemalist zihniyetin kendisine mabet edindiği ve İslâmi hiçbir simge ve figürün dahi girmesini 80 yıl yasak ettiği kendi devletlerinin idare edildiği Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nü içinde 4 minareli bir caminin de bulunduğu Beştepe Külliyesi’ne taşıyarak mabetleri olan Çankaya Köşkü’nü anlamsızlaştırdığı ve artık devletin ezanlı bir Köşk’ten yönetilmesine sebep olmasından duydukları tarif edilemez kuyruk acısının slogana dönmüş halidir.
DAHA ÖNCE TOKİ’DE Mİ KALIYORDU?
Soralım; daha önceki Cumhurbaşkanları sarayda değil de TOKİ’de mi kalıyordu, Tayyip Erdoğan saraydan çıkıp TOKİ’ye taşınsa, PKK silah bırakacak, hendekleri kapatacak mı?
Soralım; velev ki saray kaçak olsun. Bize ne? Madem T.C. bir işgal devleti, bizi işgal eden devletin reisinin nerede ikamet ettiğinden bize ne?
Yok bu devlet bizim; yani T.C. işgalci değilse yine sarayın kaçak olmasından bize ne? Biz ki sigarası, mazotu, çayı kaçak bir milletiz. Varsayalım ki her şeyimiz resmi ve vergiye tâbi, o zamanda ülkenin çoğunluğu olan Türkler razı ise yine bize ne?
Bizim bu kadar derdimiz, bu kadar çilemiz varken her gün ölürken, göç ederken, gasbedilmiş haklarımızı henüz almamışken kimin nerede ikamet ettiğinden bize ne?
HALKIN TERCİHİNE SAYGI NEREDE?
Soralım; henüz Anayasa değişmemiş, Başkanlık Sistemi gelmemişken bir ihtimal şayet Anayasa değişir de Başkanlık Sistemi gelirse belki kıymeti harbesi olacak ‘Seni Başkan Yaptırmayacağız’ sloganını asrın icadı mübarek bir söylem olarak heyecanla tekrarlamanın, akıl ve mantık terazisinde karşılığı ne?
Soralım; velev ki sistem değişti ve Başkanlık Sistemi geldi. Halkın kimi seçeceğine nasıl izin vermeyeceksin?
Soralım; Kürtlere haklarının çoğunu iade eden, ilk kez Kürdistan ismini kullanan, Barzani ile Diyarbekir’de kardeşliği yeniden ilan eden Erdoğan’ı başkan yaptırmayacaksın da kimi yaptıracaksın?
Kürtlere ihanet edip hilafeti kaldıran, katliamlar yapan, İstiklâl Mahkemeleri’nde Kürtleri ipe çeken, iskân kanunlarıyla sürgün edeni Dersim ve daha birçok katliamın mimarları olan Kemalistleri mi: Sezai Temelli’yi mi, Ertuğrul Kürkçü’yü mü… Hangisini?!
Kürtler ne zaman soracak bu soruları; ne zaman madem tüm ülkenin demokratikleşmesi ve özyönetimi için mücadele ediyoruz, neden sadece biz hendek kazıp ölüyoruz?
Madem ‘silahlı özyönetim’ ilanı onurlu bir direniştir; neden Yüksekdağ ve temsil ettiği Kemalist kadro, kendilerini bu onurdan mahrum bırakıyor?
Selam ve duayla…
* Diriliş Postası