Türkiye, kuruluşundan beri Kürd olgusundan kaçındığı gibi, Kürd meselesi gibi bir realitenin varlığını da kabul etmemektedir. Doksanlı yıllarda Demirel’in Kürd realitesini tanıyoruz şeklindeki ifadesi büyük bir umut yaratmıştı. Kürd realitesi ve meselesi artık inkar edilemeyecek bir olgu olarak ortaya çıkmasına rağmen, bu meselenin nasıl çözüleceği konusunda şimdiye kadar başarılı bir politika üretilmiş değildir.
Çözüm Süreci, Kürd meselesinin anlaşılması, konuşulması ve tartışılması anlamında önemli bir dönüm noktasını oluşturmaktadır. Ancak Çözüm Süreci’nin şiddeti ortadan kaldırıp Kürd meselesinin barışçıl ve demokratik araçlarla çözüm yoluna sokulmasını başaramaması sonucunda yoğun bir çatışma sürecine girilmiş durumdadır. 7 Haziran sonrası yoğunlaşan çatışma süreci, karşımıza yoğun bir insani ve sosyal maliyet tablosu çıkarmıştır. Yerleşim yerleri yıkılmış, yüz binlerce insan evlerini tek etmiş, binlerce insan hayatını kaybetmiştir. Toplum, Çözüm Süreci’nin yarattığı umutlu atmosferi özlemektedir. Başka bir ifade ile toplum, barışa özlem duymakta ve kanın ve yıkımın bir an önce durmasını arzulamaktadır. Çatışmalı süreç durmadan ülkenin demokratikleşmesi, sivilleşmesi ve normalleşmesi imkansız gözükmektedir.
Çatışma ve şiddet, refahı ortadan kaldırarak geniş toplumsal yığınları sefalete ve yokluğa mahkum etmektedir. Şu anda herkesin önünde duran en önemli soru, Çözüm Süreci’nin tekrar başlayıp başlamayacağıdır. Başka bir ifade ile toplum, çatışmaları sonlandıracak yeni bir sürece acil olarak ihtiyaç duymaktadır. Çözüm ve barış adına söylenen veya yazılan en küçük haber veya gelişme, büyük umutlara yol açmaktadır. Amerika ve AB’nin Türkiye’ye ve örgüte Çözüm Süreci’ne dönmeyi telkin etmeleri, İmralı’yla görüşüldüğü şeklindeki söylentiler, örgütün silahların susmasına yönelik mesajlar verdiği şeklindeki haberler, yeniden barışa dönülmesi şeklindeki umutların cılızda olsa hareketlenmesine neden olmaktadır.
Medya üzerinden yürütülen yapay algı oluşturmaya yönelik haberlerden veya PR malzemelerinden bile yeni bir süreç umudu çıkarılması için yorumlar yapılmaktadır. Ancak hükümet, örgütle hiçbir şekilde ilişkiye girilmeyeceği ve örgütün son mensubu etkisizleştirilinceye kadar askeri ve silahlı mücadelenin sürdürüleceği konusunda net bir mesaj vermektedir. İç ve dış konjonktür ışığında yakın bir gelecekte bir Çözüm Süreci’nin başlayacağını ummak gerçekçi değildir. Çatışmaları sonlandırıp yeni bir süreç başlatmak konusunda Türkiye’de siyasi bir irade ve plan olmadığı gibi, Çözüm Süreci toplumun gündeminden çıkmış ve bu konuda kamuoyu desteği de bulunmamaktadır. Siyasi ve sosyal şartlar, yeni bir Çözüm Süreci’nin lehine değildir. Ankara’da temel politika ve plan, terörle mücadelede kararlılık konsepti etrafında şekillenmektedir. Önümüzdeki yaz aylarında PKK’ye karşı yoğun saldırıların ve operasyonların yapılması için yapılan büyük hazırlıktan ve önleyici vuruştan söz edilmektedir. Sur, Yüksekova, Nusaybin, Şırnak ve Cizre’de örgüte karşı büyük zafer kazandığını ve her açıdan üstünlük kurduğunu düşünen hükümet, nihai altın vuruşu yapmak için elinde altın bir fırsat olduğu şeklinde bir değerlendirme yapmaktadır. Yıkılan şehirlerin yeniden onarılması ve terörün neden olduğu zararların karşılanması şeklinde hükümetin bir restorasyon süreci başlatacağı konuşulmaktadır.
Suriye’de savaş devam ettiği sürece, Türkiye’de çatışmaların yoğunlaşarak artacağını öngörebiliriz. Devlet ve örgüt, Suriye ve Rojava endeksli olarak yoğun bir çatışma stratejisi geliştirmişlerdir. Türkiye, içte PKK’yla, Rojava ve Suriye’de PYD’yle terörle topyekün savaş adı altında yoğun bir mücadele içindedir. Rojava’nın yeni bir Kuzey Irak olmaması için her türlü önlem alınmaya çalışılmaktadır. Rojava’nın bir statüye kavuşmasını engellemek, Kürdlerin ilerleyişini durdurmak, Suriye Demokratik Güçleri’nin Amerika, Rusya ve Şam ile olan ilişkilerini etkisizleştirmek için Türkiye, Rusya ile ilişkileri düzeltmeye, Şam ile gizli iş birliği geliştirmeye, PYD karşıtı Kürdleri Urfa’da bir araya getirerek PYD karşıtı bir alternatif yaratmaya ve muhalif grupları yeniden örgütlemeye çalışmaktadır.
Aynı şekilde kırda ve kentte PKK’ya karşı yoğun operasyonlar yapmaya devam etmektedir. Türkiye, Rojava’da PYD’yi, Türkiye’de ise PKK’yı yoğun, çok yönlü ve ölümcül bir çember içine alarak bitirmeye çalışmaktadır. Türkiye, ayrıca HDP’yi siyasal ve sosyal alanda etkisizleştirmek için dokunulmazlıkların kaldırılması başta olmak üzere birçok yeni girişimde bulunmaktadır. Terörle topyekün kararlı mücadele konsepti çerçevesinde Türkiye, PKK, PYD ve HDP ile bir anda mücadele etmektedir. Türkiye’nin topyekün terörle mücadele konseptini iki buçuk savaş stratejisi olarak niteleyebiliriz. Başka bir ifade ile devlet, PKK ve PYD’ye karşı iki tam savaş, HDP’ye karşı ise yarım savaş olarak niteleyebileceğimiz bir strateji uygulamaktadır. İki buçuk savaş stratejisinin uygulandığı bir ortamda yeni bir sürecin başlayacağına dair hiçbir belirti bulunmamaktadır.
İmralı ile görüşmelerin olması, hiçbir şekilde İmralı’yla yeni bir süreç konusunda görüşmeler yapıldığı anlamına gelmemektedir. İmralı, mevcut şartlar altında referans merkezi olmaktan çıkarılmıştır. Devlet açısından İmralı’nın kullanışlı bir araç olup olmadığı bile tartışmalıdır. Türkiye, büyük bir bölünme psikolojisi içinde iki buçuk savaş stratejisini her yerde uygulamaya çalışmaktadır. Ankara’da hiçbir şekilde çözüm ve çatışmaların durmasına dair hiçbir şey duyulmak istenmemekte, örgütün kayıtsız şartsız silah bırakmasının dışında hiçbir şey dikkate alınmamaktadır. Devlet, silahla hala sonuç alacağını düşündüğü için çatışmalı sürecin uzun süre devam ettirilebileceğini hesaplamaktadır. Kısacası mevcut durumu yeni bir süreç muhal, ancak çatışmanın veya iki buçuk savaş stratejisinin devam etmesi olarak özetleyebiliriz.
Bilal Sambur - BasHaber